Ekonomik kriz hallerinin normalleşmesi, yoğunlaşan siyasi baskılar, toplumsal pasifizasyon, şiddetin farklı türevlerinin (kadına yönelik şiddet, göçmenlere yönelik şiddet…) yaşamın parçası haline gelmesi vb. gibi durumlar, özellikle son beş yıldır sadece toplumsal gündemin değil, bireysel gündemimizin de bir parçası. Bir parçası çünkü böyle bir gerçekliğin içerisinde yaşamaya “zorunlu” bırakılıyoruz.
Tüm bunları konuşurken bu durumun merkezi noktasında bulunan şiddeti es geçemiyoruz. Es geçemiyoruz ama tam da burada bırakıyoruz. Şiddet doğal bir durummuş da, aşırısı fazlaymış gibi düşünüyoruz belki de. Ancak şiddeti konuşurken üstünden atlanılan önemli bir konu, şiddet yaratan mekanizmalar ve şiddetin kurumsallaşmış hali/kültürü…
Militarist yapının ismini koyamadığımız sürece; devletin ordu kurumunun varlığını anlamlandıramadığımız sürece; militarist kültürün topluma ilmek ilmek (erkek egemenliğiyle, milliyetçilikle vb.) nasıl işlendiğini fark edemediğimiz sürece hangi sıkıntıyla bireysel ya da toplumsal olarak karşılaşırsak karşılaşalım çözüme odaklanmıyoruz demektir.
Nasıl mı? Yaratılan bir düşman ve buna karşı savaş sadece meşru kılınmıyor, meselenin ana nedenini görünmez kılıyor. Bu sadece yaşadığımız coğrafyada uygulanan bir devlet politikası değil. Savaş, iç ve dış gündem değişikliğinin devlet eliyle işleyen en önemli araçlarından birisi.
Ne pahasına mı? Yaşanan ölümler, yaşam alanlarının yok oluşu, zorunlu göç,…
İçerisinde yaşadığımız siyasi, ekonomik ve toplumsal sıkıntıları bir de buradan yani anti-militarist bir perspektiften düşünmeye ihtiyaç var.
————-
Vicdani ret, “zorunlu askerlik” uygulamasının (her devlet zorunluluğunda olduğu gibi) bireyin iradesini yok saymasını sorun eder. Birey, iradesine yönelik bu şiddete karşı çıkmış olur vicdani retle. Ancak, bu sadece bireyin “zorunlu”luğu yerine getirip getirmemesiyle ilişkili değildir.
Siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunların militarizm perspektifiyle değerlendirildikten sonra, bireyin bu sorunlara karşı tutumuyla ilişkilidir aynı zamanda. Birey, şiddetin kutsandığı kurumları, şiddetin normal kılındığı uygulamaları ve bunun sistematik hale gelmesiyle oluşan kültürü reddeder. Vicdani retçinin sıkıntısı, sadece 14 ay, dokuz ay, iki ay askerlik yapmak ve yapmamakla ilişkili değildir. Militarist mekanizmaların varlığına karşı bir mücadelenin yalnızca bir parçası ama önemli bir parçasıdır vicdani ret.
—————
2009’dan bu yana vicdani ret mücadelesinin içinde olan bir devrimci anarşist olarak 2015’te vicdani reddimi açıkladım. Savaş ve militarist kültürün farklı biçimleriyle bu kadar yoğun karşılaşırken; bir yandan bireysel bir açıklama, bir yandan buna karşı mücadelenin toplumsallaşması adına bir adımdı.
Devletler, onlara biat etmeyen, baskıya-zulme-şiddete karşı direnen, mücadele eden herkesi, bugüne kadar gözaltında kaybetti, katletti, duvarlar ardına hapsederek yıldırmak istedi. İktidarlar, kendi çıkarları uğruna çıkardığı her savaşta halkları yerinden yurdundan etti; ezilenleri katletti.
Ben, devrimci anarşist bir birey olarak, iktidarların kendi çıkarları uğruna çıkardıkları her savaşta, ezilenlerin katledilmesini reddediyorum. İrademin gasp edilerek, inanmadığım bir iktidarın boyunduruğuna hapsedilmesini; orduların nice sayısız kardeşimin yaşamını gasp etmesini reddediyorum.
Yaşadığımız coğrafyada varolan militarist kültüre ve şiddete karşı vicdani retçiler, savaş karşıtları ve antimilitaristler on yıllardır mücadele ediyorlar. Üyesi ve gönüllüsü olduğum Vicdani Ret Derneği on yıllardır süren bu mücadelenin daha da toplumsallaşması için çalışıyor. 2013 yılından bu yana dernek çatısı altında birçok farklı yerelde birçok antimilitarist çalışmanın parçası olan bir birey olarak, vicdani reddin bu topraklarda giderek toplumsallaştığını, savaş karşıtlığının ve militarizme karşı mücadelenin farklı birçok mücadele alanlarıyla kesiştiğini/kimi zaman da ortaklaştığını belirtmek doğru olacaktır.
Bu coğrafyada vicdani ret mücadelesi toplumsallaşırken, elbette bir yandan da vicdani retçilere yönelik baskılar sürüyor. “Sivil ölüm” olarak adlandırdığımız durum ise, bu baskının belki en yoğun ve görünür hali olarak karşımıza çıkıyor. Vicdani retçiler, her an bir GBT’ye maruz kalma endişesiyle seyahat edemiyor. Sigortalı çalışamıyor, hatta zaman zaman doğrudan Milli Savunma Bakanlığı tarafından iş yerlerine yollanan tebligatlar sebebiyle işten çıkarılıyorlar. İşte tam da bu noktada, örgütlü olmanın gücü devreye giriyor. Vicdani retçi yalnızsa üzerine gitmek daha kolay, ancak özellikle Vicdani Ret Derneği, buna benzer sıkıntıları olan insanların yan yana gelmesi, birlikte hareket etmesi, birlikte ses çıkarılmasına yönelik bir program işletiyor. İhtiyaç hissedilen hukuki destekten, militarist politikalara yönelik eylemliliklere vicdani ret toplumsallaştırılıyor.
Devlet artık süreklileştirdiği “bedelli askerlik” uygulamasıyla da aslında vicdani retçileri yok saymayı sürekli hale getirdi. Asker “kaçağı” konumunda bulunmanızın altını siyasi temellerle doldurmaya başladığımızda, bedelli askerlik uygulamasıyla karşımıza çıktı. İrademizin gasp edildiği bu askerlik süresini “parasını ödeyerek kısaltmayı” bir “alternatif” olarak sundu.
Ancak biz vicdani retçiler için zorunlu da olsa bedelli de olsa askerliğin kendisi irademizin, kimliğimizin gasp edilmesi ve öngörülen askerlik süresi boyunca maruz kalacağımız ezilme, baskı ve şiddet anlamına gelmektedir.
Vicdani ret nedir? Vicdani ret, işte tüm bu olan biteni reddetmektir.
Vicdani reddin sadece bireysel bir tutum olmadığı, toplumsal bir reaksiyon olduğu takdirde neler olabileceğini akılda iyi tutmak gerekir. 1968’de dünyanın farklı yerlerinde askere gitmeme, devletlerin kanlı politikalarının piyonları olmayı reddetme siyasal bir harekete dönüşebilmiş, ırkçılığa, milliyetçiliğe, faşizme karşı bir duruşu toplumsallaştırabilmişti.
Tam da bu durumu akıllarda tutmaya ihtiyaç vardır. Bugün bireysel bir tavır, tutum olarak görülen vicdani reddin toplumsallaşmasından başka nasıl büyük bir strateji düşünebiliriz ki.
* Vicdani Ret Derneği (VR-DER) üyesi vicdani retçi
Kaynak: Gazete Duvar