ETA’dan IRA’ya: Barış için düşmanla konuşmak gerekir
Yaklaşık dört hafta önce Belfast’ta, Kuzey İrlanda’da siyasal şiddetin bitmesine vesile olan “Good Friday” (1998 yılında Kuzey İrlanda’daki politik partiler ve İngiliz Hükümeti arasında imzalanan) barış anlaşmasının yirminci yıl dönümünü kutladık. Kuzey İrlanda görüşmelerinde yer alan bazılarımızsa, 4 Mayıs günü Fransa’nın Bask bölgesinde bulunan Cambo-les-Bains kasabasında, ETA’nın kalıcı fesih kararına gözlemcilik yapmak amacıyla uluslararası bir toplantıya katıldı.
Geçtiğimiz hafta ETA, yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği ve binlerce insanın yaralandığı 40 yıllık bir şiddet döngüsünün ardından, örgüte olumlu biçimde son veren bir bildiri yayınladı. Günümüzde, her hafta ve bazen her gün yeni ölüm ve yaralanma haberleriyle, terör örgütlerinin Kuzey İrlanda ve Bask ülkesinde ne kadar kan akıttığını hatırlamak bile zor.
AVRUPA’DA ÇATIŞMAYA DÖNME RİSKİ HÂLÂ VAR
ETA’nın açıklanması kutlanması gereken bir şey. Avrupa’daki son şiddetli çatışmaların ve son silahlı grubun bitişini işaret ediyor. Tabi, aynı zamanda ders çıkarmak için de bir fırsat olması gerekir. Dünya genelin birçok şiddetli çatışma yaşanıyor ve , bu türden bir şiddetin Avrupa’ya dönme ihtimaline karşı kayıtsız olamayız.
İspanyol hükümeti, bu çatışmanın yalnızca sıkı güvenlik önlemleri neticesinde sona erdiğini öne sürebilir. Hiç şüphe yok ki bu da hikayenin bir parçası. Kuzey İrlanda’da olduğu gibi Bask ülkesinde de polisin, ordunun ve istihbarat örgütlerinin başarılı çalışmaları mutlaka önemli bir rol oynamıştır. Öte yandan, hikayenin bundan ibaret olmadığını anlamak da eşit derecede önem taşıyor. Şayet bu grupların arkasında siyasi bir destek varsa, yalnızca askeri araçlarla yenilmeleri olası değil. Çatışmanın merkezinde siyasal bir sorun bulunuyorsa, diyalog kurmayı gerektiren siyasal bir çözümün olması gerekir.
Eğer John Major, Kuzey İrlanda’da ve İngiliz ana vatanında IRA’nın bombalama eylemlerine devam etmesine karşın, Martin Mc Guinness ile gizli yazışmaları sürdürme iradesini göstermiş olmasaydı, bir barış gerçekleşmezdi. Ve eğer İspanya’daki ardıl hükümetler –kamu önünde böyle yaptıklarını açıkça reddettikleri halde-ETA’ya karşı mücadele etmeselerdi, netice itibariyle ETA dağılmış olmayacaktı.
2004 yılında José Luis Rodríguez Zapatero’nun Sosyalist hükümeti ETA ile gizli bir diyalog süreci başlattı. Ne var ki, 2005 ve 2006 yıllarında hemfikir oldukları anlaşmalar, her iki tarafın da sözlerini yerine getirmemesinden ötürü çöktü. Buna karşın, tıpkı Kuzey İrlanda’da olduğu üzere, nihai başarı bir dizi başarısızlık üzerine inşa edildi. Özellikle de Bask ülkesindeki bağımsızlık yanlısı sol partinin siyasi liderleri tarafından sürdürülen sabırlı çalışmalar, 2011 yılında Aiete Deklarasyonu’nun ortaya çıkarılmasını sağladı. Eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan öncülüğündeki bir grup uluslar arası şahsiyetin çağrıların cevaben ETA silahlı çatışmalara son vereceğini beyan etti. O günden bu yana da silahlar sustu.
O yıl İspanya’da muhafazakâr bir hükümetin iktidara gelmesi, görüşmelerinde sonu oldu ve çatışmalardan geriye kalan silahlar, mahkûmlar, sürgünler ve her şeyden öte mutabakat gibi sorunlarla başa çıkmak daha da zor bir hale geldi. Halk Partisi (Partido Popular / PP) lideri Rajoy, muhalefetteyken dahi barış sürecinin karşısında bir ‘crispación’ yani “gerilim” kampanyası yürüterek, Zapatero’nun yürüttüğü müzakereleri elinden geldiğince zorlaştırmaya çalışmıştı; neticede, iktidara gelen Mariano Rajoy ETA ile bağlantıyı kesti. İngiltere’deyse, hem İşçi Partisi hem de Muhafazakârların barış çabaları konusunda birbirlerini desteklediği iki partili yaklaşım sebebiyle müzakere yürütmek konusunda çok daha olumlu bir dönem yaşamıştık.
Ancak, PP hükümetinin muhalefetine karşın, geçtiğimiz sene birçok uluslar arası gözlemcinin yardımıyla, ETA’nın sahip olduğu -üç buçuk tondan fazla- silahın kullanım dışı bırakılması mümkün oldu. Ve birkaç hafta önce grup, kurbanlarının bazılarını teselli etmeye yetmese bile, bu tür bir örgütten anladığım kadarıyla, şiddet mağdurlarına özür mahiyetinden bir açıklamada bulundu.
DİYALOG OLMADAN SİYASİ ÇÖZÜM OLMAZ
Artık Bask ülkesindeki siyasi şiddetin nihai bölümünün en son sayfasına geldik. Kişisel görüşüm, bizi bu noktaya ulaştıran uzun süreçten edinilecek doğru dersin, sıkı güvenlik ve istihbarat baskısını diyalogla birleştirmedikçe, sorunları çözmemizin mümkün olmadığıdır.
Bu durumun aynısı bir çatışmayı başlatmak için de geçerli. İspanyol hükümetinin Katalonya’daki yaklaşımı, Bask’ta şiddet sona ermişken, bizi başka bir siyasi şiddet sürecine sürükleme riski barındırıyor. Şükürler olsun ki şimdiye dek, sükûnet korunmaya devam etti. Buna karşın, krizle başa çıkmak için kullanılan siyasal araçlar yalnızca hapis, ağır cezalar ve doğrudan Madrid’den konulan kurallar olduğu müddetçe, hâlâ bir risk söz konusu. Dahası, Katalonya’da bağımsızlık taraftarı kesimlerle siyasi diyalog başlatma girişimleri olmaksızın, politik bir çözüme ulaşılamayacak.
Rajoy’un yaşadığı ikilem acı verici bir şey. O, (merkez sağdaki) daha radikal bir parti olan Ciudadanos (Vatandaşlar) ve müzakerelere kesin biçimde karşı olan kendi önderliğindeki sağ kesim tarafından kuşatılmış durumda. Ancak bazen, bir çatışmadan kaçınmak için siyasi cesaret gereklidir. 1973’te, Kraliyet yanlıları ve Sinn Féin’in dahil edilmesi halinde, Kuzey İrlanda’daki Sunningdale’de bir anlaşma yapmak olası görünüyordu. Fakat taraflar, o dönemin ılımlı Katolik SDLP Genel Başkan Yardımcısı Seamus Mallon tarafından “yavaş öğrenenler için Sunningdale” olarak tanımladığı bir anlaşma olan ‘Good Friday’ anlaşmasına ulaşıncaya dek, 30 yıl boyunca sokaklarda daha fazla kan döküldü.
Umuyorum ki, şimdi Cambo-les-Bains’de düzenlenen toplantı, Avrupa ve başka yerlerdeki politik liderler açısından bir ders niteliği taşır. Silahlı çatışmalara son vermek ve bundan kaçınmak için bir yol mevcut. Güçlü bir liderlik, sabır ve düşmanlarınızla konuşmak için niyete ihtiyaç duyar.
*Jonathan Powell, 1997-2007 yılları arasında Kuzey İrlanda’daki baş İngiliz müzakereciydi.
Kaynak: Gazete Duvar