Militarizm, Anti-militarizm ve Vicdani red * – Tuncay Atmaca

Türkiye’de genel olarak sosyalist hareket modern devletin özü gereği militarist olduğu gerçeği ile hesaplaşmıyor. Hesaplaşmadığı içinde anti militarist mücadeleyi yadırgıyor/yok sayıyor ve görmezden geliyor. Hatta kimi militarizmi savunuyor/kutsuyor.

Tuncay Atmaca

Militarizm; “ordu kavramının Fransızca karşılığı olan militaire (İngilizce, military) etimolojik olarak Latince ‘askerlik ve savaşa dair’ anlamına gelen militaris’e dayanmaktadır. Dolayısıyla militarizm (Fr. Militarisme, İng.militarism) kavramını Türkçe’ye orduculuk veya askerlik olarak çevirmek mümkün. Michael Mann’a göre militarizm “savaş ve savaş hazırlığını normal ve arzu edilir bir sosyal etkinlik olarak algılayan tüm yaklaşımlar ve kurumsal oluşumlardır.”

Alfred Vagts’ın deyimiyle, “militarizm savaş zamanından çok barış zamanında gelişir.” Başka militarizm tanımlamalarında, ordunun siyasal ve toplumsal hayatta etkin rol alması, sorunların çözümünde şiddet kullanımının meşru görülmesi, hiyerarşinin yüceltilmesi, erkekliğin şiddet kullanımı kadınlığın ise korunma ihtiyacı ile özdeşleştirilmesi gibi özelliklerde vurgulanmaktadır.

Alfred Vagts, sivil militarizm ile askeri militarizmi birbirinden ayırarak, askeri militarizmi, ordunun askeri çıkarları değil askerlerin çıkarı yönünde hareket etmesi olarak tanımlamıştır. Bu görüşe göre, ordu bağlamında militarizm ancak askeri çıkarlardan sapıldığı ölçüde geçerlidir. Ordunun sivil hayata etki etmesi, askerlerin ve askeri değerlerin siyasette ve toplumsal hayatta yüceltilmesi ise sivil militarizm başlığında incelenmektedir.” (Ayşe Gül Altınay)

Üzerinde yaşadığımız coğrafyada ise egemen devlet TC kurulduğu ilk günden itibaren bir militarist yapılanmadır. Daha 1908’den itibaren devlet projesinin bir asker millet yaratma projesi olduğu söylenebilir. Özellikle 1930’lar sonrası geliştirilen ordu millet kavramı Türk milliyetçiliğinin kurucu öğelerinden biri olmuştur. Bu nedenle militarizmin hayatlarımızda sızmadığı alan kalmamıştır. En küçük hücrelerimize/ toplumun en küçük hücrelerine kadar militarizm hâkimdir. Günlük hayatımızın her anı militarist pratiklerle tıka basa doldurulmuş durumda. Öyle ki verili toplumun temel yapı taşı olan aile, militarist pratiğin de ilk ortaya çıktığı ortam haline gelmiştir. Sonra bunu sırasıyla okul, vb. takip ede gelmiştir. Yani diyebiliriz ki, adına devlet denilen ya da “modern güç devleti, bizzat militarizmdir.” (Nilgün Toker)

Evet, TC kurulduğu ilk günden itibaren militarist bir yapılanmadır. Çünkü korku ve kontrolü ilke edinmiştir. Militarizm korkunun içselleştirilmesi demektir. Korku sürekli kılındığında militarizm varlığını sürdürmeye devam eder. Mevcut sistemin bekası için korku sürekli canlı tutulmalı ve sürekli yeni bir düşman tanımlanmalı. TC kurulduğu ilk günden itibaren böyle yapmıştır/ yapmaya devam ediyor.

Militarizm hayatımıza öylesine işlemiş ki militarizmi en çok eleştirdiğini söyleyen sosyalist hareketlerde bile bunun nüvelerini görmek mümkün. Hiyerarşik yapılanmalar, dıştan dayatılan disiplin, amaçsız şiddet(!) kendi iç işleyişinde tabu haline getirilmiş bireyler, tartışmama, tartıştırmama, hiçbir şeyi sorgulamama… vb.

Militarizm, tekniğin egemen olduğu, şiddet ve zor aracılığıyla sağlanan bir kontrol/güç düzeni olduğuna, eleştirel aklı yok eden teknik, araçsal, hesaplayıcı bir aklın hegemonyası olduğuna, bu teknik karşısında insansal iradeyi hiçleştiren bir yapı olduğuna göre, aslında iradesizleştirilmiş insanların üstünde bir egemenlik, tahakkümdür. İradesizleşmiş insanın eylemlerini buyruk ve görevlerini belirlediği insanın, düşünme yeteneğini de ortadan kaldırmıştır. Kitle toplumu adı verilen bu modele göre biçimlendirilmiş ve eylem ilkesini kendi düşünme etkinliğiyle tesis edemeyen, böylece temel niteliği, uyma ve itaat olan insana, özgürlüğünü iradesini geri verme, militarizmin temsil ettiği politik “kötü”yü ortadan kaldırmakla mümkündür. Bunun için aslında insanın iradesini geri kazanma mücadelesine girmesi, politik alanı söz, konuşma ve kendi özgürlüğünü gerçekleştirecek eylem alanı olarak yeniden kurmasıyla mümkündür. (Nilgün Toker, Anti-militarizm sorumluluktur)

Militarizm tahakkümü hayatımızın her alanında hâkim kılmıştır. Serpil Sancar’ın, Erkeklik; İmkânsız İktidar kitabında yaptığı görüşmelerde bir görüşmeci bunu çok net ifade ediyor. Şöyle diyor; “Askerlik otoriteyi kabul ettirme aracı… Türkiye’de askerliğin otoriteyi kabul ettirmede ciddi bir araç olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de toplumsal olayların olmamasının, ciddi ideolojik gelişmeler olmamasının, insanların talep etmemelerinin temel nedeninin erkeklerin askere gitmesi olduğunu düşünüyorum. Erkekler askere gittiklerinde dayak yemenin normal olduğunu, bu toplumu yöneten birileri olduğunu, o birilerinin de asker olduğunu, böylece çok isyan etmemeleri gerektiğini öğreniyorlar… Bunun ciddi ideolojik bir tercih olduğunu düşünüyorum…” (age.sy:166-167)

Üzerinde yaşadığımız coğrafyada da gördüğümüz üzere “militarizm, çeşitli kutsallıklar aracılığıyla tüm şiddet biçimlerini, kendi varlığı adına meşrulaştırır ve toplumsallaştırır.” (Selek-Sönmez)

Anti – militarizm başkaldırmaktır!

1905 yılında Lev Tolstoy, bir tespit yapıyor. Ve Tolstoy, “ Avrupa’daki iktidar odakları zorunlu askerlik hizmetini hiç itirazsız kabul ettiler; oysaki kölelikti bu, hem de eski dönemlerdeki kölelik koşullarıyla kıyas kabul etmez bir yozlaşma ve irade kaybı söz konusuydu.” diyor. Tam da bu anlamıyla anti militarizm başta zorunlu askerlik olmak üzere bir başkaldırıdır.

Çünkü anti militarizm esasta kapitalizm ve emperyalizme karşı güçlü bir eleştiri aracılığıyla ortaya konulmuş olan ve güce dayalı egemenlik sisteminin reddi anlamına gelen bir harekettir. Çokça dillendirilenin aksine, anti militarizm salt bir savaş ve şiddet karşıtlığı değildir. Tam da tahakküm biçiminin eleştirilmesi ve reddedilmesidir. Eğer, bu tahakküm biçiminin militarist devlet formunda cisimleştiği göz önüne alınacak olunursa, anti militarizm kapitalizmin yarattığı güç tekeli olarak devlet ve egemenlik ilişkilerinin reddidir. Çünkü hiç de belirtildiği gibi ve yukarıda kısaca izah etmeye çalıştığımız anlamda militarizm yalnızca ordulara ait bir nitelik değildir. Tam tersine bu orduları egemenliğin temel taşıyıcısı ve devam ettiricisi olarak tesis eden bir sistem ve düzenin niteliğidir.

Belirttiğimiz gibi, şiddeti güç tekeli olarak modern devletin yapısına ilişkin bir eleştiriyle ortaya koyan anti militarizm, militarizmi salt savaş pratiğinde ortaya çıkan ve ordulara ait bir nitelik olarak tanımlamaz. Güç tekeli olarak devletin militer bir yapı içerdiğinden yola çıkarak, aslında devletin yapısına yönelik bütüncül bir karşı çıkıştır. Anti militarizme göre, korku kavramına dayalı olan ve korkunun topluma içselleştirilmesiyle varlığını sürdüren modern disiplin toplumlarında devletin temel niteliği militarizmdir. Bu anlamıyla güç devletinin militarist yapısının en görünür olduğu yer, ordu ve devlet arasındaki özsel ilişkidir. Tam da bu nedenle orduya katılmayı reddetmek doğrudan devletin ne olduğunu açığa çıkarma, görünür kılma mücadelesinin en açık ifadesidir.

Yukarıda değinmeye çalıştık. Militarizm bir itaat etme düzeninin adıdır. Bireyin iradesinin yok edilmesidir. Bu nedenle militarizme karşı çıkmak, özgürlüğün yok edilmesine, iradenin gaspına karşı çıkmaktır. Yani anti militarizm özgürlüğün yeniden ele geçirilmesi mücadelesidir.

Kuşkusuz, milliyetçiliği, ırkçılığı, cinsiyetçiliği ve şiddeti içeren besleyen militarizm eleştirilmeden, bu ilişki ağının çözümü yapılmadan bireyin özgür olması mümkün değil. Bu nedenle anti militarist mücadele toplumu şiddetten arındırma, özgür olma mücadelesidir. Anti militarizm salt militarizme karşı olmak değildir. Militarizmin devletle olan ilişkisi nedeniyle devlete, milliyetçiliğe, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe ve tüm bunların vücut bulduğu kavramlara da itiraz eder. Çünkü militarizm kurumlaşarak kendini var edebilmektedir.

Tek başına anti militarist mücadele yeterli midir? Hayır. Eğer anti militarist mücadele diğer siyasal araçlarla birleştirilmezse, bir yere gelip tıkanır. Bu nedenle anti militarist mücadeleyi örgütlü mücadeleye dönüştürmek, pratik adımlar atmak gerekir.

Sosyalistlerin militarizmle imtihanı!

Kabul etmek gerekir ki, faşizmin en büyük gücü uyguladığı şiddette değil, kendisiyle mücadele edeni kendisine benzetmesidir. Militarizmde böyledir. Militarizmle militarist tutumla mücadele edildiğinde, şiddet yeniden üretilir. Yeni ancak mücadele edenin “militarizmi” yaratılır. Şiddetin anti militarist mücadelede kullanılmaması da militarizme benzememe uğraşıdır.

Sosyalist hareketin anti militarist mücadeleye bakışı bu anlamda problemlidir. Sosyalist hareket içinde bile kendini hissettiren militarizm, anti militarizmi de risk olarak gördüğü için marjinalize ediyor ve görünmez kılıyor. Hele üzerinde yaşadığımız coğrafya açısından bu daha da vahim. Her ne kadar kimi partilerin programlarında zorunlu askerliğe karşı oldukları belirtilmiş olsa da bu ciddi bir anti militarist mücadeleyi önlerine koymaya yetmiyor. Çünkü Türkiye’de genel olarak sosyalist hareket modern devletin özü gereği militarist olduğu gerçeği ile hesaplaşmıyor. Hesaplaşmadığı içinde anti militarist mücadeleyi yadırgıyor/yok sayıyor ve görmezden geliyor. Hatta kimi militarizmi savunuyor/kutsuyor. Bir sosyalist dergide ; “militarizm toplumun, halkın, işçi sınıfının askerileştirilmesi, askeri örgütlenmesi ise komünistler buna tamamen karşı olamazlar… militarizm derken kastedilen şey halkın askerileştirilmesi ise komünistler buna karşı çıkmaz, çıkmamalıdır.” diye biliyor. Bu yaklaşım özünde militarizmin kutsanması, devletin sorgulanmamasıdır. Oysa komünistler için aslolan “devletten devletsizliğe” geçiştir. Bu yaklaşımın Türkiye açısından başka bir handikabı ise, sosyalist hareketin önemlice bir bölümü uzunca bir dönem –bugünde önemli bir kısmı böyle değerlendiriyor– TC’nin bir “ulusal kurtuluş savaşı” sonucu kurulmuş olması tezinden yola çıkarak orduya antiemperyalist bir nitelik yüklemiş, onu Türk modernleşmesinin öncüsü ve güvencesi olarak görmüştür. Bu bakış acısı hem anti militarist mücadelenin önünü kesmiş, hem de 30 yıl süren ve on binlerce insanın ölümüne neden olan kirli savaşa deyim uygunsa kan taşımıştır.

Bu bakışın tabii ki tarihsel kökenleri var. Bu tarihsel kökenler sosyalistler acısından ta Engels’e kadar gitmektedir. Engels, “askeri meselelerde de tarihsel sürecin diyalektiğinin işleyeceğine inanıyordu. Kapitalizm için üretim güçlerinin serpilip gelişmesi, nasıl kapitalizmin sonunu hazırlayacaksa, militarizm ayağında genel askerlik yükümlülüğünün ödünsüz, katı bir şekilde uygulanmasıyla da sosyalizm lehine sonuçlar ortaya çıkacaktı.! ‘Tek tek devletlerin kendi aralarındaki rekabet bu devletleri bir yandan, her yıl, orduya, donanmaya, cephaneye mühimmata para yatırmaya mecbur edecek, yani mali çöküntüye gittikçe hazırlayacaktır; hem de öte yandan genel askerlik hizmeti gittikçe daha çok ciddiye alınacak; böylelikle bütün halka silah kullanmayı öğretmek ve buna alıştırmak zorunluluğu doğacak; yani belli bir andan itibaren halkın, kendi iradesini komuta eden askeri güce karşı dayatma yeteneğini elde etmesini sağlayacaktır. Halk kitlesi, yani kırsal ve kentsel köylüler ile işçiler, bir iradeye sahip olur olmaz bu uğrak ortaya çıkacaktır. Bunoktada (Alman) prensliklerinin ordusu bir halk ordusuna dönüşür; makine hizmette kusur eder, militarizm kendi gelişmesinin diyalektiğine yenik düşer” (Engels’ten akt.Ulrich Bröckling – Disiplin, Sy:215) diyor. Yaşadığı dönem ve bulunduğu koşullar gereği Engels’in böyle değerlendirmesini anlıyoruz. Ama bu değerlendirmenin her dönem için geçerli olduğunu düşünen ve zaman zaman ordunun halk ordusu olduğunu düşünen ve bunun üzerine methiyeler dizen kimi sosyalist hareketleri anlamak mümkün değil. Hele ki militarizmin hayatlarımızda sızmadığı alan kalmamışken, en küçük hücrelerimize/toplumun en küçük hücrelerine kadar militarizm hâkimken, ordu, itaatkar askerlerle birlikte güvenilir işçiler ve yasalara saygılı vatandaşlar üretirken, askeri disiplinin güvenilir bedenler ve itaatkar, sadık bir “ruh” üretirken, militarizmle birlikte tahakküm her yerdeyken, tüm bunlara karşı başta değişimden yana olduğunu iddia eden sosyalist ve komünistler karşı çıkmalı ve anti militarizmi görünür kılmalıdır. Tam da bu nokta da Alman komünist Karl Liebknecht’in söylediklerine kulak vermek gerekiyor. Karl, “Kurulu düzeni koruma görevi, yalnızca kapitalist sistemde değil, bütün öteki sistemlerde de militarizme yüklenir”… “Anti militarist mücadele, savaş ve kapitalizmin ülke içi güç siyasetine karşı sınıf mücadelesinin keskin biçimidir”… “Doğrudan anti militarist eylemin mümkün olan biçimleri; değişik alanlarda ve değişik düzeylerde askerlik hizmetinin açık ya da gizli olarak reddedilmesi… “başka şeyler yanında, askerliğe hazır bulunmama, askerlik hizmetini yerine getirmeyecek durumda olmak için kullanılacak araçlar, üniformayı giymeyi reddetme…” (Karl Lıebknecht, Militarizme Karşı Sınıf Mücadelesi, Sy;91,144,153) gerektiğini belirtiyor. Oysa Türkiye’de sosyalist hareket yukarıda da belirttiğimiz üzere anti militarizmi, böylesi bir mücadeleyi görmezden gelmekle kalmıyor, anti militarist mücadeleye tavır alıyor, militarizmi kutsuyor.

Vicdani red, neden vicdani reddimi açıkladım!

Öncelikle vicdani red, bireysel bir temel insan hakkından ibaret bir şey değildir. Topluma, kamuya, insanlığa karşı ahlaki ve siyasi bir sorumluluktur. Ya da vicdani reddi “En geniş ifadesiyle vicdani red; vicdani dini veya politik inanç ve kanaatleri nedeniyle zorunlu askerliğe karşı çıkış olarak tanımlanabilir.”(Çarklardaki Kum, C.Üsterci- Ö.Heval Çınar)

Bu bağlamda zorunlu askerliğin militarist yapılanmanın bir parçası olarak, vicdani reddin de “militarizme ve onun bütün yüzlerine karşı duruş” olarak anlamak gerekiyor. Çünkü zorunlu askerlik; “ Avrupa’da ortaya çıkan ulus devletlerin yurttaş yaratma sürecinde orduyu önemli bir araç olarak kullanmalarıyla başlayan bu olgu… ulus devletleşme, yurttaşın yönetme meşruiyetinin temeli olarak kabul edilmesi ve herkesin asker edildiği zorunlu askerliğe dayalı kitlesel ordu, aynı gerçekliğin farklı görünümleridir.”(age.sy;25) Vicdani red yukarıda da belirttiğim gibi anti militarist bir mücadeledir.

Daha da önemlisi üyesi ve yöneticisi olduğum partim Özgürlük ve Sosyalizm Partisi’nin programında, “ÖSP, zorunlu askerlik sisteminin kaldırılması… uğruna mücadele eder.”(ÖSP Programı Sy:19) diyor. Bunu programa koymak militarizmle mücadeleyi, anti militarist bir mücadeleyi gerektiriyor. Eğer bizde diğer birçok partinin yaptığı gibi bunu salt bir propaganda malzemesi olarak kullanmak amacıyla, programımızda olsun diye yazmadıksa ki ben böyle olmadığını düşünüyorum. Çünkü programda böyle bir talebin yer alması, “uğruna mücadele” edileceğinin belirtilmesi pratik adımları gerekli kılıyor. O zaman zorunlu askerliğe karşı çıkmak ya da vicdani reddin bir hak olarak kabulü konusunda ortaya konulan mücadele, gerçekte militarizmin zayıflatılması, ortadan kaldırılması mücadelesini gerekli kılıyor. Çünkü zorunlu askerliğe karşı çıkmak, asker olmayı reddetmek, yalnızca savaşmayı şiddeti reddetmek değildir. Bu aynı zamanda hiçleştirmeyi, itaat eri yapılmayı, iradesizleştirilmeyi ve bağımsız düşünme yeteneğinin elinden alınmasını reddetmektir.

Yapılması gereken anti militarist bir mücadeleyi örgütlemek ve görünür kılınmasını sağlamaktır. Çünkü vicdani red ve anti militarist mücadele egemenlerin korkulu rüyası. Birincisi; Anti militarizm TSK’nın varlığını tehdit ettiği için risk oluşturuyor; bu nedenle vicdani redcilerin ve anti militaristlerin görünmez kılınması için her türlü yöntem kullanılıyor.

İkincisi; Çok sayıda devlet, Türkiye’de bunlardan biri, hâlâ zorunlu askerlikte ısrar ediyor ve hatta vicdani reddi dahi yasaklıyorsa, burada birliklerin çatışma kapasitesine ilişkin kaygıdan daha başka nedenler aranmalıdır. Vicdani redçilerin ortaya koyduğu kışkırtma, somut olarak ordunun hizmete hazır adam eksikliği çekebileceği olasılıkla ilgili değil; hayır, onların yarattığı sıkıntı, ayrı ayrı her bir vicdani redçinin, devletin vatandaşlarının yaşam ve ölümleri üzerine hükümran olarak karar verme hakkını sorgulamasından doğmaktadır. Devlet, egemenliğini hangi düzenleme ve yönlendirme araçlarıyla ayakta tutarsa tutsun, savaşçıl şiddet tehdidi ve hiç olmazsa vatandaşların bir kısmına ölmeyi emredebilme iktidarı olmaksızın sürdürememektedir. Vicdani redçileri birer sıkıntı haline getiren ve cezaevlerine atılmalarına neden olan şey, kendi mantıklarını devlet mantığının üzerinde görmeleridir.” (Çarklardaki Kum, C.Üsterci- Ö.Heval Çınar, Sy;77)

Toparlayacak olursak, Kürdistanlı bir komünist olarak, “devletten devletsizliğe” geçişi savunuyorum. Sömürünün, egemenlik ilişkilerinin ve bunların sonucu olarak sınırların ve devletlerin olmadığı, itaat ve tahakkümün son bulduğu ırk, din ve cinsiyet ayrımının olmadığı, eşitliğin özgürlüğün, dayanışmanın kısacası “başka bir dünyanın mümkün” olduğuna inanıyorum. Bunun yollarından bir tanesinin de militarizme karşı anti militarist mücadelenin yükseltilmesi ve örgütlenmesi gerektiği olduğunu düşünüyorum. Buradan kalkış yaparak; “itaat etmek ve hükmetmek istemiyorum. Şiddet kullanmayı ve insan öldürmeyi öğrenmek istemiyorum. Savaşların yürütücüsü olan ordulara hizmet etmek istemiyorum. Ordusuz, sınırsız, devletsiz, özgür bir dünyada yaşamak istiyorum.” diyen herkesi vicdani reddini açıklamaya ve militarizme karşı anti militarist mücadeleyi yükseltmek için Özgürlük ve Sosyalizm Partisi saflarında mücadele etmeye çağırıyorum. (20 Şubat 2014)

[email protected]

*Newroz Gazetesi,Say:247, 23.02.2014

 

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org