Gürsel Yıldırım

2010, 11 Ekim Gürsel Yıldırım – Almanya’dan SK’ya mektup gönderdi     Böylesi absurd sözler Türk toplumunda sabit yerini korurken, Türkiye’nin Genelkurmay’ı tarafından zorunlu askerliğe alternatif olan vicdani ret hakkına karşı bir tez olarak kullanılmakta: “Bilindiği gibi, örf ve âdetler hukukun yazılı olmayan kaynaklarındandır. Kendi hukukumuz da doğal olarak kendi kültürümüzden etkilenmistir” diyor Mu. Kur. Bnb. Ersin KAYA “Vicdani

2010, 11 Ekim Gürsel Yıldırım – Almanya’dan SK’ya mektup gönderdi

 

 

Böylesi absurd sözler Türk toplumunda sabit yerini korurken, Türkiye’nin Genelkurmay’ı tarafından zorunlu askerliğe alternatif olan vicdani ret hakkına karşı bir tez olarak kullanılmakta: “Bilindiği gibi, örf ve âdetler hukukun yazılı olmayan kaynaklarındandır. Kendi hukukumuz da doğal olarak kendi kültürümüzden etkilenmistir” diyor Mu. Kur. Bnb. Ersin KAYA “Vicdani Ret Uygulaması ve Türkiye” baslikli yazisinda. “Avrupa kültürü tarafından normal karşılanan vicdani reddin” Türk kültürü anlayışına ters düştügünü ve bu yüzden de tartışma konusu olamayacağını belirtiyor 2006’da Genelkurmaylığın “Stratejik Araştırmalar Dergisi”nde yayınlanan makalesinde. Türk toplumununda “askere gitmeyene kız verilmediği”, “ana sütünün helal edilmediği” kültürümüze aykırılığı tartışma götürmez bir gerçektir” diyerek, bu kültür anlayışına denk düşen tavsiyelerde bulunuyor: “Gençlerimizi vicdani ret konusundaki menfi propagandadan korumak maksadıyla, hâlen liselerde okutulan “Millî Güvenlik Bilgisi” derslerinden istifade edilmesinin uygun olacagi” (Ersin Kaya, Stratejik Araştırmalar Dergisi Eylül 2006 Sayı 8)
2011’e yaklaşırken, Türkiye’de özellikle sol-liberal akımlar tarafindan AKP kaynaklı bir “değişim rüzgarı”nin estiği üzerine yazıp çiziliyor. Bu rüzgarla birlikte birçok pisliğe bulaşmıs ordu mensubu yüksek rütbeli darbeci askerlerin tutuklanarak mahkemeye sevkedilmeleri muhalif çevreleri heycanlandırıyor, toplumun belli bir kesminde askerin siyasi arenayi terkederek kışlasına çeklieceği umutları gelişiyor. Gercekten de son dönemlerde Türkiye’nin köklü militarist yapısını ve yapıda bir kast olarak varlığını koruyan Ordunun Hegemonyasını sarsan bir süreç mi yaşıyoruz, bunu zaman gösterecek. Fakat bu süreç Türkiye’de sömürgeci güçlerin paylaşım kavgasının ötesine gitmediği sürece, toplumda var olan militarist zihniyet emanzipatif bir sosyal hareketin dinamizmiyle çakışarak değişmediği sürece, Zorunlu Askerlik alternatifi olmayan bir “vatan görevidir” anlayışı şiddetle uygulandığı sürece, sırf Türkiye’de yaşayan muhalif toplumsal kesimler ezilmeyecek, Türkiye dışında yaşayan TC vatandaşları da TC devletinin zoraki yaptırımları karşısında “çantada keklik” rollerinden kurtulamayacak..
50inci yılını dolduracak olan Avrupa’ya İşçi Göçü Tarihi üzerine yeni hikayeler yazılıp çiziliyor. İş gücünü alan-satan devletler 50inci yılı protokollerle kutlamaya hazırlanıyor. Bu kutlamalar sürecinde “Türk Toplumu”nun elit temsilcileri ve “ev sahipleri”, uyum içinde birlikte yaşamanın gereği üzerine alışılagelmiş içi boş dostluk lafları sarfederek, sembolik poz verecekler kameralara. “Yerli” politikacılar “ev sahipleri”ni temsilen, yerli-yabancı kategorileri üzerinden “yabancılar”la birlikte yaşamanın problemleri (“uyum problemi!”) üzerine dersler verecekler. Buna karşılık “Alman-Türkler”in elitleri de “uyum problemi” bağlamında kendi sıkıntılarını (ırkçılık, işsizlik, anadilde eğitim vs..) dillendirecekler. Büyükbaş politikacılar Türkiye’li Göçmenler üzerinden el sıkışıp yeni pazarlıklar yapacaklar. Erdoğan Merkel’e Türkiye ve “Yurtdışı Türkleri”i adına taleplerini sıralayacak. Buna karşılık Merkel Erdoğan’a Türkiye ve “Alman-Türkler” bağlamında Avrupa’nın sınırlarını tekrarlayacak. Kısacası alışılagelmiş Türk-Alman rituelleri tekrarlanacak. Geçmişteki ritüellerde olduğu gibi karşılıklı Show’lar yapılacak. Türkiye dışında yaşayan TC vatandaşları açısından özellikle ekonomik bir yük olan önemli bir konu gündem olmayacak. Bu sorunun formel adı “Bedelli Askerlik”tir. Türk Militarizmi ile köklü bağları olan bu sorun Avrupa’da yaşayan Türkiye’li göçmelerin tabusudur.
Bunun başlıca nedenlerinden birisi, “Yurtdışı Türkü”nün de Türkiye’deki sürece paralel olarak Türk milliyetçiliği ve militarist bir bakış açısı ile şekillendirilmiş olması ve buna uygun olarak “Türk Toplumu” adına Türklük temelinde milliyetçi bir şekilde örgütlenmiş birçok kurum ve bunların çatı organizasyonlarının varlığıdır. Almanya’da “Türk Toplumu”nun sözcülüğünü yapan örneğin Kenan Kolat’ın ATT’si gibi göçmen çatı örgütleri Türk militarizmini sorgulamaktan yoksun bir anlayış içerisindedirler. Bu çatı örgütleri Türkiye endeksli politik alanlarda Türkiye’nin dış politikasının gereğince şartlanmışlardir. Göçmen Türkiye’lilerin sorunlarına Ankara’nın penceresinden bakarlar. Dolaysıyla “Bedelli Askerlik” konusunuda söz sarfetmeleri ya da gündemlerine alarak taşımaları beklenemez. Bu sorun Türkiye’lilerin sözde temsilcileri açısından yoktur.
Avrup’lı Türkiye’liler, gerek içerisinde bulunduğu ekonomik sorunlardan/krizlerden kaynaklı olsun, gerekse “Bedelli Askerlik” yaptırımını aslında bir “Kelle Parası Gaspı” olduğunu düşünsünler, bu yük altında sömürülme/ezilme yerine, risk alarak, tek başına kalacağını bile bile, bu tabuya dokunmaktan çekindiği için, sorun Türkiye’li “Bedelli Askerlik” mağdurları açısından da yoktur. Mağdurlar açısından sessizce katlanılan bir mesele vardır. Bu mesleden kaynaklı acılara dokunmadan boyun eğme eğilimi vardır.
Bunun nedeni, sadece “yabancı” ülkelerde yaşayan ve kendilerini çoğulcu toplum tarafından kabul görülmeyen azınlıklar olarak hissetmeleri/bilmeleri ve dolayısyla Benedic Anderson’un “Uzak Mesafe Milliyetçiliği” (Long Distance Nationalismus) dediği eğilimler içerisinde olmaları değildir. Bunun nedeni, sadece Türkiye’li göçmenlerin politik hayatları üzerinde hegemonyal etkileri olan Türkçe TVler, günlük gazeteler ve Konsolosluklar da değildir. Bu sorunun tabu olmasınının asıl nedenlerinden birisi, Türkiye’li göçmenlerin “asıl memleket”leriyle gönül bağlarının güçlü olması da değildir. Türk ordusu kendisini hem yurtdışında yaşayan Anadolu/Mezapotamya doğumlu göçmenleri, hem de yurtdışında doğmuş olan Türk vatandaşları için yetkili gördüğü sürece ve Türkiye Genelkurmayı’nın “Yurtdışı Türkü”ne 38 yaşına kadar “Anavatan”da askerlik yapmış olmaları dayatmaları devam ettiği sürece, bu sorun göçmenlerin kanayan bir yarası olmaya devam edecektir.
Bu durumda Türkiye ile formel ve sosyal olan bağlarını koparmak istemeyen “Yurtdışı Türkleri”i tek alternatifi, Türk Devleti tarafından “sunulan hizmet”ten “yararlanarak” Burdur’da 21 günlük “temel askeri eğitim” almayı öngören “Bedelli Askerlik”i yapıp kurtulmakta görüyor. Bu “kurtuluş”un bedeli 38 yaş sınırı içinde bulunan Türkiye’li göçmeler için 5.112 Euro, 38 yaş sınırını aşanlar için 7.668 Euro’dur. 40 yaşını geçenler için ise dönem dönem değeri 10.000 Euro olan “af”lar gündeme geliyor. Bu sömürü özellikle 38 yaşını geçmiş Türkiye’lileri olumsuz etkilemektedir, çünkü “bedelli askerlik hizmeti”den bu zamana kadar “yararlanmamış” göçmelerin TC pasaportları konsolosluklar tarafından bir daha uzatılmamaktadır. “Ne kadar yaşlı o kadar dolgun“ prensibinin geçerli olduğu “bedeli”ni ödeyemeyen mağdurlar, 38 yaşınıdan sonra geçerliliği olmayan bir pasaportla ortada kalmaktadır. Bu durum mağdurların somut olarak tüm sosyal ve mesleki sonuçlarıyla, hayatlarını bir şekilde illegal yöntemlerle devam ettirmeleri zorunluluğu anlamına geliyor. Bu kısır döngü mağdurlarda psikolojik hastalıklara da yol açıyor.
“Bedelli Askerlik”ten muaf olmak için Alman vatandaşlığına geçiş bir alternatiftir, ama Alman yasalarına göre bunun için ön koşulu Türk vatandaşlığından çıkmış olmaktır. Ancak Ankara (Içişleri Bakanlığı), 38 yaş sınırını geçmiş ve askerliğini yapmamış olan Türkiye’lileri vatandaşlıktan çıkarmıyor. Eğer Alman Vatandaşlığına geçiş Dairesi de bu duruma rağmen Alman pasaportunu vermezse Berthold Brechts’in “Kaçakların Konuşmaları”nda yazdığı gibi ”İnsanın asil tarafı” yok oluyor. Mağdurlar Türk Devleti’nin “hizmet” adı altında dayattığı “Bedelli Askerlik” için yeterli parayı bulamıyor ve Alman vatandaşlığına geçiş şartını 38 yaşını geçmeden önce yerine getiremiyorsa, kısacası Alman Hükümeti’ne göre “işe yarar yabancı” değilse, iki devletin kıskacı altında kalarak Türkiye’de vicdani retçiler için ifade edilmiş olan “sivil ölüm” benzeri durumlara düşüyorlar. Bu durumun suçlusu aynı zamanda Alman vatandaşlığını vermemekte ısrar eden alman yasalarıdır. Dolayısıyla Alman Devleti’nin Alman Vatandaşlığına geçiş şartları (Devlete bağımlı olmayacak şekilde yeterli gelir ve herhangi bir suç işlememiş olmak) bir şekilde Türkiye’nin ‘kelleparası’ Gaspı’na ortaklıktır. Sosyal yardımla yaşayan işsiz Türkiye’li göçmelerin bir çoğu çaresizlikten borç ya da kredi alarak bu ‘kelleparası’ gaspına boyun eğmektedirler.
Ekonomik nedenlerden dolayı “Bedelli Askerlik Hizmeti”nden “yaralanamayan” ya da kendine göre haklı nedenlerden dolayı reddeden 38 yaşının üstündeki Çifte Vatandaşlar da “asker kaçağı” konumuna düştüğü için sınırda tutuklanıp askeri hapishaneye atılma riskini göze almadan Türkiye’ye giriş yapamamaktadırlar. Mağdurların bu durmunu Türkiye kendi “Yurtdışı Türklerine” yönelik yasal bir tehdit olarak kullanmaktadır.
Vicdani Ret hakkı Türkiye’li göçmenlerin yerleşik olarak yaşadığı Avrupa’nın bütün devletlerinde anayasal güvence altındadır. Buna rağmen, Avrupa’da doğmus büyümüş olsalar bile, TC vatandaşı olan Türkiye’liler için zorunlu askerliğe alternatif (örnegin Almanya’da olduğu gibi) ne bir “sosyal hizmet” (Zivieldienst) hakkı ne de savaş karşıtı olarak vicdani red hakkı vardır. Görünen o ki, Türkiye Genelkurmay’ının gündeminde zorunlu askerliğe alternatif bir gündem olmadığı sürece bu konu sivil hükümetlerin de gündeminde olmayacak. Dolayısıyla daha nice yıllar Türkiye’nin akıl almaz, absürd yaptırımları altında ezilen göçmen kuşakları olacak. Örneğin 17sinde meslek eğitimine başlayan “yerli” Alman Mark heyacanla ehliyet parası biriktirirken, aynı yaşta onunla birlikte meslek eğitimine başlayan mahalle arkadaşı “yabancı” Mehmet Türk, sadece izinlerden tanıdığı bir devletin ordusu icin para biriktirecek. Türkiyeli göçmenleri temsilen yola çıkmış elit Türkler, Alman devletinden bir cok politik, kültürel, hukuksal vs.. alanlarda eşitlik taleplerini dilllendirirken, neden bu paradoxu görmezler? Bu görünmez mesele, “anavatana hizmet”in kutsallığıyla mı ilgili acaba? “Uzak Mesafe Milliyetçiliği”nin gereği Burdur’da “vatan hizmeti” heyecanıyla yanıp tutuşan, bunun için çalışıp para biriktiren “Yurtdışı Türkü” gençleri de var elbet. Fakat kendi iradesi dışında Türk Devleti’nin “Yurtdışı Türkleri” kategorisine alınmış antimilitarist gencler de var. Türkceyi bilmeyen binlerce “Kürt-Alman” gençleri de “Bedelli Askerlik” mağduru. 21 gün Burdur askeri türkleştirme kampında bu gençlerin yasadıkları durumları bir düşünün.
Türk Devleti’ne göre “Bedelli Askerlik” uygulaması “sunulan hizmet”tir ve Türkiye’li göçmenlerin, askerlik süresi yüzünden oturum statüleri ve işlerinin tehlikeye girmemesini sağlar. Her ne kadar anaerkil bir kavramla “anavatan” için denilse de burada söz konusu olan asıl mesele, “Yurtdışı Türkleri”nin kelle parasıdır. Gerçekte bu “hizmet” kendi Vatandaşlarına karşı savaş için askeri bütçeye kaynak gasbıdır. Milliyetçi saplantılar içerisinde bulunmayanlar Türk Devleti’nin militarist bakış açısını kabullenmez. Bu duruşta olan Türkiye’liler Türk Devleti’nin bu yaptırımını, şiddete dayalı bir gasp denemesi olarak algılar. Burada doğru duruş “Türk ordusu için ne bir cent, ne de bir saniye”dir. Bu zoralamaya karşı 38 yaş sınırını beklemeden bir an önce Türk vatandaşlığından çıkmakta bir alternatiftir. Ayrıca Av. Mülayim Hüseyin’in “Almanya’da vicdani red hakkı” başlıklı yazısında belirttiği gibi Türkiye’li göçmenlerin de yaralanabileceği vicdani ret hakkı vardır Almanya’da. “Öğretide genel kabul gördüğü şekliyle vicdani ret (conscientious objection / objection de conscience / Kriegsdienstverweigerung) “kişinin, dini, siyasi, ahlaki nedenlerle askerlik hizmetini, silah altına alınmayı reddetmesidir”. (Detayli bilgi icin: http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=1&ArsivAnaID=57694)
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 18’inci maddesinde ve Uluslararası Siyasi ve Medeni Hakları Sözleşmesi’nin (ICCPR) 18’inci maddesinde de belirtildiği gibi, düşünce, vicdan ve din özgürlüğünün meşru bir kullanımı olarak zorunlu askerlik hizmetine karşı vicdani ret hakkı vardır. Birleşmiş Milletler (BM), devletlerin “vicdani retçileri askerlik hizmetlerini yapmadıkları için hapse mahkum etmek ve sürekli cezalandırmaktan geri durmaları” gerektiğini vurgulamasına rağmen Türkiye’nin askeri cezaevlerinde vicdani retçiler eksik olmaz. Son olarak 5 Ağustos günü İstanbul’daki evinden gözaltına alınarak ‘firar etmek’ suçlamasıyla tutuklanan vicdani retçi İnan Süver Askeri Cezaevi’nde tutuluyor. Bugün Şirinyer Askeri Mahkemesi’nde yargı karşısına çıktı. Tutukluluk halinin devamına karar verilen Süver’in duruşması 15 Kasım 2010’a ertelenerek askeri hastaneye sevk edildi.
Buradan İnan Suver’i selamlayarak vicdani reddimi açıklıyorum..

Almanya, 11 Ekim 2010

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org