Işın Eliçin yazdı: Ukrayna savaşı gölgesinde demokrasi ve militarizm
16 Temmuz 2022
Ukrayna ordusu, ABD’nin geçen ay göndermeye başladığı (sekiz adet gitti, dört adet yolda) M142 Yüksek Hareket Kabiliyetli Topçu Roket Sistemleri’ni (HIMARS) cephede kullanmaya başladı. 70 km’ye kadar hedef vurabilen HIMARS’lar Ukrayna askerlerine Rus topçularının menziline girmeden saldırı düzenleme imkanı tanıyor. Son 10 gün içinde bu sistemlerin kullanıldığı operasyonlarda Ruslar’a ait çok sayıda cephaneliğin imha edildiği, hatta bir de generalin öldürüldüğü haberleri ertesinde özellikle Amerikan medyasında adeta bayram havası vardı:
Newsweek: “ABD’nin tedarik ettiği HIMARS saldırıları sonrası Ruslar ‘panik modu’nda”
Economist: “Ukrayna’nın yeni roketleri Rus ordusunu mahvediyor”
Washington Post: “Savaşı kısaltın, 60 HIMARS gönderin”
19fortyfive: “HIMARS’lar Rus generallere neden soğuk terler döktürüyor?”
Foreign Policy: “Ukrayna’da HIMARS zamanı”
Amerikalı ünlü gazeteci-yazar Thomas L. Friedman da, hafta başında New York Times’daki makalesinde Ukrayna ordusuna HIMARS’ların verilmesinden sonra savaşta yeni bir evreye geçildiğini yazdı. Rus güçlerinin ülkenin doğusuna, Donbas bölgesine odaklanmasından sonra daha çok yıpratma amaçlı bir savaş verdiğini hatırlatan Friedman, bundan sonrası için ise çok daha şiddetli, çok daha çetin geçecek, “tehlikeli” bir yeni evre öngörüyor: “Putin’in kış stratejisine karşı NATO’nun yaz stratejisi çarpışacak” diye tanımlamış bu evreyi.
Friedman, NATO’nun başarısının, nihayet uzun menzilli ağır silahlara kavuşan Ukrayna ordusunun düşmana yaz boyunca ve sonbaharda “daha fazla ölüm ve yıkım” verdirmesine bağlı olduğunu söylüyor. Bu olursa, cephede zemin kaybetmeye başladığını gören Putin’in de “ateşkes, büyük bir mahkum takası, insani tahliyeler ve Ukrayna’dan tahıl ihracatı için daha iyi koşullar” konusunda Kiev yönetimi ile anlaşmaya yanaşacağı umuluyor.
Yazara göre Putin ise şu sıralar yorgun birliklerine ve generallerine kesinlikle şöyle sesleniyor olmalı: “Noel’e kadar dayanın. Kış bizim dostumuzdur.” Putin kışı bekliyor çünkü artan enerji ve gıda fiyatlarının NATO üyesi Avrupa ülkelerini şimdiden zorladığını, halkların hayat pahalılığı nedeniyle tepkilerini giderek daha yüksek sesle dile getirdiğini görüyor, biliyor. Hele de “kış normalden soğuk geçer, petrol ve doğalgaz fiyatları daha da tırmanır, enerji tedariğinde sıkıntılar nedeniyle elektrik kesintileri de yaşanırsa,” Avrupalılar’ın Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’e “çatışmaları sonlandıracak bir anlaşmayı her ne pahasına olursa olsun kabul etmesi” yönünde baskı yapması şaşırtıcı olmaz. Çünkü Friedman’ın ifadesiyle, “Birçok Rus askeri ve generali ölmüş olabilir ancak Ukrayna’nın sadık NATO müttefikleri de yorgun. Bu savaş zaten Avrupa’da doğalgaz, benzin ve gıda fiyatlarında büyük bir artışa katkıda bulundu -ve kışa kadar devam ederse, Avrupa Birliği’ndeki birçok aile ısınmakla karın doyurmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalabilir.”
Nitekim Uluslararası Enerji Ajansı Başkanı Fatih Birol da söyledi: “Avrupa’yı çok zor bir kış bekliyor”. Rusya Almanya üzerinden Orta ve Doğu Avrupa’ya doğalgaz tedarik eden Kuzey Akım 1’deki gaz akışını Haziran’da yüzde 60 oranında azaltmış; Polonya, Bulgaristan, Hollanda, Danimarka ve Finlandiya’ya ise yeni ödeme planına uymadıkları gerekçesiyle gaz tedariğini tümden kesmişti. Kuzey Akım 1 geçen hafta bakım için 10 günlüğüne kapandı ve Rusya’nın doğalgaz musluğunu tekrar açmama ihtimali nedeniyle Almanya, İtalya ve Çek Cumhuriyeti başta pek çok ülke alarmda.
Friedman’a dönersek, NATO’nun yaz stratejisi ya da Putin’in kış stratejisi ile bir ateşkes sağlansa dahi, savaşın bunun kalıcı olmayacağına dair karamsar bir tahlil ile bitirmiş makalesini:
“…Putin iktidarda olduğu sürece Ukrayna’daki bu savaş bitmeyecek – gerçekten bitmeyecek. Onu devirmek için bir çağrı yapmıyorum, buna Ruslar karar verecek. Benimki sadece bunun Putin’in savaşı olduğuna dair bir gözlem. Kişisel olarak tasarladı, planladı, yönetti ve gerekçe üretti. Rusya’yı Ukrayna olmadan büyük bir güç olarak hayal etmesi imkansız. Dolayısıyla Putin’i ateşkese zorlamak mümkün olsa da, bunun geçici olmaktan öteye geçeceğinden kuşkuluyum.”
Friedman’ın haklılık payı var. Putin, Kırım’ı aldı. Donbas’ı koparmayı zorluyor. Ukrayna’nın tamamını boyunduruk altına sokamasa bile, her ne pahasına olursa olsun Rusya’dan bağımsız, egemen, işler bir devlet olmasının önünde durmaya devam edecek gibi görünüyor. Paha derken, ne de olsa bedelini kendisi ödemiyor. Putin otokratik ve otoriter bir rejimin lideri. Aldığı kararların hikmetinden sual olunamıyor, hesap sorulamıyor. Soran olursa sindiriliyor, bastırılıyor, susturuluyor. Putin, çıkarlarını koruduğu dar bir çevreninkiler dışında, halkın geniş kesimlerinin taleplerini, ihtiyaç ve sıkıntılarını tamamen olmasa da büyük ölçüde görmezden gelebiliyor. Üstelik bunu halkının büyük çoğunluğunun desteğiyle (ya da en azından rızasıyla) yapabiliyor.
Ne de olsa Rusya’nın son derece sınırlı bir demokrasi deneyimi var. 1991’de yapılan ilk seçimlerle başlayan macerası, eski Sovyet Cumhuriyetleri’ndeki bağımsızlık hareketlerinden kaynaklanan savaş ve terör yüzünden Rus halkının demokrasinin pek de matah bir şey olmadığına kanaat getirip “huzur ve güven ortamı” vaat eden Putin’in şaibeli bir şekilde iktidara gelmesi ve zamanla otoriter bir tek adam rejimine dönüşmesine yol açtı. Üstelik buna bir de Doğu toplumlarının hamaset edebiyatına düşkünlüğü ve “eski şanlı günler”e duyduğu nostalji de eklenince Putin, savaş gibi çok büyük toplumsal konsensus gerektirecek bir kararı rahatlıkla tek başına alıp, cepheden gelen tabutların artan sayısına, ambargolara, ekonomik krize rağmen üstüne bir de desteğini arttırabiliyor.
Oysa NATO’nun Avrupalı müttefikleri için durum farklı. NATO üyesi Avrupa ülkelerinin çoğunda demokratik rejimler, Türkiye hariç hemen hepsinde yarım ya da tam parlamenter sistemler var. Demokratik yönetimler, karar alırken belirli ölçülerde, kendi seçmenleriyle sınırlı olmayan farklı kesimlerin, iş dünyasının, sendika ve sivil toplum örgütlerinin, kanaat önderlerinin talep ve ihtiyaçlarını da dikkate almak, politika ve icraatlarında otokratik rejimlerdekinden çok daha çeşitli ve geniş çevrelerin çıkarlarını gözetmek, bu arada muhalefetin tepkisini de hesaba katmak, baskı kurup ezmek yerine ikna etmeye çalışmak zorunda.
Tabii böyle rejimler için, yani demokrasi için, savaş ve militarizm için hiç de elverişli değil. Üstelik çağımızın dikkat eksikliği ve hiperaktivite ile malul kamuoyunda savaşa duyulan ilgi hızla kaybolurken, “Tüm dünya ile savaşıyoruz” dolduruşuna gelmiş, kıtlığa aşina ve görece dayanıklı Rus halkına kıyasla refaha alışmış Avrupa halkının savaşın maliyetinden daha çabuk yılması doğrusu kayda değer bir olasılık.
Peki ya ABD? O ne istiyor? ABD yönetiminin Ukrayna’ya silah sevkiyatlarına Rus ordu ve donanmasını gelecek 10 yıl için etkisiz hale getirmek için yatırım gözüyle baktığını ve bu nedenle savaşın uzamasından yana olduğunu aylar önce yazmıştım. Bunca yıl savaşla tahakküm kurmuş, dünyadaki hakimiyetini elinde sopa eksik olmadan kurmuş, dünyanın en büyük militer gücü olarak kendi demokrasisinin de nasıl bir erozyona uğradığını Trump döneminde iyiden iyiye gördük. Kaldı ki kendini özgürlük ve insan haklarının yeryüzündeki koruyucusu olarak empoze eden bir ülke olarak, savaş söz konusu olduğunda kendi içindeki aykırı sesleri bastırmak konusunda Putin kadar olmasa da ne kadar ceberrut olabileceğini Vietnam Savaşı’ndan biliyoruz (tabii yine de polis şiddeti veya bir dünya şampiyonunun* ünvanını elinden almakla, 15 yıl Sibirya’da odun kırmak ya da bir gece ansızın ortadan kaybolmak arasında ciddi bir orantısızlık var). Ama zaten Rus fobisi genlerine işlemiş, Sovyet tarzı yayılmacılığı refahının bekasına tehdit olarak gören Amerikan kamuoyunun da savaşın (bir başka ülkenin elinden olmak kaydı ile) sürmesi konusunda ikna edilmeye ihtiyacı yok gibi.
* “Vietnamlılar bana hiçbir kötülük yapmadılar ki onlarla savaşayım” diyerek Vietnam Savaşı’na katılmayı reddettiği için 5 yıl hapis ve 10 bin dolar para cezasına çarptırılıp lisansı, ünvanı ve (Vietnam seyahati haricinde) pasaportu elinden alınıp iflas eden Muhammed Ali’yi andım.
Kaynak: Medyascope