Tabutlara sarılan bayrak kuşkuyu örtemedi

“TSK’daki kuşkulu ölümlerin gerekçesi, ırkçılık şeklindeki bir kurumsal altkültürden çok, sivil ve demokratik denetimden ve şeffaflıktan yoksun olmasıdır.”

JİNDA ZEKİOĞLU – İSTANBUL 20.06.2014 07:01:26
Gazeteci İsmail Saymaz, son kitabı Esas Duruşta Cinayet’te, çeşitli örnekleriyle asker ölümlerini mercek altına alıyor. Tahkir, kötü muamele, dayak, eziyet, intihar ve cinayet sebebiyle hayatlarını kaybeden askerlerin başına gerçekte ne geldiğini araştıran Saymaz, kışla cinayetlerinin gerçek sebeplerini belgeleriyle gün yüzüne çıkarmış.

“TABUTLARA SARILAN BAYRAK KUŞKUYU ÖRTEMEDİ!”

“Ne yapayım ben bayrağı? Çocuğumu bu bayrağın altında öldürmüşsün. Bayrakla benim ne işim olur? Bu bezdir ya, bez parçasıdır. Benim oğlumu bununla öldürmüşsün…”

2011 yılında, Kuzey Kıbrıs Barış Kuvvetleri Komutanlığı 28. Tümen’de görevini yaparken, DİSKO’ya atılan ve komutanları tarafından sıralı işkencelere maruz bırakılan Er Uğur Kantar’ın babası, Aydın Kantar’ın sözleri bunlar.

DİSKO’da günlerce dövülüyor, banyoda çırılçıplak su altında dövülüyor, üzerine kaynar su dökülüp dövülüyor, ardından güneşin altında kelepçeyle ölüme terk ediliyor. Ara ara da, komutanları keplerine kaynar su koyup yüzüne su döküyor. Beyin kanaması geçiriyor Uğur. 80 gün GATA’da komada kaldı. Babası da kapısının önünde. Dayanamadı daha fazla. Annesi, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde şimdi. Babası ise “Su bile içmek istemiyorum” diyor.

Oğlunu kışlada kuşkulu bir intiharla kaybeden baba Yaşar Özel de tepkili; TSK, yavrumun hayati sorumluluğunu üstlenmeyecekse neden yavrumuzu bizden zorla koparıp aldınız? Niye yavrumuzu o kışladaki canavarlara teslim ederken, “Bu çocuklar ana kuzusudur, sakın ha incitmeyin bunları” demediniz?”

Afyon’daki askeri mühimmat deposunda hayatını kaybeden Tolga Taştan’ın annesi Zekine Taştan ise bir gerçeği tam orta yerinden yırtıyor; “Vatan sağ olsun demem. Benim evladım yok ki! Benim Tolgam yok. Vatan sağ olsa ne olur, olmasa ne olur? Bana ne vatandan! Demem, asla demem! Hiçbir zaman dedirtemezler!”

Uğur gibi, Tolga gibi, Eren gibi 3256 genç son 20 yılda TSK çatısı altında hayatını kaybetti. Yani, her 4 askerden 3’ü, kışlada eline silah almadan ölüyor, öldürülüyor…

Gazeteci İsmail Saymaz, son kitabı Esas Duruşta Cinayet’te, çeşitli örnekleriyle asker ölümlerini mercek altına alıyor. Tahkir, kötü muamele, dayak, eziyet, intihar ve cinayet sebebiyle hayatlarını kaybeden askerlerin başına gerçekte ne geldiğini araştıran Saymaz, kışla cinayetlerinin gerçek sebeplerini belgeleriyle gün yüzüne çıkarmış.

Saymaz’la kışla cinayetlerini konuştuk…

-Asker olarak ölmenin kutsal sayıldığı, şehitlik mertebesinin anlam kazandığı bir geleneğe sahip Türkiye Cumhuriyeti’nde, senin son kitabın asker ölümlerini sorguluyor. Kutsiyet atfetmekten sorgulamaya gelinen noktayı bir aşama olarak görelim mi?
Eğer bir aşamadan söz edeceksek, bu da ancak, kışlalardaki kuşkulu ölümlerin geldiği tahammül edilemez aşama olabilir. Öteden beri, gençlerin tabutlarına sarılan Türk bayrağı, bu kuşkuyu örtmeye yetmiyor. Aileler “Evladım neden öldü?” sorusunu daha bir cesaretle sorabiliyor. Beni de bu kitabı yazmaya iten, onların bu sorusuna yanıt arama arzusuydu.

“HER 4 ASKERDEN 3’Ü ASKERİYEDE ÖLÜYOR”
-En vatanperver o, en ulusalcı o, ama askerlikten ‘kaçan/yırtan’ da o! Parası yok, ya da vicdani redçi olduğu için gitmek istemeyene ise zulüm dolu. ‘Peygamber ocağı’ndan, katliam ocağına neler değişti bu gelenekte? Ya da bir şey değişti mi?
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Askerlik hizmeti zorunlu olmaktan çıktığı andan itibaren bu kuruma atfedilen bütün milliyetçi ve dini misyonlar da tarihe karışacak. Zira zorunlu askerliğin kendisi bile, bu topraklarda ancak yüz yıllık bir tarihe sahip. Üstelik Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda bile ilk yasaklamalar asker kaçaklarına ilişkindi. Aynı şekilde, 1. İstiklal Mahkemesi’nde en çok yargılananlar da, asker kaçaklarıydı. “Bakaya” denilen asker kaçaklığı, aslında zorunlu hizmete yönelik sessiz, çok kitlesel fakat örgütsüz bir isyandır.

-Asker ölümleri konusundaki rakamlar ne diyor? TSK’nın, PKK ile savaşındaki asker kayıpları hakkında doğru rakamları vermediğini de biliyoruz. Senin ulaşabildiğin kadarıyla tablo nedir?
TBMM’de kimi milletvekillerinin yönelttiği soru önergelerine Milli Savunma Bakanlığı’nca verilen yanıtlar, elimizdeki tek resmi veriyi oluşturuyor. Bu verilere göre; 1992’den 2012’ye kadarki yirmi yılda 2211 asker intihara itildi. Aynı şekilde, 2002’den Ocak 2014’e kadar da 1045 askeri, intihar olduğu savunulan kuşkulu ölümlerde yitirdik. Ayrıca 2007-2012 arasında 418 askeri ecel ve hastalıktan, 199’unu ise araç ve silah kazasından ötürü toprağa verdik. Bu rakamlar korkunçtur. Çünkü 2002-2012 arasında PKK ile girilen çatışmalarda hayatını kaybeden asker sayısının 605’te kaldığı düşünülürse facianın ne denli vahim olduğu görülüyor. Her dört askerden üçü, tek kurşun bile sıkmadan hayatını kaybediyor.

-Beş bölümden oluşuyor kitabın. Dayakla, silahla, bombayla ölümlerin bahanelerini askeri mahkemelerdeki dava süreçlerinden biliyoruz. Eğitim zayiatı deniyor geçiyor neticede. Nedir bu tanım? Neleri kapsar? TSK’nın kendi askerine biçtiği kader nedir?
Esasen “Eğitim zayiatı” ifadesinin bir resmi yönü bulunmuyor. Bu kavram salt kışlalardaki çatışma dışı ölümleri ifade eden yerleşik bir deyim olarak kullanılıyor. Fakat bir yanıyla, gerçeği yansıtıyor. Çünkü TSK, kışlalarda gerçekleşmiş, yasalara göre kasten öldürme ve yaralama kapsamına girebilecek suçları dahi “zayiat” çerçevesinde ele alıyor. Yani gencecik çocukların varlıkları, adeta bu cihazın emri altındaki birer kobay olarak telakki ediliyor. İşte, tam da bu yüzden, 18’i üniversite mezunu ve master sahibi genç, Afyon’daki mühimmat kışlasında, daha önce ancak filmlerde gördükleri el bombası sandıklarını taşımaya koşulabiliyor. Mühimmat deposu patladığında paramparça olan gencecik bedenler tam da bu yüzden “zayiat” sayılıyor.

“SEVAG’IN ÖLÜMÜ KAZA DEĞİL CİNAYET!”
-TSK’daki ırkçılığı, sonu ölümle biten şiddete; intihar süsü verilen, kazayla denilen cinayetlere bir kaynak olarak görmemiz mümkün mü sence?
TSK’daki intihar veya kaza, çatışma dışında hayatını kaybeden askerlerin ne kadarının Kürt, Alevi veya gayrımüslim olduğuna dair elimizde bir veri bulunmuyor. Bu nedenle, askerlerin etnik ya da dinsel gerekçelerle öldürüldüklerini iddia edebilecek bir bilgi ya da belgeye sahip değiliz. İntihar ettiği ileri sürülen Kürt askerlerin, sayıca dikkate değer olduğunu söyleyebiliriz fakat bu, Karadeniz’den İç Anadolu’ya, Trakya’dan Akdeniz’e, yüzlerce Türk askerin kuşkulu ölümlerde kurban gittiği gerçeğini de gölgelemez. Belirtmekte yarar var: TSK’daki kuşkulu ölümlerin gerekçesi, ırkçılık şeklindeki bir kurumsal altkültürden çok, sivil ve demokratik denetimden ve şeffaflıktan yoksun olmasıdır.

-Sevag Balıkçı 2011 yılında Batman’da sözde yakın arkadaşının kaza kurşunuyla hem de Paskalya ile 24 Nisan Ermeni Soykırım’ının yıl dönümünün aynı güne denk geldiği bir günde öldürüldü. Bunların tesadüf olmasına inanılıyor da, TSK’nın ırkçı kastına değil. Neden?
Sevak Şahin Balıkçı’nın akıbetini istisna ve kaza olmaktan çıkaran, soykırımın yıldönümünde veya Paskalya gününde öldürülmesi değil, katilin, nasıl olabiliyorsa, Emniyet Talimatnamesi’ndeki temel kuralların tümünü aynı anda ihlal etmesidir. Talimatnamedeki emirlerin aksine, göreve gitmeden önce silahını doldur-boşalt yapmaması, görev alanında bu işlemi gerçekleştirmesi, silahının emniyetini açması ve bir tanığın iddiasına göre, namlunun ucunu Sevak’a gelecek şekilde tutması, sıra dışı bir haldir. Aynı şekilde, Sevak’ın ölümünden sonra gerçek dışı beyan verilmesi için üç er arasında üç toplantı yapılması ve içeriği gerçekdışı evraklar hazırlanması, kuşkuyu daha da arttırıyor. Tüm bu kural ihlalleri ve suç türleri, Sevak’ın ölümünün, kazadan çok cinayet olduğunu akla getiriyor.

-Ani Balıkçı’nın dediği gibi, en çok Ermeni’ye, Rum’a, terörist denilerek Kürt’e ancak bunun dışında Türk ve Sünni olana da adalet yok askeriye de. O aileler nasıl yaşıyor bu travmayı? PKK ile çatışmada ölünce, “Vatan Sağolsun” diyorlar genelde, oğlu askeriyede işkenceyle, intiharla ölünce ne değişiyor hayatlarında?
Hayatları alt üst oluyor. Örneğin, askeri cezaevince dövülerek öldürülen Murat Polat ve Uğur Kantar’ın anne ve babaları ilaçlarla ayakta duruyor. Afyon’da parçalanarak can veren Tolga Taştan’ın anne ve babası halen psikolojik tedavi görüyor. “Bizim oğlumuz neden öldü?” sorusu bu aileleri içten içe kemiriyor. Adalet arayışları askeri yargının duvarına çarptıkça inançları da kırılıyor. Birçoğu seslice ifade etmese de, “Vatan sağ olsun” demiyor.

“BOMBALARI PKK DEĞİL TSK DÖŞEDİ, 7 ASKERİNİ ÖLDÜRDÜ!”
-2009, 27 Mayıs. Çukurca/Hantepe’de bir komando timi araziye döşenmiş EYP tipi el bombasına basıyor. 7’si ölüyor, 2’si yaralı. TSK, “PKK saldırısı” diyor. Oysa değil? Gerçek kısa süre sonra ortaya çıkmıştı. Kim döşemişti o mayınları oraya? Nasıl oluyor, dönüyor bu işler TSK’da? Ceza aldı mı sorumlular?
Dava dosyasının iddiası o ki; EYP tipi o el yapımı bombalar PKK tarafından döşenmiş ve imha edilmesi gerekirken, bir generalin emriyle, “Bizler öleceğimize onlar ölsün” denilerek, yeniden toprağa döşenmiş. Amaçları, PKK militanlarını tuzağa düşürmekti. Fakat EYP’lerin döşendiğinden, emri veren general ile döşeyen astsubaydan başka kimsenin haberi yoktu. Yedi asker, bu EYP’lerin bulunduğu alandan geçirilerek, ölüme gönderildi. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, EYP’ler patladıktan ve yedi cenaze kaldırıldıktan sonra sanki bombayı PKK yerleştirmiş gibi, sahte evraklar hazırlandı. Aynı esnada, generalin ve muhtemelen kışlanın telefonları illegal şekilde dinlendiği için, EYP’lerin TSK’ya ait olduğu açığa çıktı. Böyle olunca, EYP’lerin döşenmesi emrini veren Tuğgeneral Zeki Es’e ‘taksirle birden çok kişinin ölümüne sebebiyet verdiği’ gerekçesiyle altı yıl sekiz ay hapis cezası verildi. Yani, yedi askerin canının bedeli ancak bu kadar olabildi!

“4 ASKERİ ÖLDÜREN TEĞMEN BUGÜNLERDE TAHLİYE OLACAK”
-Bunca ölümler, onca işkence ve cinayet içinde hak ettiği cezayı alan rütbeli yani asıl sorumlu var mı? Elazığ’da 4 erin elinde patlayan el bombalarından sorumlu asker, ölümlerin ardından komik bir ceza almıştı. Hafızamda, ‘eğitim zayiatı’ tanımıyla gerçekleşen ölümlere kamuoyunun en tepkisel yaklaştığı ilk olay olarak kalmış. Böylece tartışılmaya başlanmıştı kışla cinayetleri yanılmıyorsam.
Evet, Elazığ’da Er İbrahim Öztürk ve üç arkadaşının ölümüyle sonuçlanan bu cinayet, kamuoyunda büyük bir tepki yaratmıştı. Kaldı ki cinayetin açığa çıkmasından hemen önce TSK tarafından yapılan açıklamada, el bombasının kazayla patladığı iddia edilmişti. TSK’nın yazılı açıklamasına inanmış olan kamuoyu, genç ve küstah bir teğmenin ‘pimi açılmış bir el bombasını ceza amaçlı Öztürk’ün eline verdiğini ve patlamanın da bu şekilde meydana geldiğini’ öğrenince, TSK’ya olan tüm inancını yitirdi. Bu vaka, esaslı bir sorgulamanın da önünü açtı. Ne var ki yargılama sürecini kimse takip etmedi. Bu teğmen, yargılama sonunda, hayatını kaybeden er başına iki yıl olmak üzere, toplamda sekiz yıl ceza aldı. Sanırım, bugünlerde tahliye olması bekleniyor.

-İntihar süsü verilerek öldürülen gençlerin yanı sıra, sahiden intihar eden gençler de var. Üstelik sayıları da çok. Nasıl itiliyorlar intihara?
Vakalara yakından bakıldığında, kışlalardaki şiddet ve kötü muamele, intiharın temel sebepleri arasında yer alıyor. DİSKO’ya gönderilme korkusu ve askerliğinin uzatılması korkusu da, askerleri intihara itebiliyor. Ya da örneğin, sivil hayatta başlamış psikolojik ve psikiyatrik sorunlar kışlada tedavi edilmediği takdirde, ki edilmiyor, intiharla sonuçlanıyor.

“EN ÇOK TÜRK VE SÜNNİLER OKUSUN BU KİTABI”
-Bir çok askerlik şubesinden işkence, şiddet ve intihar hikayesi var kitapta. Özellikle Adana göze çarpıyor. Yani bu kışlaya düşenlerin işkence yaşayacak olması kesin gibi ne yazık ki!
Adana Askeri Cezaevi ve Kıbrıs’taki DİSKO vakası, şiddetin sıradanlaştığı ve hatta kural haline geldiği somut örnekler olarak göze çarpıyor. Aynı şekilde, vicdani ret’çi Mehmet Tarhan ve askeri belgeleri sızdırdığı iddiasıyla yargılanan Er Utku Kalı’nın tutulduğu Sivas Temeltepe Askeri Cezaevi de her türden şiddetin ve işkencenin uygulandığı bir merkez olarak öne çıkıyor. TBMM’nin 2011 yılında hazırladığı rapora göre askeri cezaevleri, kışla içinde kışla mantığıyla yönetiliyor.

-“Vatan sağolsun” diyenler azalıyor mu dersin? Bu kalıpların yerine hangi cümleler geldi?
Bence azaldı. Değil kuşkulu ölümler, evlatlarını çatışmada kaybeden aileler bile “Vatan sağ olsun” cümlesini, öyle içtenlikle kurmuyor. Birçoğu bu ölümleri sorguluyor. Zira çoğu aile, evlatlarının zorunlu askerlik uygulaması nedeniyle askere alındığını ve bu nedenle toprağa düştüğünü biliyor.

-Bu kitabı en çok kim okumalı?
Ben bu kitabı bilhassa, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve TSK’nin kendisini etnik ve inançsal olarak dayandırdığı Sunni Türk ailelerin okumasını istiyorum. Zira kışlalardaki kuşkulu ölümler, Anadolu’nun tüm yoksul ailelerini vuruyor.

firatnews.com

Esas Duruşta Cinayet – İsmail Saymaz

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org