Muhammed Ali’nin Vicdani Ret Davası – Mehmet Ali Başaran

“Bana iki seçeneğin var deniyor: Ya cezaevine gidersin ya da askere! Başka bir seçenek daha olduğunu hatırlatmak isterim: Adalet!”

Cassius Clay’in büyük başarısı ve Muhammed Ali olduktan sonra daha da büyüyerek adeta bir rol model oluşu Müslümanlara, siyahlara ve mazlum halklara özgüven, gurur ve sevinç verirken belirli güç odaklarını rahatsız etmişti. Muhammed Ali çok oluyordu ve sesinin kesilmesi gerekiyordu.

Müslümanların en sevdiği iki ismi birden taşıyan, Müslümanların dünya tarihinin dışında kaldığı bir devirde İslamiyet’in sesini Amerika gibi bir kıtadan tüm dünyaya duyuran, ezilen halkı adına hakkı çekinmeden haykıran, dünyanın dört bir yanında sevilen Muhammed Ali’yi silmek için ABD’nin önünde Vietnam Savaşı gibi bir bahane duruyordu. Ali apar topar askere çağrıldı.

Bu noktada, ABD yönetiminin Ali’yi Vietnam’a değil de cezaevine göndermeyi planladığı yönünde bir akıl yürütülebilir. Zira Malcolm X bir suikast ile devre dışı bırakılmıştır. Ali bir lider olarak yalnızca Elijah Muhammed’in ağzına bakmaktadır. Elijah ise 2. Dünya Savaşı sırasında yandaşlarına askere yazılmama çağrısında bulunduğu için 4 yıl hapis yatmıştır. Bir oğlu da askere gitmediği için cezaevine girmiştir. Zaten Muhammed Ali de oğlu gibidir.

Esasen ABD’nin hesabı basit olmalı: Ali askere giderse boyun eğmiş, kariyerine ara vermiş ve zirvedeki yerini kaybetmiş olacak; şayet gitmezse vatan haini ilan edilecek ve cezaevine girecek. Plana göre her şartta kaybeden Muhammed Ali olacaktır. Ne var ki planların üzerinde bir plan vardır. Ali direnecek, rüzgâr farklı yerden esecek ve ABD kaybedecektir. Hem Vietnam’da hem de Muhammed Ali’ye kurduğu kumpasta…

Muhammed Ali’nin askere çağrılacağı haberi, daha ortada herhangi somut bir gelişme yokken “içerden birileri” tarafından basına sızdırılır. Ali’nin her adımını takip eden basın ordusu fırsat buldukça kendisine bunu sorarlar: “Askere çağırıldığınızda gidecek misiniz?”

Ali artık her platformda çılgınca söylediği kahramanlık şiirlerinden biriyle cevap verir:

“istediğiniz kadar sorup durun bana

Bu şarkıyı söyleyeceğim Vietnam Savaşı hakkında

Vietkongla yok hiçbir derdim, olamaz da…”

Savaşın bütün yakıcılığıyla sürdüğü yıllarda Muhammed Ali, Amerikan Ordusuna katılmayacağını, Vietnam Savaşına karşı olduğunu söylediğinde adeta yer yerinden oynar. Olay denizaşırı ülkelerde de büyük ses getirir. Londra, Paris, Berlin, Madrid, Hong Kong, Roma, Amsterdam vb. merkezlerde TV ve gazeteler bu karşı koyuşu manşetlerden kamuoyuna duyururlar. Yıllarca tartışılacak bir konunun fitilini ateşlemiştir. Sözleri, onu 60’ların en çok tartışılan isimlerinden biri haline getirmiştir. Ali çoktan ringin ve sporun dışına çıkmıştır. Amerika bölünmüş, Ali’nin doğru mu yanlış mı yaptığını hararetle tartışmaktadır. Savaş, savaş karşıtlığı ve vicdani ret konuları masaya yatırılmaktadır. Ali muhtemelen sözlerinin bu denli etki doğurabileceğini düşünmemiştir bile. Ringde herhangi bir rakibe değil zalim ve militarist Amerikan sistemine meydan okumaktadır:

“Louisville’de insanlar hâlâ ‘pis zenci’ diye çağırılıp köpek muamelesi görüyorken ve en basit haklarından bile mahrumken benden üzerime bir üniforma geçirip 10000 mil ötedeki bir ülkede bomba atıp kurşun sıkmamı nasıl beklerler? Hayır, 10000 mil öteye gidip beyaz köle efendilerinin beyaz olmayan başka bir millet üzerine baskı kurmalarına, onları öldürmelerine, evlerini yakmalarına yardımcı olmayacağım. Gün böyle kötü işlerin sona ermesinin günüdür. Böyle bir tavır içinde bulunmanın bana milyonlarca dolara mal olacağını söylediler. Daha önce de söyledim ve yine söylüyorum: Benim halkımın gerçek düşmanı burada, Amerika’da. Kendi özgürlüğü, kendi adaleti ve eşitlik için savaşan o insanları köleleştirmede kullanılan bir maşa olmayacağım. Dinimi, halkımı ve kendimi küçük düşüremem. Eğer bu savaşın benim 22 milyonluk halkıma özgürlük ve eşitlik getireceğini düşünseydim kendim gidip orduya katılırdım. Kendi inandığım değerler için direniyorum. Kaybedecek hiçbir şeyim yok. Beni hapse atacaklarmış, ne olmuş sanki? Zaten 400 yıldır hapisteyiz.”

Ali Vietnam Savaşına karşı çıkışı ile kendini bir anda yepyeni, bambaşka dünyaların içinde bulur. Dünyanın her yerinden kendisine mektuplar ve telefonlar yağar. Ali o günlerde kendisini arayan insanlardan birini hiç unutmayacaktır. Bu Bertrand Russel’dır. Ali daha sonra bir ansiklopedi karıştırırken, konuştuğu adamın 20. Yüzyılın en büyük filozof ve matematikçilerinden biri olduğunu tesadüf eseri öğrenecektir.

Russel ‘önde gelen savaş karşıtlarındandır. Serbest ticareti ve emperyalizm karşıtlığını desteklemiştir. Barışsever tutumundan dolayı Birinci Dünya Savaşı sırasında cezaevinde yatmıştır. Daha sonra Adolf Hitler’e karşı kampanyalar düzenlemiş, Stalinci totalitarizmi eleştirmiş, Vietnam Savaşı’ndaki tutumu nedeniyle Amerikan hükümetini suçlamıştır. Aynı zamanda nükleer silahsızlanmanın dobra savunucularındandır. Son eylemlerinden bir tanesi İsrail’in Orta Doğu’daki ülkelere karşı izlediği tutumu eleştirdiği bir bildiri yayınlamasıdır. İnsan haklarını ve düşünce özgürlüğünü savunduğu yazıları dolayısıyla 1950 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüştür.’

Ali telefonda Russel’a, neden herkesin kendisine sürekli ama sürekli olarak Vietnam savaşını sorduğunu anlayamadığını söyler.

Russel, “Dünya şampiyonunun ne düşündüğü büyük bir merak uyandırıyor. Şampiyonlar genelde nabza göre şerbet veriyor. Sen herkesi şaşırttın” der.

Ali daha sonra Russel’dan bir de mektup alır. Russel Hz. Muhammed’in peygamberliğini doğrulayıp ilerde başına gelecekleri öngören Varaka Bin Nevfel’i andırır biçimde Ali’yi teskin eder ve gelecek günleri önceden haber eder:

“Gelecek aylarda şüphe yok ki Washington’daki adamlar sana ellerindeki tüm imkânlarla zarar vermeye çalışacaklar. Sen Amerikan iktidarına meydan okuyarak kendi halkın ve tüm mazlumlar adına konuştun. Seni susturmaya çalışacaklar çünkü yok edemedikleri bir gücü temsil ediyorsun; yani korku ve baskıyla zulüm görmeye ve aşağılanmaya direnmekte kararlı bir halkın uyanış şuurunu. Tüm kalbimle seni destekliyorum. İngiltere’ye geldiğinde beni ara. Sevgilerle. Bertrand Russel”

Muhammed Ali’ye kadar sporcuların fikri, düşüncesi, ideolojisi, toplumsal olaylara karşı söyleyecek sözleri olamazmış gibi ezber bir algı yürürlükteydi. Ali sadece boks sporuna veya boksörlere değil, genel anlamda spora ve sporculara bir saygınlık getirmiştir. Tavır alan, karşı çıkan, kural bozan ve kural koyan bir kişilik olarak dengeleri değiştirmeyi başarmıştır.

Muhammed Ali askere gitmeyi reddettiğinde en ağır şekilde cezalandırılır: 5 yıl hapis cezası (artı) 10.000 dolar para cezası (artı) pasaportuna el konulması (artı) lisansının iptal edilmesi (artı) şampiyonluk ünvanının geri alınması.

Muhammed Ali karara itiraz eder. Bu arada uyduruk bir trafik cezası kayıtlardan çıkartılır ve Ali tutuklanır. 10 günlük hapis cezasını çekmek üzere Miami Dade İlçe Hapishanesi’ne gönderilir. Parmak izi alınır, hapis kıyafeti verilir ve hücreye konulur. Bu, aklını başına alması için Muhammed Ali’ye verilmiş gözdağıdır.

Dünyayı Ali’ye dar etmek isterler. Malcolm X, John F. Kennedy ve Martin Luther King gibi liderlerin patır patır öldürüldüğü Amerika’nın karanlık 60’lı yıllarında her gün ölüm tehditleri alır. İşsiz ve parasız kalır. Ancak direnir ve geri adım atmaz. Pek çok yerde, yeni olarak da, davet edildiği Yale, Harvard, Columbia, Princeton gibi en prestijli üniversitelerde; Eşitlik, Özgürlük ve Adalet temalı ateşli konuşmalar yapar.

Beyaz öğrencilerin çoğunlukta olduğu bir davette tarihe not düşen bir konuşmasında boynuna takılmak istenen zincirlerden şu sözlerle bahseder: “Bana iki seçeneğin var deniyor: Ya cezaevine gidersin ya da askere! Başka bir seçenek daha olduğunu hatırlatmak isterim: Adalet!”

Bir Müslüman olduğu için savaşmayı reddetmesi vicdani ret davası olarak Amerikan Yüksek Mahkemesi’ne (Supreme Court Of The United States) taşınır. Yüksek Mahkeme 1971 yılında, boks lisansına el konulduktan dört yıl sonra, Muhammed Ali’yi haklı bulacak, kararı oybirliği ile bozacaktır.

Amerika’nın, benzerlerini ilerleyen yıllarda Ortadoğu’da işleyeceği savaş suçları, foto muhabirleri aracılığıyla dünya kamuoyu ile paylaşılınca, Vietnam maskesi düşer. Rüzgâr savaş karşıtlarının arkasındadır.

Kariyerinin zirvesindeyken 3 yıldan fazla süre sürgün hayatı yaşamak zorunda bırakılan Ali haklı bulununca, lisansı ve pasaportu iade edilir. Yeniden ringlere döner. Muhammed Ali’nin bir Müslüman olarak ringin dışında daha “tehlikeli” bir rakip olduğu tecrübe edilmiştir.

Ringin dışında değil, içinde konuşması istenmektedir. Sporun, boksun, hatta mümkünse sadece dövüşün içinde kalması tercih edilmektedir. Nasıl olsa 3 yıldan fazla ara verdiğinden, bu arada şampiyonluk da başka birine verildiğinden fazla sürmez, Muhammed Ali efsanesi de sona erer düşüncesi hâsıl olmuştur belirli odaklarda. Ne var ki Muhammed Ali yine şaşırtacak ve beyaz Tom Amca’ya yanıldığını gösterecektir.

Amerika’da onurlu bir varoluş için mücadele veren zencilerin Müslüman lideri Malcolm X 1965’te öldürülmüştür. 1967’de zencilerin haklarını savunan Dünya Şampiyonu boksör Muhammed Ali Vietnam Savaşına katılmayı reddettiği için vatan halini ilan edilmiş, ünvanı elinden alınmış, pasaportuna ve lisansına el konulmuş, 5 yıl hapse mahkûm edilmiştir. 1968’de zencilerin Malcolm X’den daha popüler, yumuşak ve uzlaşmacı Hristiyan lideri Martin Luther King de bir suikast sonucu öldürülmüştür.

Zenciler, maruz kaldıkları bu alçakça şiddet ve aşağılanmalara hiç umulmadık bir yer ve zamanda, tarihi bir protesto ile karşılık verecektir: 1968 Olimpiyatları’nda, ödül töreninde, Amerikan ulusal marşı çalındığı esnada, dünyanın gözleri önünde.

1968 Olimpiyatları’nda 200 metre finalinde Amerikalı atletler Tommie Smith birinci, John Carlos ise üçüncü olurlar. Ödüllerini almak üzere kürsüye çıplak ayakla çıkarlar. Bir çift siyah eldiven de getirmişlerdir yanlarında. Tommie eldivenin sağ tekini, John ise sol tekini eline geçirir. Ulusal marşları çalınırken, boyunlarında madalyaları asılı bu iki zenci sporcu başlarını öne eğerler ve siyah eldivenli ellerini yumruk yaparak Siyah Güç (Black Power) selamı verirler. Amerika’ya, hileye başvuramayacağı en savunmasız anında “hayır” demiş ve itiraz etmişlerdir. Siyahların Amerikan politikası sonucu ezildiklerini, yoksul bırakıldıklarını ve fakat direnmek, güç birliği içinde dayanışmak gerektiği mesajını bütün dünyaya iletmişlerdir.

Elbette, öncekiler gibi bu sivil itaatsizliğin de bir bedeli olacaktır. İki sporcu milli takımdan ve olimpiyat köyünden derhal kovulurlar. İşsiz kalır, ölüm tehditleri alırlar. Uzun yıllar zor bir hayat sürerler. Ne var ki Mexico City’de o an yumruklarını öylece havaya kaldırmasaydılar, kendilerini tanıyor olmayacaktık.

Şüphe yok ki mazlumlardan gelen bu selamın dünya var oldukça bir gaye uğruna iletilecek olmasında Malcolm X, Martin Luther King, Muhammed Ali gibi isimlerin her zaman payı bulunacaktır. Oyunbozan, sıradışı, cesur insanların…

“Muhammed Ali’nin Portesi” adlı dosyadan alınmıştır.
http://mehmetalibasaran.com/2015/01/07/muhammed-alinin-portresi-1/

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org