‘Süreklileşmiş bir savaş rejimi altında yaşıyoruz’ (Hişyar Özsoy’la röportaj)

Olağanlaşmış ve genelleşmiş bir sürekli savaş hali Afganistan, Irak, Suriye, Yemen, Libya, Lübnan, Somali ve başka coğrafyaları paramparça etmiş ve yakın zamanda duracağa da benzemiyor.

Ocak 14, 2020 – Hüseyin Kalkan
Son gelişmeleri HDP Diyarbakır Milletvekili ve Dış İlişkiler Sorumlusu Hişyar Özsoy’la konuştuk. Kasım Süleymani suikastını değerlendiren Özsoy, bu suikastın Amerika-İran gerilimini en üst seviyeye taşıdığını belirtti. Özsoy, bölgede uzun süreden beri bazen açık bazen kapalı bir savaşın devam ettiğini belirterek, Kürtlerin, bu savaşın kaybedeni olmamak için ulusal birliklerini sağlamaları gerektiğini vurguluyor.

ABD-İran geriliminin birdenbire tırmanmasının güncel bir nedeni var mı?

İran ile Amerika arasında Irak’ta bir süredir biriken gerilim söz konusuydu. Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden önce bir Amerika insansız hava aracının vurulması, ARAMCO tesislerine yapılan saldırı, Amerika’nın Irak’taki bazı üslerine yapılan saldırılar, ölen ve yaralanan Amerikalılar olmuştu. Yine, Amerika yakın zamanda Suudi Arabistan’a ek asker yollamıştı. Irak’ta devam eden gösteriler de bir bakıma İran ve Amerika’nın kozlarını paylaştığı bir mücadele alanıydı. Öte yandan İran’da rejimi sarsan gösteriler oldu, rejim güçleri yüzlerce insanı öldürdü. İran yılların birikimi sonucu, özellikle de Amerika’nın uyguladığı ağır yaptırımlar yüzünden ciddi ekonomik, siyasi sıkıntılar yaşıyor. Bu genel durum Washington ve Ortadoğu’da İran’a sert müdahale yanlılarının, savaş lobilerinin elini güçlendirdi. Trump yönetimi bir noktada vesayet savaşları yerine direkt sahaya inip Süleymani suikastı ile İran’la gerilimi en üst seviyeye çıkardı. Bunun Amerika iç siyasetiyle de tabii ki ilgisi var. Halen azil sürecinde olan Trump önce Bağdadi sonra Süleymani’yi öldürerek seçim sathı mahalline güçlü bir giriş yapmış oldu. Süleymani suikastı ile artan gerilim, her iki tarafça kontrol altına alınıp en azından kasımdaki seçimlere kadar devam ettirilecek gibi görünüyor. Ama Amerika’nın rejim değişikliği için İran’a saldırması ihtimali gerçekçi değil. Amerika’nın böyle bir düşünce ve planlaması yok.

Bazı yorumcular Kasım Süleymani’nin öldürülmesi ile 3. dünya savaşının fitilinin ateşlendiğini söylüyorlar. Sizin değerlendirmeniz ne bu konuda?

Bu suikastı 3. dünya savaşını başlatacak sebep olarak değerlendirmek biraz magazinel, abartılı ve tarihsiz bir yorum olur. Bu suikastın 1. ve 2. dünya savaşları gibi onlarca ülkenin konvansiyonel olarak çarpıştığı bir savaşa sebebiyet vermesi olası değil. Aslında, Soğuk Savaş bittikten sonra, özellikle Afganistan ve Irak işgallerinden bu yana Ortadoğu’da bazen açık bazen vesayet savaşları şeklinde, çok boyutlu bir 3. dünya savaşı devam ediyor. 21. yüzyılda iyice vahşileşen kapitalizminin çelişkilerinin Ortadoğu’da ürettiği süreklileşmiş ve olağanlaşmış bir savaş rejimi altında yaşıyoruz zaten.

PKK Lideri Abdullah Öcalan, üçüncü dünya savaşı başladı ve sürüyor değerlendirmesi yapıyordu. Bugün yaşadığımız gelişmeler bununla örtüşüyor bir bakıma.

Evet, doğrudur. Ortadoğu’yu yeniden paylaşmak için uzun zamandır bir 3. dünya savaşı var. Ancak bu savaş 1. ve 2. dünya savaşları gibi, belli bir zaman ve mekanla sınırlı değil. 1. Dünya Savaşı 1914-1918 arasında, 2. Dünya savaşı 1939-1945 arasında belli bir coğrafyada yaşandı, etkileri kalıcı olsa da savaş hali bitti. Fakat şimdi zaman ve mekan olarak sınırı olmayan, çok taraflı, çok biçimli, süreklileşmiş, olağanlaşmış bir savaş rejimi altındayız. Küçük bir örnek vereyim. Amerika şu anda en az 7 ülkede aktif olarak savaşıyor. Ama Amerika toplumuna sorun, ezici çoğunluğu Amerika’nın savaşta olduğu ülkeleri sayamazlar bile. Amerika’nın Vietnam’a girmesi gibi, 2. Dünya Savaşı’na müdahil olması gibi değil durum. Olağanlaşmış ve genelleşmiş bir sürekli savaş hali Afganistan, Irak, Suriye, Yemen, Libya, Lübnan, Somali ve başka coğrafyaları paramparça etmiş ve yakın zamanda duracağa da benzemiyor.

Bu çatışma hangi yönden gelişir ve bölgesel dengeleri nasıl etkiler?

Amerika’nın daha önce Irak, Suriye ya da Libya’da yaptığı gibi İran’a askeri müdahalesi gerçekçi bir beklenti değil. Trump bile İran’a rejim değişikliği için saldırmayı düşünmüyor. İran diğer ülkelere benzemiyor, enerji olarak kendine yetebilen, güçlü bir devlet ve diplomasi geleneği olan, Avrupa, Rusya ve Çin gibi güçlü aktörler ile ekonomik ve ticari ilişkileri olan bir ülke. Önümüzdeki dönemde ABD kontrollü bir gerilim çerçevesinde ekonomik, diplomatik ve siyasi yaptırımlar ile İran’ı geriletmeye çalışacak. Amerika bölgedeki müttefikleri olan Suudi rejimi, Körfez ülkeleri ve İsrail’in İran’a yönelik kaygı ve beklentilerine de cevap olmak durumunda. ABD ve İran arasında Körfez sularında ufak tefek askeri sürtüşmeler de olabilir ama 40 yıldır açıktan bir savaşa dönüşmemiş gerilimin bundan sonra büyük bir savaşa dönüşmesi olası değil.

Amerika, Kasım Süleymani’yi öldürerek İran’ın bölgesel hegemonya savaşına sert bir tepki verdi. Süleymani; İran’ın, Lübnan ve Suriye’den Irak ve Yemen’e kadar bölgesel yayılmacılık politikasının organizatörü ve sembol ismi idi. Kasım Süleymani nihayetinde bir devlet olarak İran’ın bölgesel konseptinin oluşturucu ve yürütücülerinden birisi; hiçbir şeyi kendi başına yapmıyor. Zaten onun yerine gelen şahıs Süleymani çizgisini kaldığı yerden devam ettireceğini söylüyor.

Süleymani suikastı İran’ın, Irak ve başka yerlerde bölgesel yayılmacılığını geriletmek için sert bir girişim oldu. Ama Amerika dahil herkes neredeyse yirmi yıllık bir savaşın sonunda Irak’ta kaybedenin Amerika olduğunu biliyor. Onca askeri ve ekonomik angajman, yatırım ve desteğe rağmen. Amerika kaybettiği Irak’ı – İsrail, Suudi ve Körfez rejimlerinin telkin ve talepleri ile – İran’a da yar etmek istemiyor. Suikast gibi müdahaleler ile İran’ın bölgesel anlamda ne kadar geriletebileceğini öngöremiyoruz. Hatta bazı analistler aksi yönde gelişmelerin olacağını, bu suikasttan kazançlı çıkanın İran olduğunu, Amerika’nın Irak’tan çıkma sürecinin başladığını, Amerika’nın Irak’ı kendi eliyle İran’a vereceğini belirtiyor. Trump seçimlerden önce sürpriz bir hamle ile Irak’tan asker çekip, ülkeyi İran’a terk ederse şaşırmayın, ama olur mu demeyin. Trump’tan rasyonalite beklemeyin, her an her şeyi yapabilecek biri.

Bu durum bölgede Kürtleri nasıl etkiler?

Amerika siyaseti ve kamuoyunun ezici çoğunluğu Afganistan, Irak ve Suriye’ye yapılan askeri müdahaleler yüzünden pişman. Hal böyle iken, İran ile yeni bir askeri macera başlatmak çok zor. Dikkat edilirse Demokrat Parti, Süleymani suikastı yüzünden Trump yönetimine çok sert tepki gösterdi. ABD’nin Irak ve Suriye’de İran’ı geriletme çabası Şam ve Bağdat’ın Kürtler ile ilişkilerini etkileyecektir. En azından bu ilişkilerde her iki rejimin vasisi gibi hareket eden İran’ın etkisi azalacaktır. Amerika ne zaman İran ile gerilse Türkiye’ye yanaşmıştır; dolayısıyla ABD-İran gerilimi her zaman Türkiye lehine, Türkiye ve dışında yaşayan Kürtlerin aleyhine sonuçlar doğurmuştur. Daha önemlisi, İran ile olan bu gerilim Amerika’nın Irak’tan çıkması ile sonuçlanırsa, Kürtlerin güneydeki bütün kazanımları tehdit altına girer. Biliyorsunuz, suikasttan sonra Kürtler ve Sünnilerin oylamaya katılmadığı bir oturumda Irak Parlamentosu Amerika’nın asker çekmesini talep eden bir karar aldı. Bu karardan sonra Amerika’nın asker çekeceğine dair Bağdat’a bir mektup gönderdiği, daha sonra bu mektubun bir taslak olduğu, hatayla gönderildiği söylendi. Trump’ın Suriye’de olduğu gibi Irak’tan da asker çekme niyetinin olduğu malum. Bunu uygulayabilir mi kestirmek zor, ama Amerika’nın Irak ve Suriye’den ani ve plansız bir şekilde çekilmesi Kürtler açısından ciddi risk demek. Güney Kürtleri çok fazla Amerika’ya dayalı ve angaje bir pozisyona sahip. Onun için Amerika’nın Irak’tan çıkması Güney Kürdistan’da son otuz yılda elde edilen tüm kazanımları tehlikeye sokar. Açıkçası, Kürtlere saldırmak için Amerika’nın çekilmesini bekleyen bölgesel emperyal güçler gıcırdayan dişleriyle eller tetikte bekliyor.

Amerika neden bölgeden bu kadar kolay çekiliyor?

Çekilip çekilmeyeceği net değil aslında. Amerika kendi içinde homojen değil. Askeri, diplomatik ve istihbarat bürokrasisinin çoğunluğu – Dışişleri ve Savunma bakanlıklarının kariyer diplomatları, Pentagon, CENTCOM, CIA gibi kurumlar – Ortadoğu’dan çekilmek istemiyor. Fakat Trump’un 2016’da Ortadoğu’dan asker çekmeye dair seçim vaadi var. Bu vaadi yerine getirmek isteyebilir. Daha önemlisi, Obama’nın ilk döneminden bu yana Amerika, Ortadoğu’dan ziyade Asya-Pasifik’e yoğunlaşmak istiyor. Dünyadaki mal üretimin önemli bir kısmı Çin ve etrafında yapılıyor. Dünyanın en büyük emek, tüketim pazarları, dolayısıyla en büyük ekonomik savaşları da Asya-Pasifik’te. Fakat, ABD kurulu düzeni Ortadoğu’yu İran ve Rusya gibi güçlerin denetimine de bırakmak istemiyor. Körfez ülkeleri, Suudi rejimi ve İsrail’in, Amerika’dan talep ve beklentileri var. Yine Ortadoğu’nun zenginliklerini sömüren büyük petrol ve enerji şirketlerinin talepleri var. Amerika, Ortadoğu’da bu ülke ve şirketlerin de jandarmalığını yapıyor. Amerika son 50 yılda Ortadoğu’ya çok yatırım yapmış, bölgesel müttefikleri de Amerika’nın Ortadoğu’da kalması için yoğun lobi yapıyor. Trump bile olsanız, Amerika’nın kurulu düzeni ve bu düzenin müttefikleri Ortadoğu’dan çıkmanıza kolay kolay müsaade etmez. Zira, bir taraftan Ortadoğu’dan çıkacağım diyen Trump, diğer taraftan parasını peşin veren Suudi rejiminin çıkarları için Körfez’e daha fazla asker gönderiyor, Amerika, askerlerini para karşılığı kiraya veriyor. İran ile yaşanan son gerilimle Irak’a ek asker gönderme kararı da alındı. Yani, Trump’ın bile Ortadoğu’dan komple çekilmek gibi bir pozisyonu yok.

Yine de Trump’a güven olmaz. Bugün söylediğini yarın inkar edebilen biri. Kasımdaki seçimlerinden önce sürpriz bir hamle ile Suriye ve Irak’tan askeri güçlerini çekme yoluna gidebilir. En nihayetinde çekilme kararı Trump’ın iki dudağı arasında. Suriye’de ne yaptığını gördük. Pentagon, Kongre, Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları, Amerika medyası ve kamuoyu ile Amerika’nın tüm Avrupalı ve Ortadoğulu müttefikleri karşı olduğu halde, Trump Rojava’dan asker çekebildi. Trump iktidarda olduğu müddetçe benzer bir durumun Irak’ta olması her zaman ihtimal dahilindedir.

İki kampa alternatif olacak bir çözüm var mı, sizce?

İran devriminden bu yana Rusya, Çin ve kısmen Avrupa ile güçlü ilişkileri olan İran ile Körfez ülkeleri, Suudi rejimi, İsrail, Mısır ve son zamanlara kadar Türkiye ile müttefiklik ilişkisi içinde olan ABD arasındaki gerilim sürüyor. Her ne kadar bir NATO ve Avrupa Konseyi üyesi olarak Batı ittifakı içinde yer alsa da Türkiye son zamanlarda bu rakip güçler arasındaki çelişkileri kullanarak bölgesel nüfuzunu arttırmaya çalışıyor. İran rejiminin Ortadoğu coğrafyasında yaptıkları, İran’da yaşayan halklara uyguladığı politikalar ve diğer ülkelere ihraç ettiği vesayet savaşlarının sonuçları ortada. Amerika ve bölgesel müttefikleri; Irak, Suriye ve Yemen’den Libya’ya kadar Ortadoğu’nun kan gölüne dönüşmesinde en büyük pay sahibi. Bu güçlerin çıkar ve paylaşım savaşlarının cehenneme çevirdiği Ortadoğu’da kolay bir çıkış yolu maalesef yok.

Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin bu siyasi dengeleri iyi takip etmesi ve herhangi bir tarafa angaje olmayan bir pozisyon alması lazım. Kulağa ütopik gelebilir ama bu ölümcül ikili denge durumunun ötesine geçmek için Ortadoğu halklarının bir üçüncü yol olarak bir arada yaşamanın siyasi, toplumsal ve idari modellerini üretmesi gerekiyor. Rojava bu açıdan çok kıymetli bir örnek. Bir siyasal-toplumsal model olarak bölge genelinde uygulanırsa barış, demokrasi, özgürlük ve istikrar üretebilecek olan Rojava şimdi karşı devrim güçlerinin yoğun saldırısı altında. Ortadoğu halkları üçüncü bir yol olarak özgür, eşit ve birlikte yaşayabilecekleri siyasi-toplumsal modeller üretemezlerse, küresel ve bölgesel emperyal güçlerin iktidar kavgaları Ortadoğu’nun kaderi olmaya, yüz yıllardır bu coğrafyada şehadet ettiğimiz vahşet, kan ve zulüm artmaya devam edecektir. Dolayısıyla, Rojava’yı sahiplenmek Ortadoğu’nun demokratik geleceğini sahiplenmek demek.

Ortadoğu yönü ve biçimi belli olmayan devinimlere gebe. Kürtler için risk ve tehlikeler kadar yeni imkanlar da var. Kürtlerin bir taraftan ulusal birliklerini sağlama konusunda acil mesafe katetmesi gerekiyor. Kürtlerin liderleri ilerde halka ve tarihe hesap veremez duruma düşmemelidir. Bu konuda başarısızlığın hiçbir haklı gerekçesi de yoktur, olamaz. Diğer taraftan, bölgedeki diğer halklar, demokratik güçler ve geniş halk kesimleri ile en yaygın ilişkiler kurmak lazım. Kürtlerin demokratik kazanımlarını arttırıp korumaları için sadece kendi iç birliklerini sağlamak yetmez; diğer halklar ve toplumsal kesimler ile kuracakları birliktelik ve ittifaklar da en az o kadar önemli. Aksi halde son 30 yılda binbir fedakârlıkla elde edilen demokratik kazanımlar bu devler savaşında heba olabilir.

Hişyar Özsoy kimdir?

HDP Diyarbakır Milletvekili Hişyar Özsoy, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümünü 2002’de bitirdikten sonra Amerika Teksas-Austin Üniversitesi’nde master ve doktora yapmak üzere ABD’ye gitti. 2004 yılında master, 2010 yılında siyaset sosyolojisi, siyaset antropolojisi ve Ortadoğu siyaset çalışmaları alanında doktora derecesini aldı. Hişyar Özsoy’un uluslararası hakemli dergi ve yayınlarda yayınlamış makaleleri bulunmaktadır. Özsoy doktora çalışmalarına devam ederken 2005-2008 yılları arasında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinde Dış İlişkiler Koordinatörü ve Siyasi Danışman olarak da çalışmıştır. 2010 yılında Amerika Yüksek İlimler Akademisinden kazandığı başarı bursu ile doktora sonrası çalışmalar yapan Özsoy, 2011 yılından itibaren Michigan Üniversitesi’nde (Flint) öğretim üyesi olarak çalışmıştır. Siyaset sosyolojisi, siyasi ve kültürel antropoloji, toplumsal ve siyasal dönüşüm ile Ortadoğu tarihi ve siyaseti konularında dersler verdi.

Kaynak: Yeni Yaşam

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org