43 Yıl Sonra, Hala…

Vicdani Ret İzleme’nin, 1 Eylül Dünya Barış Günü için yayınlamış olduğu metni paylaşıyoruz.

Her 1 Eylül ve 21 Eylül, 43 yıldan bu yana, barış içinde bir dünya umuduyla, farklı coğrafyalarda Barış Günü olarak kutlanır. Her Barış Günü, bize bir şey hatırlatır: Dünya Savaşı’nı. Her sene bir öncekinden daha ironik bir hale gelen bir gün. Her geçen sene, savaşların yol açtığı yıkımın gittikçe büyümesi ve yaygınlaşmasıyla yüzleştiğimiz bir gün.

Almanya’nın 1939 yılında Polonya’yı işgal ettiği ve İkinci Dünya Savaşı’nı başlattığı 1 Eylül, yaşadığımız coğrafyada her yıl “Barış Günü” olarak kutlanıyor. Peki, Barış Günü’nün dayandığı bu tarihin üzerinden geçen onca yılın ardından, üzerinde savaş dumanının yükselmediği bir coğrafya var mı?

Bugün, dünya büyük bir savaş alanı haline gelirken, savaş kendi politikasını, kendi ekonomisini, kendi toplumsal kültürünü gün geçtikçe daha fazla dayatıyor. Kendini kaçınılmaz bir gerçeklik olarak sunuyor. Filistin, Ukrayna, Lübnan, Yemen, Kürdistan, Tigray, Somali, Türkiye, Suriye, Myanmar, Bangladeş, Irak, Kıbrıs, Afganistan, Kuzey ve Güney Kore ve nice farklı bölgede 2 milyarın üstünde insan çatışma bölgelerinde bu gerçekliği deneyimliyor. Dünya, şu anda 1945’ten bu yana en yüksek sayıda çatışmayı yaşıyor.

Savaş, bu bölgelerde gıda krizi ve salgın hastalık gibi dolaylı ölümlere yol açacak başka aygıtlarını beraberinde getirirken; dünyanın en büyük endüstrisi haline geliyor. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü SIPRI’nin Nisan 2024’te açıkladığı verilere göre toplam küresel askeri harcamalar 2443 milyar dolara ulaşmış durumda. Devletler arası askeri ticaret, bir yandan savaşı yaygınlaştırırken öte yandan jeopolitik ittifaklar ve düşmanlar oluşturarak savaşın sürekliliğini garanti altına alıyor. Lockheed Martin, Boeing, General Dynamics, Raytheon, Northrop Grumman gibi silah endüstrisi devleri küresel ekonomik krizde dahi en çok kazananlar haline geliyor.

Katil drone’lar, katil robotlar, yapay zekayla kontrol edilen silah sistemleri ve hipersonik füzelerle övünen ordular ve devlet destekli şirketler, ölümlerin hızını ve şiddetini artırmayı hedefliyor. Tüm bilimsel yapılanmanın ve teknolojik gelişimin, savaş aygıtlarına ve savaş aklına eşitlendiği bir süreci yaşamaya zorlanıyoruz.

Savaşın fiili olarak hüküm sürdüğü coğrafyalarda bugün, nükleer savaş ihtimalini konuşuyoruz. Dünya Savaşı’nda deneyimlediğimiz nükleer vahşet, savaşın şuursuzlaştırdığı bir nefret ikliminde, bugün bir ihtimal olarak karşımızda duruyor. Kesintisiz savaşların tarafları, birbirlerine umarsızca nükleer tehditler savuruyor.

İnsanlığın son on yıllık süreçte yaşadığı pandemiden, iklim krizinden, siyasi ve ekonomik krizden beslenen kaygı, güvenlik adı altında yaratılan savaş kültürüyle kışkırtılıyor. Ana neden konumundaki savaş, tüm sorunların çözümüymüş gibi sunuluyor. Bu savaş pragmatizmi, gündelik yaşamda militarist kültürün baskın hale gelmesiyle sonuçlanıyor. Bu kültürün ürünü olan bireyler, birer savaş aygıtı olarak farklı şekillerde karşımıza çıkıyor.

Peki süregiden savaşlar boyunca, üzerinde savaş karşıtlarının olmadığı bir coğrafya var mı?

Savaş bölgelerinin hemen hepsinde, savaş hegemonyasının bloke etmeye, görünmez kılmaya çalıştığı savaş karşıtları, vicdani retçiler ve barış savunucuları var olmaya devam ediyor. Savaş çığırtkanlığı yapan, savaş endüstrisinden beslenen iktidarların baskıyla, tutuklamayla, işkenceyle tehdit ettiği ve sindirmeye çalıştığı barış savunucuları hala direniyor.

Tayland’da Netiwit, İsrail’de Yuval, Belarus’ta Mikita, ABD’de Aaron, Ukrayna’da Yurii, Kıbrıs’ta Halil savaş çığırtkanlarına karşı çıkıyor, direniyor ve reddediyor… Vicdani retçiler, küresel çapta yıkımı giderek derinleştiren çatışmacı zihniyete ve savaşın acımasızlığına meydan okumaya devam ediyor.

Savaş endüstrisi ve sisteminin büyüklüğüne rağmen, barış şarkısını en zor coğrafyalarda bile seslendirmeye çalışanlar var olmaya ve var etmeye cüret ediyor.

43 yıl sonra, hala, savaşların olmadığı bir dünya umuduyla ve inancıyla…

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org