Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) ‘derhal serbest bırakılması’ kararına rağmen, 4 Kasım 2016’dan bu yana Edirne Cezaevi’nde tutuklu olan HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş Megafon’da ‘genç gazetecilerin’ sorularını yanıtladı.
Genç gazetecilerin Demirtaş’a soruları ve Demirtaş’ın cevapları ise şöyle:
“Bazı mahkemeler AKP-MHP il teşkilatı gibi çalışıyor”
Ahmet Ayva: Sizin Rusya’ya yaptığınız bir ziyaret sonrası, dönüşte gerçekleştirdiğiniz basın açıklaması nedeniyle ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ gerekçesiyle 3 yıl 6 aylık hapis cezanız geçen gün onandı. Açıklamanızda esasen “Türkiye’nin Rusya ile olan gerilimine, iktidarın dış politikadaki hatalarına bir an önce son vermesi gerektiğini dile getirmiştiniz.” Şimdi Rusya ve Ukrayna arasında büyük bir savaş var. Başta Doğu Avrupa, Türkiye, Ortadoğu ve dünyayı ilgilendiren bu savaşı, iktidarın açıklamalarını nasıl değerlendirirsiniz?
Yargının bugünkü tutumunu bir hukuki faaliyet tanımlamak mümkün değil. Bir kısım yargı mensubu, elindeki gücü açıkça siyasi amaçla ve çıkarları için kullanıyor. Dolayısıyla bize verilen cezalar herhangi bir suç unsuruna dayanmıyor. İktidarın ayakta kalabilmesi için muhalefeti ve toplumu bastırma, tasfiye etme amacına hizmet ediyor. Bazı mahkemeler adeta AKP-MHP il teşkilatı gibi çalışıyor. Bu nedenle biz tutuklu veya suçlu değil, siyasi rehineyiz diyoruz. Bu iddiamız AİHM kararları ile de tescillenmiş durumdadır. Dolayısıyla sorunuzda sözünü ettiğiniz cezayı bu şekilde ele almak gerekir.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline gelince, her şeyden önce ilkesel olarak savaşa karşı çıkmak, yüksek sesle barışı haykırmak gerekir. Ukrayna dâhil olmak üzere tüm halkların iradesine saygıyı esas alarak işgallere karşı çıkmak da ilkesel bir tutumdur. Ancak bir siyaset aracı olarak savaş, binlerce yıldır insanlığın acı, yıkıcı, kıyıcı bir gerçeği olarak varlığını da sürdürüyor. Emperyalist ve kapitalist küresel sistemde savaş, aynı zamanda pazarın ve krizlerin yönetiminde acımasız bir strateji olarak uygulanıyor.
Günümüz “Batı” dünyası, “Doğu” olarak kodladığı Çin ve Rusya merkezli kapitalizmi bir tehdit olarak algılıyor ve soğuk savaştan bu yana çeşitli yöntemlerle sınırlamaya çalışıyor. Başlangıçta “tehdit” komünizmdi, şimdi “otoriterizm” olarak ifade ediliyor. Biden yönetiminin ABD’de iş başına geldiği günden beri dünyanın “demokratlar” ve “otoriterler” şeklinde iki kutba ayrılacağı açıkça söyleniyor. Bu çerçevede, yakın zamanda ABD’de uluslararası bir demokrasi konferansı düzenlendi ve oraya davet edilmeyen ülkelerin, “otoriter devletler” kategorisine alındığı mesajı verildi.
Çin, Rusya ve Türkiye de davet edilmeyen ülkeler arasındaydılar. ABD ve AB, NATO’yu da yeniden şekillendirip salt askeri bir örgüt olmaktan çıkararak özellikle ekonomik alanda Doğu kapitalizmini sınırlandırmaya çalışırken bu “demokrat” olarak kodladığı ülkelerle birlikte hareket etmeyi hedefliyor. Rusya ve Çin ise zaten uzun zamandır hedefte olduklarının farkındaydı ve kendilerine yeni soluk boruları açmaya çalışıyorlardı.
Çin ve Rusya’nın ekonomik faaliyetleri Asya, Afrika, Orta Doğu başta olmak üzere küresel ölçekte bir hayli yaygınlaşmış durumda. Enerji kaynaklarının veya iş gücünün hatırı sayılır bir kısmını elinde tutan bu iki büyük askeri gücün, ekonomide de Batı kapitalizmini zorlayacak ölçekte bir kapitalist güce erişmeleri Batı’yı bir şekilde birlikte hareket ederek Doğu’yu sınırlamaya itmeye başlamıştı.
İşte Rusya’nın Ukrayna işgali bu küresel satrancın bölgesel düzeyde ve tam da Avrupa’nın göbeğinde oynanan ilk büyük hamlesidir, ciddi değişimlerin yaşanacağı güç gösterilerinin ilk hamlesidir. Yaşanan acılar ise tüm faturasıyla birlikte ezilenleredir. Biz bu savaş oyunlarına ezilen halklar ve sömürülen kesimler cephesinden bakmak zorundayız. Kapitalizme ve emperyalizme alternatif başka bir dünya mümkündür diyerek emeği, doğayı, kimlikleri, inançları, kadın eşitliğini, temel özgürlükleri ve radikal demokrasiyi savunan sol bir perspektifi büyütmeyi hedeflemeliyiz.
AKP-MHP iktidarı bu savaştan nemalanıp içeride ve dışarıda yaşadığı sıkışıklığı aşmaya çalışan pragmatist ve ilkesiz bir politika izliyor, izleyecek ama en zor durumda kalan da kendileri olacak. Biz barışı savunarak, demokratik iktidar alternatifini büyüterek, emekçilerin direnişini savunarak, Kürt halkının dinamik özgürlük mücadelesi ile olabildiğince birleştirerek bu zorlu süreci atlatmaya, kazanmaya odaklanacağız.
Şunu da not olarak düşelim; Çin Komünist Partisi, sosyalizme geçiş için bilinçli bir kapitalist aşamayı hayata geçirdiği iddiasında. Rusya ise Putin’in oligarşik kapitalizmini sosyalizm hedefi olmadan en çarpık haliyle yaşamakta. Dolayısıyla iki ülkede de şu anda kapitalizm yürürlüktedir.
“İHA ve SİHA satarım diye eller ovuşturmamalı”
Seda Taşkın (Gazeteci): Avrupa Konseyi toplantısında Rusya’nın üyeliğinin askıya alınması oylanırken, Rusya ve Ermenistan karara karşı oy kullandı. Türkiye ise çekimser kaldı, Azerbaycan oylamaya katılmadı. Türkiye’nin, Rusya işgaline yönelik “Rusya’nın işgalini reddediyoruz” açıklaması yapmasına rağmen çekimser kalmasını nasıl okumak lazım?
Türkiye hükümeti gibi ilkesiz denge politikası yürütmeye çalışan hükümetler iki arada bir derede kaldılar. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler Erdoğan’ı Putin’e açık tavır alamayacak kadar sıkıştırmış durumda. Elbette Türkiye savaşta taraf olmamalı ama ne şiş yansın ne de kebap diyerek olup bitenlere seyirci de kalamaz. Barışı, müzakereyi savunurken savaş mağdurlarına koşulsuz insani desteği de sunmalı, mesela daha ne kadar İHA ve SİHA satarım diye ellerini ovuşturmamalı. Tabii ki AKP-MHP iktidarından ilkeli bir tutum beklemek hayalcilik olur. Afrin başta olmak üzere Rojava’da işgale, vali atamaya yönelmiş bir zihniyetten ilkeli olmaları beklenemez.
“Başkalarının savaşının barışseveri olmak kolaydır”
Berivan Kutlu (Gazeteci): Ukrayna ve Rusya arasında gelişen gerginlik savaşa dönüştü. Birçok muhalif, savaşı istemedikleri yönünde açıklama yapıyor. Örnek verecek olursak Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu, kendi ismini bombanın üzerine yazdırmıştı. Kısaca Afrin ve Kuzey-Doğu Suriye’ye yapılan hareketlere destek oldukları açıklamalar yapmıştı. Bunu bir insan hakları savunucusu ve siyasetçi olarak nasıl görüyorsunuz?
İlkesizlik olarak. Bugünün barışseverlerinin pek çoğu, Afrin işgalinde ne yazık ki açıkça savaş ve işgal taraftarlığı yaptılar. Savaşa ve işgale hayır diyenlerse terörist ilan edilip ya sosyal ve siyasal linçe uğradılar ya da tutuklandılar.
“Başkalarının savaşının” barışseveri olmak kolaydır. İş, savaş kapınıza dayandığında tıpkı Moskova’da on binlerce kişinin yaptığı gibi “kendi savaşına” da karşı çıkabilmektir. Umarım ilkeli barış tutumunda Türkiye’de birçok çok çevre olup bitenden ders çıkarmıştır.
Röportajın tümü için TIKLAYIN