07/12/2014
Önce Murat Kanatlı ile gündeme gelen vicdani redden ötürü hapse atılma olayı şu anda Haluk Selam Tufanlı için de meydana gelmiştir. Vicdani red barışı savunan ve bu yüzden askerlik hizmetini reddedenlerin de talebi. Vicdani reddin geçmişi ilk devletlerin kuruluşu kadar eskiye uzansa da resmileşmesi yirminci yüzyılın başlarına denk gelmektedir. İngiltere, 18. Yüzyılda Quaker inancına sahip olanları zorunlu askere alınmadan muaf tutmuş ve 1916’da vicdani reddi yasalarına dahil etmiştir. İngiltere’yi 1917’de Danimarka, 1920’de İsveç izlemiştir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu, 1987/46 ilke kararında devletleri vicdani ret hakkını tanımaya davet etmiş ve devletleri bu hakkı kullanananları cezalandırmaktan kaçınmaları gerektiğini belirtmiştir. 1948 yılında “vicdan” meselesi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 18. Maddesinde ele alınmıştır. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, vicdani ret hakkını AİHS m. 9’da güvence altına alınan din ve vicdan özgürlüğünün zorunlu bir gereği olarak kabul etmiştir. Avrupa Birliği, vicdani reddi açıkça inanç özgürlüğü kapsamında bir hak olarak tanımakta ve bu hak Avrupa Birliği üyesi devletlerin tamamında kabul edilmektedir. Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesi’nin 10. maddesine göre: “ 1. Herkes, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, din veya inancını değiştirme özgürlüğünü ve din veya inancını tek başına veya topluluk halinde, aleni veya gizli olarak ibadet etme, öğretme, uygulama ve gereklerine uyma şeklinde açığa vurma özgürlüğünü içerir. 2. Bu hakkın kullanılmasına ilişkin ulusal mevzuata uygun olarak dini nedenlerle askerlik görevini yapmayı reddetme hakkı tanınmaktadır. ”
“Sözleşme organları Temmuz 2011’e kadar vicdani reddi AİHS kapsamında değerlendirmemiştir. 07.07.2011 tarihli Bayatyan / Ermenistan kararı ile Sözleşme organları vicdani ret hakkına bakışını değiştirmiş ve bu hakkı AİHS m. 9’da düzenlenen inanç özgürlüğü kapsamında değerlendirmiştir. Bu bakımdan ilgili karar, vicdani ret hakkının korunmasında bir milat olarak kabul edilir. Bayatyan / Ermenistan kararına kadar olan süreçte Sözleşme organlarının görüşü, AİHS’de vicdani ret hakkını tanıyan bir maddenin olmadığı yönündedir. “Kölelik ve zorla çalıştırma yasağı”nı düzenleyen AİHS m. 4’ün üçüncü paragrafında, “askeri nitelikte bir hizmet(in) ya da inançları gereğince askerlik görevini yapmaktan kaçınan kimselerin durumunu meşru sayan ülkelerde bu inanca sahip kimselere zorunlu askerlik yerine gördürülecek başka” türden bir hizmetin, “zorla çalıştırma veya zorunlu çalışma”dan sayılmayacağı düzenlenmekte ve vicdani redde dolaylı olarak değinilmektedir. Sözleşme organları, Bayatyan / Ermenistan kararına kadar olan dönemde m. 4 ve m. 9’un birlikte okunması gerektiği görüşündedir. Bu görüşe göre Sözleşme, prensip olarak vicdani retçiliği ne benimsemekte ne de reddetmektedir; sözleşmeci devletler vicdani ret hakkını tanıyıp tanımamakta, tanırlar ise bunun yerine alternatif bir sivil hizmet getirip getirmemekte serbesttir. Ancak Bayatyan / Ermenistan kararı ile AİHM içtihadını değiştirmiştir; bu kararla savaş karşıtı inançlara mensup kişilerin zorunlu askerlik hizmetini yerine getirmekten kaçınması, AİHS m. 9 kapsamında koruma altına alınmıştır. Mahkeme öncelikle m. 9’un, m. 4 /3-b ile birlikte okunması gerektiği görüşünden ayrılmış, başvurunun sadece m. 9 kapsamında değerlendirilmesi gerektiği görüşünü benimsemiştir. Mahkeme’ye göre, askeri hizmet yükümlülüğüyle kişinin sahip olduğu inançlar arasındaki ciddi ve üstesinden gelinemez bir çelişkinin var olması halinde vicdani ret m. 9’un sağladığı güvenceden yararlanacaktır. Somut olayda başvurucu, inançları askeriyede silahsız olsa dahi görev yapmayı reddeden dini bir topluluk olan Yehova Şahitleri’nin bir üyesidir. Bu nedenle Mahkeme vicdani ret sebebinin, başvurucunun içtenlikle ve gerçekten sahip olduğu inançları olduğundan şüphe etmemekte; başvuruyu m. 9 kapsamında ele alarak vicdani ret hakkının tanınmamasının Sözleşme’ye aykırı olduğuna hükmetmektedir. Kararda Mahkeme, hem Avrupa Konseyi üye devletlerinin iç hukuk düzenlerinde hem de uluslararası alanda vicdani ret hakkına ilişkin önemli gelişmeler yaşandığına, Konsey üyesi devletlerin Türkiye hariç tamamında bu hakkın tanındığına dikkat çekmektedir. Bu bağlamda, Sözleşme’nin günün koşulları ve demokratik devletlerde egemen fikirler ışığında yorumlanması gereken yaşayan bir araç olduğunu vurgulayan Mahkeme, değişen koşulların dikkate alınarak Sözleşmenin yorumunun evrimleşebileceğini belirtmektedir”(Google’dan).
Haluk Selam Tufanlı ve Murad Kanatlı olayları sadece vicdani Red konusunu değil aynı zamanda Kuzey Kıbrıs’taki demokratik durumu da açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Kuzey Kıbrıs’ta seçimler yapılmasına karşın maalesef bu bölgede anti demokratik ve militer bir rejimin olduğu ve gerçek bir demokratikleşmenin de olmadığını göstermektedir. Vicdani Red olayı yaşanırken kıllarını bile oynatmayanların aslında derin bir şekilde bu konular çözülmeden mecliste koltuk sahibi olunmasının da bir manası olmadığını artık anlamaları gerektiği vurgulanmalıdır.
Seçimden de daha önce kıbrıslı türklerin özgürleşmeleri gerektiği esas olanın da özgürleşmek olduğu bir kere daha Haluk Selam Tufanlı olayıyla ortaya çıkmıştır.
http://www.yenicag.com.cy/yenicag/2014/12/vicdani-red-olayi-ulus-irkad/