Psikiyatrist Değer: Savaş travmaları nesiller boyu sürüyor
1 Kasım 2019
VAN – Savaşın insanlarda “travma sonrası stres bozukluğu” yarattığını belirten Psikiyatrist Özgür Deniz Değer, “Savaş bitse dahi travmalar diğer nesillerde de ortaya çıkabiliyor. Savaş görmüş insanların çocuklarında, torunlarında yine bu riskler devam ediyor” dedi.
Toplumun fiziki ve sosyal durumunun yanı sıra “ruhsal iyilik” halini de bozan savaşın etkilerini değerlendiren Psikiyatrist Uzman Doktor Özgür Deniz Değer, psikolojik ihtiyaçlarını yerine getiremeyen toplumun travmalarına dikkat çekti. Savaşların halkları ölüm ve göçe mahkum bırakmanın yanı sıra yüzyıllar süren, nesilden nesile geçen travmalara da neden olduğuna işaret eden Değer, “Savaş bitse dahi travmalar diğer nesillerde de ortaya çıkabiliyor. Sonraki nesilde savaş görmüş insanların çocuklarında, torunlarında da yine bu riskler devam ediyor. Yeni yapılmış bazı çalışmalarda travmanın genetik olarak aktarıldığını gösteriyor. Örneğin soykırımdan geçmiş insanlarda yapılan çalışmalar var. Onların torunlarında da o genetik değişiklikleri ortaya çıkarıyor. Savaş sadece o nesli etkilemiyor, sonraki nesilleri de etkilemiş oluyor” dedi.
SAVAŞ HERKESİ ETKİLİYOR
Son yıllarda ortaya çıkan ve psikiyatrik bir sendrom olan “travma sonrası stres bozukluğunun” varlığından söz eden Değer, söz konusu durumun özellikle savaş sonrası askerlerde görüldüğünü dile getirdi. Savaşın sadece savaşanlar değil toplumun tüm kesimlerine etki ettiğine vurgu yapan Değer, “Fakat bu sadece askerlerde görülen bir durum değil. Travmaya uğrayan herkeste ortaya çıkan bir durumdur. Travmaya şahit olan insanlarda da bu rahatsızlıkların ortaya çıktığını biliyoruz. Çünkü kişi tam olarak etrafında olan biten şeyleri anlamlandıramıyor. Tam olarak anlamlandıramadığı ve ciddi şekilde benliğine zarar olarak gördüğü şeyle karşılaştığında, benliğini koruma amacıyla bir şekilde savunma mekanizması ortaya çıkarıyor. Bunu anlamlandırma çabasıyla sürekli bu travmayı ruhsal olarak yaşatıyor. Sanki o anı aynı duygularla, aynı şiddetiyle tekrar tekrar yaşıyormuş gibi oluyor” diye konuştu.
ŞİDDETİ NORMALLEŞTİRİYOR
Savaşın uzun yıllar sürdüğü bölgelerde şiddetin belli bir süre sonra “normalleştiğini” dile getiren Değer, “Özellikle savaş dönemlerini uzun süre yaşayan bölgelerde, ülkelerde insanlarda bir süre sonra şiddetin artık normal rutin hayatın içinde olduğu, insanların normal olarak gördüğü bir hale geliyor. Özellikle savaşın yaşandığı bölgelerde çok görülen bir şey. Şiddet sadece bir askerin bir sivile ya da bir sivilin başka bir sivile uyguladığı şiddetten ziyade artık toplumun en küçük parçası diyebileceğimiz aile içinde erkeğin kadına, kadının çocuğa ve çoğun etrafındaki her şeye şiddet uygulamasına dönüşüyor. Sadece bu yönü yok savaşın, içinde olan ülkenin ekonomisi de bozuluyor. Bu ekonomik zorlukları yaşayan insanların aynı zamanda geçinebilmeleri içinde çok fazla çalışmaları, çabalamaları gerekiyor. Bu da ruhsal olarak sıkıntıya yol açıyor” ifadesinde bulundu.
CİDDİ YARALAR OLUŞUYOR
Savaşların çocuklar üzerindeki etkisine değinen Değer, “Örneğin Japonya’da ya da Suriye’de fotoğraf makinesini gören çocukların ellerini kaldırmaları durumu vardır. O çocukların normal yaşamında oyun oynaması gerekiyor. Fakat yabancı olan her şeyin düşman olduğu algısı ortaya çıktığı zaman, o toplumda yaşayan insanların bir fotoğraf makinesini gördüğü zaman onun düşmanlaştırılması ve teslim olması anlamına geliyor” diye konuştu.
Savaşlarda sadece insan bedeninin değil ruhunun da yaralandığına vurgu yapan Değer, “Bu yaralar çok geç iyileşiyor diğer yaralara göre. Bedensel olarak bir yerinizin kesilmesinde iyileşmeniz ortaya çıkabiliyor ama travmatik yaralanma olduğu zaman kişinin, eğer bu yaralanmayı anlamlandıramaması ortaya çıkarsa, kişi yaşadığı bu travmayla başa çıkamazsa yıllar boyunca süren ruhsal rahatsızlıklar ortaya çıkabiliyor ne yazık ki. Çoğu çalışma şunu gösteriyor, çocukluk çağında travmaya maruz kalan, savaş bölgesinde yaşayan ya da göç eden mülteci olan insanlarda ruhsal bozukluklar daha fazla ortaya çıkıyor. Göç etmenin kendisi bile ruhsal bozuklukların ortaya çıkması adına bir risk oluşturuyor. Bu yüzden ruhsal olarak sadece travmayla birebir karşılaşan ya da yaşayan insanlarda değil savaş durumunda bütün ülkedeki bireylerin bundan ruhsal olarak etkilendiğini söyleyebiliriz” dedi.
TRAVMANIN GENETİK AKTARIMI
Savaş bittiğinde dahi insanların, yaşadıkları travmaları anlamlandıramadığı, bir kalıba sokmayı başaramadığı için sürekli aynı durumu yaşıyormuş gibi olduğunu anlatan Değer, şöyle devam etti: “Savaş bitse dahi travmalar birkaç nesillerde de ortaya çıkabiliyor. Sonraki nesilde savaş görmüş insanların çocuklarında, torunlarında da yine bu riskler devam ediyor. Yeni yapılmış bazı çalışmalarda travmanın genetik olarak aktarıldığını gösteriyor. Örneğin soykırımdan geçmiş insanlarda yapılan çalışmalar var. Onların torunlarında da o genetik değişiklikleri ortaya çıkarıyor. Savaş sadece o nesli etkilemiyor, sonraki nesilleri de etkilemiş oluyor. Bu açıdan savaşın, insani açıdan çok ciddi sorunları var. Sadece savaşa uğrayanlarda değil savaşta askeri öldüren ya da baskın güç olan kişilerde de ruhsal travmalar yaşanıyor. Bir başkasını öldürmek her ne kadar ideolojik, vatansever ya da militarist yaklaşım olursa olsun bir başka insanı öldürmek travmatik sonuçlar doğuruyor. Tamamen kendi mantığına uydurmuş bir şekilde savaşa giden ve bunu kendi isteğiyle insan öldüren kişilerde de ruhsal olarak sıkıntılar çıktığını söyleyebiliriz. Özellikle Vietnam savaşı sonrasında Amerikan askerlerinde tespit edilen bir durumdur. Yıllar sonra bile çatışmaya giren askerlerin depresyona girdiklerini, intihar ettiklerini, travma sonrası stres bozukluğu ile karşılaştıklarını ortaya çıkarıyor.
İYİLEŞME ZAMAN ALIR
Taraflarda şiddet artık normalize oluyor. ‘Karşı taraf’ algısı ortaya çıkıyor. Bunu ülkemizde de sık görüyoruz ama dünya literatüründe de olan bir şey. Yani karşı tarafın insan dışı bir şeymiş gibi gösterilmesi çok fazla ortaya çıkıyor. Eğer bir kişi karşı taraftaysa ‘O insan değildir, onun hiçbir hakkı yoktur ve ona her şeyi yapabilirsin’ düşüncesinde olur diğer taraf. Biz bunu Almanya’da da gördük. O zamanın Alman toplumu Yahudilere, Çingenelere her şeyin yapılabileceğini düşünüyorlardı. Toplum olarak normaldi onlar için. Karşı tarafla ilgili algının, özellikle toplumsal olarak ortaya çıkan etkilerden birisi olduğunu görebiliriz. Örneğin son 40 yıldır var olan bir çatışma sürecinde ortaya çıkan bir kısım insanda, mesela ‘Kürt isen eğer haliyle karşı taraftasın ve düşmansın’ diye nitelendirildiğinde, özellikle ülkenin bazı yerlerinde şiddet linçe varan sonuçlar ortaya çıkarıyor. Şiddet içinde olan toplumların iyileşmesi çok zaman alır. Özellikle travmaya uğrayan insanlarla da çalışıyoruz. Burada herhangi bir devletin, bizim ya da komşu devletlerin bir şekilde onların şiddetine maruz kalmış bu ister savaş olsun, ister farklı bir şiddet olsun, bu şiddete maruz kalmış insanların düzelmesiyle ilgileniyoruz. Bu insanların ne gibi ruhsal rahatsızlıklar, zorluklar, sıkıntılar yaşadıklarını çok iyi biliyoruz. Bu yüzden ruhsal olarak da savaşın çok ciddi etkilerini olduğunu dile getiriyoruz.”
Kaynak: MA