Türkiye’nin Afganistan Misyonu: İmkânlar ve Riskler
Taliban’ın karşı çıkmasına rağmen bir misyon yüklenmek Türkiye’yi eninde sonunda muharip bir görevin ortasında bırakacağı gibi Taliban onaylasa da ülkedeki çatışmanın gidişatı şiddetli bir savaş evresine işaret ediyor.
30 HAZİRAN 2021
Uzun bir hikâye olan Afgan barış görüşmelerinin sonuncusu, Şubat 2020’de Doha’da imzalanan anlaşma ile başlayan müzakerelerin bazı sonuçları görünür hale gelse bile henüz Afganistan’a barış getirip getirmeyeceği belli değil. BM Güvenlik Konseyi ve bölge ülkelerinin tümü tarafından desteklenen anlaşma esir değişimi, Taliban’ın yasal bir parti olarak tanınması ve ABD’nin ülkeden çekilmesini içeriyor. Tam da bu evrede, ABD’nin Taliban ile yapılan barış anlaşması kapsamında Afganistan’dan çekilme işlemi sürerken Türkiye önce beklentilerin yüksek tutulduğu ancak gerçekleşmeyen Afgan Barış Görüşmeleri’ne ev sahipliği, sonrasında ise Kabil’deki Hamid Karzai Uluslararası Havaalanı’nın koruma ve işletmesini üstlenme girişimi ile gündeme geldi.
Aslında Türkiye’nin Afganistan’da kalma hikayesinin başladığı yer tam olarak Afgan Barış Görüşmeleri öncesinde Nisan ayı ortasında Brüksel’de yapılan NATO’nun Afganistan’daki Kararlı Destek Misyonu çerçeve ülkelerinin dışişleri bakanları toplantısı idi. Bu toplantıda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun önerisi ile Türkiye farklı bir misyon gündeme getirdi. Çavuşoğlu’nun teklifinde Afganistan’da sona erecek NATO Kararlı Destek Misyonu yerine Afganistan’a desteğin bir grup ülke tarafından NATO veya diğer ülke ve kurumların katılımı ile sürdürülmesi öneriliyordu. Destek ikili düzeyde de gerçekleşebilirdi. Ancak bu önerinin akıbeti netleşmedi.
Mayıs ayı başında, ABD ve diğer ülkelerin çekilmesi sürerken, askerlerini çekmeyi planladığını ifade eden Ankara’nın 130 milyon dolar mali katkı ile Kabil’de kalmayı kabul ettiği iddia edildi. Ankara’nın tutumunun yaklaşık bir ay içinde hangi saiklerle değiştiği pek konuşulmasa da bu iddia ABD tarafından Çavuşoğlu’nun önerisinin dikkate alındığını gösteriyordu. NATO zirvesindeki Biden – Erdoğan görüşmesinde iki lider Türkiye’nin Afganistan’daki varlığı konusunda anlaştı ve ABD’nin buna destek konusunu görüşmek için Ankara’ya yolladığı Amerikan heyeti ile görüşmeler gerçekleştirildi. Buna rağmen Afganistan’ın büyük bölümünü kontrol eden Taliban’ın konu ile ilgili açıklamaları Türkiye’nin de ABD ile beraber ülkeden tamamen çıkması gerektiği yönünde. Türkiye’nin Taliban’ın bu yaklaşımını değiştirmek için örgütün liderleri ile görüşmek için girişimlerde bulunduğu çeşitli kaynaklar tarafından ileri sürülse de henüz iki taraf da bu iddiaları doğrulamış değil.
Türkiye’nin Afganistan hamlesinin Ankara açısından ABD ile ilişkileri düzeltmek, bölgesel etkinliğini yaymak, iç politikadaki dalgalanmaları dış politika hamleleri ile regüle etmek gibi güncel ve acil amaçları var. Uzak vadede ise Ankara, Afganistan’da inşa edilmeye çalışılan barış sürecinin sonunda aktif askeri varlığını, Libya’da olduğu gibi, ekonomik değere de tahvil edebileceği bir ortamı umuyor. Zira Afganistan işlenmemiş mineralleri, bölgesel CASA-1000 gibi enerji nakil hatları projeleri, Çin’in kuşak yol hattı açılarından önem taşıyor. Ayrıca Afganistan’ın; komşuları ve uzak coğrafyalar için, barındırdığı ideoloji ve örgütler habitatı nedeniyle, istikrara kavuşturulamayacaksa bile çatışmanın sınırlı tutulduğu bir ülke olarak kalması güvenlik açısından büyük önem taşıyor.
Eksenler arasında kalma ihtimali
Bu etki ölçeğinde Türkiye’nin Kabil hamlesinin Afganistan’ın ötesinde bir anlam taşıdığı ise aşikar. Dış politika anlayışı nedeniyle pek çok tartışmanın odağındaki Türkiye’nin Kabil havaalanı hamlesinin uluslararası ortamda neden olabileceği dalgalanma, fırsat ve sorunlar ise tahmin edilenlerden oldukça farklı ve riskli. İran ve Pakistan’ın ulusal güvenlik kaygılarının nedeni, ABD’nin Rusya ve Çin ile çekişme alanı ve Pekin’in kuşak-yol projesi için bir güvenlik mendireği olan Afganistan’da, aktif ve pasif aktörlerin çoğunun ülkede bulunmak yahut ülke içindeki etkinlik alanlarını korumak, genişletmek için Türkiye’den daha güçlü nedenlere ve araçlara sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Rusya Savunma Bakanı Şoygu’nun Afganistan konusunda yaptığı, Afganistan ile sınırdaş çok sayıdaki üye ülkesi olan Şanghay İş Birliği Örgütü’nün NATO’nun yerine ülkede ikame güç olabileceği yönündeki açıklama Afganistan konusunda Türkiye’nin karşı karşıya kalabileceği siyasal-askeri ortam konusunda bir fikir veriyor. Aynı açıklamada Şoygu, Türkiye’nin elde etmeye çalıştığı pozisyon konusunda “İslamabad ile Tahran’ın etkileşimi olmadan Afgan düğümünün çözülmesi imkânsız” uyarısı yaptı.
İçerde eksen tartışmaları süren Türkiye’nin ABD ve NATO ülkeleri ile anlaşarak Taliban’a rağmen havaalanına yerleşmesi durumunda orta vadede karşısında ABD’ye karşı mücadele esnasında Taliban ile ilişkilerini yeniden şekillendirmiş Rusya, Çin ve İran’ı bulması, hatta zoraki bir iş birliğine sürüklenerek riskli bir misyonu üstlenerek, düzeltmek istediği Amerika ile ilişkilerini daha da riske atma olasılığı oldukça yüksek görünüyor. Bu olasılığı destekleyen bir diğer somut veri ise Taliban’ın Türkiye’nin de çekilmesi gerektiğini açıkladığı gün Çin ile Çin’in Afganistan’daki yatırımlarının güvenliği konusunu görüşmesidir. Bu eşiğe ise Taliban’ın Amerika’ya karşı alternatif diplomatik oluşumları sürekli olarak Moskova, Pekin, Tahran ve İslamabad üzerinden kurması sayesinde gelindi.
Bu yakınlaşmanın, özellikle de Çin-Taliban ilişkilerinin anahtarı Pakistan’dı. Çin son yıllarda kuşak-yol projesi ile yüksek meblağlı yatırımlar yaptığı Pakistan’ın siyasal ortamına ve dış politikasına müdahil olabilmesi sayesinde Afganistan konusunda İslamabad’ı aracı yapmayı başardı. Sadece Taliban ile görüşmekle yetinmeyen Pekin, aynı zamanda mevcut Afgan hükümetini de kendi yanına çekmek için Afganistan-Pakistan-Çin üçlü görüşmelerini gerçekleştirdi.
Afganistan’daki durum ve Çin’in geliştirdiği ilişkiler Pekin’in Gri-Alan stratejisi için oldukça uygun bir ortam sunuyor. Etki alanını genişletmek için ticari, finansal gücünü kullanan bir büyük devlet olarak Çin, Türkiye’nin orta vadede Afganistan’da ya ABD desteği ile rekabet etmek zorunda kalacağı yahut ABD’ye rağmen iş birliğine gireceği bir aktör olarak konumunu sağlamlaştırıyor.
Pekin’in Afganistan konusundaki temel güdüsü hem kendisi hem de Kuşak-Yol Projesi ortakları açısından güvenliğe dayalı. Çin’in Afganistan’daki temel arzusu istikrarın sağlanması yönünde. Pekin’in bakış açısına göre Afganistan’daki çatışma ortamı Çin’de, özellikle de Sincan’da iç güvenliği tehdit eden İslami hareketi besliyor. Diğer yandan Pekin Afganistan’daki çatışmanın Özbekistan ve Tacikistan gibi Çin’in etki alanındaki komşularında ekonomik, sosyal ve dini handikaplara neden olmasını istemiyor. Afganistan’ın Çin açısından tüm tarafları ile kontrol altında tutulan, Rusya’dan bile olsa, diğer güçlerin etkisinden uzak bir alan olarak varlığını sürdürmesi önem taşıyor.
Genel yanılgının aksine, Afganistan’ı öncelikli bir ekonomik alan olarak görmese de Çin, China Metallurgical Group Corp., Jiangxi Copper Corporation ve Zijin Mining Group Company ile Afganistan’ın doğal kaynaklarının önemli bir payını hızla ele geçirdi. Herkes askeri ve siyasi etkiler peşinde iken Pekin dünyanın en büyük gelişmemiş bakır sahası olarak lanse edilen alanı geliştirmek için 3,5 milyar dolarlık ortak bir ihale kazandı.
Afganistan’ın Kaçınılamayan Aktörü Rusya
Çin ticari nüfuzunu derinleştirip tüm aktörler ile paralel ilişkiler kurarken Rusya Afganistan’da siyasi çözüm için girişimlerini sürdürüyor. Tabi ki bu girişimler aynı zamanda Moskova’nın tüm taraflarla görüşmesi için meşru bir alan sağladığı ve politik olarak görece bir arabuluculuk-garantörlük rolü biçtiği için Rusya aktif olarak Afganistan ile ilgili tüm süreçlerin doğal bir bileşeni durumunda. Aynı zamanda Moskova bu süreçte ABD’nin çekilmesi ile Kabil hükümetinin girdiği müttefik arayışında kendisini yeniden konumlandırıyor. Kabil hükümeti ise bu süreçte bir yanda Taliban ile görüşmeleri Rusya aracılığı ile sürdürürken, diğer yanda Rusya ile askeri iş birliği yapmayı ve Taliban’a karşı bir denge kurmak için Rusya’nın Kabil hükümetini destekleyeceğini umuyor.
Rusya, ABD’nin çekilmesini hem kendi yakın çevresini kendi adına yeniden güvenlikleştirmek hem de Sovyet sonrası dönemde Moskova’nın etkisini yeniden kurgulamak adına olumlu karşılarken eski Sovyet sahasında Çin’in aşırı güçlenmesini de istemiyor. Ne var ki Moskova ekonomik olarak kendisinden oldukça güçlü Çin ile rekabet yerine konuyu Şangay İşbirliği Örgütü çerçevesinde işlemeyi tercih ediyor. Bu paydada orta vadede Rusya, Şangay İşbirliği Örgütü’nde gözlemci konumdaki Afganistan’ı örgüte asil üye yaparak tüm dosyayı Batı’dan koparmayı ve bir bölgesel iç sorun olarak çözmeyi gündeme alabilir. Bu durumda da Türkiye bir tercih yapmak zorunda kalacaktır.
Hakeza İran’ın Afganistan konusundaki tutumu da Rusya ve Çin gibi yakın müttefikleri ile benzer bir çizgide gelişti. Tahran, Afganistan’da iktidar Taliban olsun ya da olmasın, milli güvenlik kaygılarını gidermeye ve ideolojik-dini akraba topluluklarını korumaya odaklanmış halde. Mevcut durumda İran yönetimi Afganistan’da savaşın sona ermesini sınır güvenliği ve göç sorununun çözülmesi açısından arzuluyor. Tahran hem Kabil hükümeti ile hem de Taliban ile geliştirdiği ilişkileri sayesine ABD ve NATO’nun çekildiği Afganistan’da daha geniş bir oyun alanı için hazırlanıyor. Çin ve Rusya’nın Afganistan’daki varlığı Tahran’ın bu konuda elini güçlendirse de İran’ın Afganistan’da ABD’nin çekilmesi ile oluşacak güç boşluğunu doldurması beklenen Çin ve Rusya karşısında Suriye’deki gibi tâli bir aktör haline gelme riski var. Suriye’de çekişmeli bir rekabet içinde olduğu Türkiye’nin Kabil havaalanında Taliban’a rağmen kalıcı olmayı seçmesi durumunda Taliban ile ilişkileri daha derin ve sürekli olan Tahran’ın Ankara için daha önemli hale gelmesi muhtemel.
Düşen Güç Pakistan Örneği
2008-09 yıllarındaki finansal krizde Pakistan’ın yaşadığı kriz öyle derinleşmişti ki Pakistan, devlet borcunun temerrüde düşmemesi için acilen 4 milyar dolarlık sermayeye ihtiyaç duyuyordu. 2008 yılına kadar %7 üzerinde seyreden ülkenin büyüme oranı 2009 yılında %2,8’e kadar düşmüştü. Çin ise 2008-09 küresel yüksek faizli ipotek krizinden diğer ülkelerden daha az etkilendi ve üretimden gelen gücünü deniz yolu ticareti ile nakde tahvil etme işlemini sürdürdü. Böylece 2013 yılında Çin’in etki alanını genişletecek şekilde Kuşak-Yol projesi ortaya çıktı. Bu projede Pakistan’ın özel bir yeri vardı. Pakistan’ın Gwadar limanına uzanan kara transit yolları sayesinde Çin klasik ticaret yoluna alternatifler oluşturuyordu. Çin bu proje kapsamında yatırımlarını hızla yapmaya başladı. Pakistan benzeri krizleri 2016 ve 2018 yıllarında da yaşadı ve bu krizler sırasında İslamabad’a Çin yardım etti. Ancak Çin’in bu yardımlar sayesinde Pakistan’ın dış politika konusundaki tutumuna da müdahale edebilecek konuma geldiği İslamabad’ın bazı konulardaki açıklamaları ile anlaşıldı.
Afganistan’da Taliban’ın Pakistan üretimi mayınları ABD’ye karşı kullandığı anlaşıldığında, Pakistan ABD hazinesinden Taliban ile mücadele programı dahilinde milyarlarca dolar doğrudan veya dolaylı yardım almaya başlamıştı. Pakistan 11 Eylül’den sonra uzun süre Afganistan’daki çatışma üzerinden siyasi, ekonomik ve askeri güç devşirdi. Ancak ekonomik krizler ve 1970’lerden bu yana süren mülteci yükü nedeniyle Pakistan ekonomik olarak istikrarı yakalayamadı. Son yıllarda Çin’den alınan krediler ve yatırımlar da ekonomik olarak ülkenin toplanmasını sağlamadı. Tersine İslamabad yönetimi şiddetli bir Çin etkisi altına girdi.
Çin’in yükselen ekonomik etkisi siyasi sonuçları ile geldi. İslamabad yönetimi önce 2017’de en büyük rakibi Hindistan ile Şangay İşbirliği Örgütü’ne katıldı. Ardından Pekin yönetimi için Taliban ile aracı oldu. Bu süreç ABD ile Pakistan arasında sürtüşme evresinin de başlangıcını oluşturdu. Pakistan Başbakanı İmran Han’ın ABD ile yapılan bazı anlaşmaları iptal etme girişimi ABD tarafından 300 milyon dolarlık yardımın dondurulması ile cevaplandı.
Tüm bunlar olurken her fırsatta Pakistan’ın kontrolünde olduğu iddia edilen Taliban çoklu ilişkiler kurdu ve İslamabad’ın siyasi sultasından bağımsız olarak diplomatik süreçler inşa etmeye başladı. Bu gelişmeler halen Pakistan topraklarında bulunan Taliban üsleri nedeniyle dikkat çekmiyordu. Afgan hükümeti de bu konuda Pakistan’ı uyarıyordu. Fakat İslamabad’ın Taliban üzerinde kontrolünün ciddi seviyede azaldığı kısa süre içinde anlaşıldı. Zira Taliban, Pakistan yönetimini bir ABD üssüne ev sahipliği yapmamaları konusunda uyardı. Bu uyarının ardından Pakistan Başbakanı İmran Han ülkesinde bir ABD üssü istemediği açıklamasını yaptı.
Türkiye, Kabil havaalanı görevinde Taliban ile İslamabad’ın arasındaki iletişime güvendiği için Pakistan’ı yanında isterken Kabil hükümetinin, Pakistan’ın durumuna ilişkin şüpheden de öte sert tutumunu ıskalıyor.
Yine de Afganistan üzerinden yıllarca, aralarındaki ilişki inişli çıkışlı da olsa, ABD’den mali ve ayni yardımlar ile siyasi destek alan Pakistan’ın öyküsü Türkiye için oldukça öğretici bir tecrübedir. Afganistan üzerinden ABD desteğine ve elde ettiği kayıt dışı gelire rağmen İslamabad kırılgan ekonomisi nedeniyle büyük güçler arasındaki çekişmede bir eksenden diğerine, ağır ekonomik ve siyasi yüklerle beraber, geçiş yapmak zorunda kaldı.
ABD’nin çekilmesi ile oluşacak olan güç boşluğunu doldurma yarışının başını çeken kuşkusuz Rusya ve Çin. Diğer komşu ülkeler yarışta olduklarını düşünseler de Afganistan’ın komşuları arasında Rusya ve Çin’den bağımsız, bu iki büyük güce rakip olabilecek bir ülke yok. Ne var ki Rusya ile Çin’in de Afganistan konusunda tam bir uzlaşma içinde olduğunu söylemek mümkün değil. Çünkü Afganistan iki ülke için de farklı saiklerle olsa da kontrol altında tutulması, dostlar ve düşmanlardan sakınılması gereken bir coğrafya. Afganistan, Rusya için post-Sovyet dönemde Moskova’nın yeniden etkinlik kurması gereken bir yakın çevre iken Çin için milyarca dolarlık ticaret ve etki projesinin ve Sincan bölgesinin güvenlik mendireği durumunda. ABD’nin çekilmesi ile iki gücün Orta Asya rekabeti ciddi biçimde derinleşecek ve Afganistan’daki gelişmeler sadece Afganistan ile sınırlı kalmayacak.
Mayınlı Tarlada Yürümek Gibi
Türkiye Afganistan’da alacağı askeri risklerin yanı sıra ABD’nin çekilmesi ile bölgede hâkim güç haline gelecek olan Şangay Örgütü ülkeleri ile karşı karşıya kalacak; muhtemelen ABD’ye rağmen Afganistan’da bu ülkeler ile iş birliği yapmaya zorlanacaktır. ABD’nin çekilmesi ile Kabil hükümetinin de askeri yardımlar için yüzünü Rusya’ya dönmesi Türkiye’nin Suriye ve Libya’dakine benzer bir sürece sürükleneceğinin göstergesi. Böylesi bir durumda Ankara’nın ABD ile ilişkileri tamir etmek adına aldığı risk tahmin edilenden büyük bir fatura ve kayba neden olacaktır.
Bu sürecin bir ileri evresi ise Ankara’nın, Afganistan’ın iki ülke için stratejik önemi nedeniyle Rusya ve Çin arasındaki rekabette yaşayacağı zorluklardır. Bir uçta Suriye, Libya, Ukrayna ve Kafkasya’da çatışmalı iş birliğinin çok riskli bir hatta yürütüldüğü Rusya varken diğer uçta son birkaç yılda kendisini kredi ve yatırımlarla destekleyen, daha ileri ekonomik iş birlikleri için Ankara’nın göz kırptığı Çin bulunuyor. Bu imkansız dengede Ankara’nın, en iyi senaryoda bile, Afganistan üzerinden kaybedeceklerinin listesi kazançların listesinden uzun görünüyor. Ankara için, ABD’nin bilerek profilini düşürdüğü Afganistan sahasında, Rusya ile Çin arasındaki pasif rekabet ortamı mayınlı tarlada yürümeye benzeyecektir. Üstelik bu sefer Ankara; Suriye, Libya, Ukrayna’daki gibi Batılı devletler üzerinden kurabileceği bir dengenin olanaklarından da mahrum olacaktır.
Misyon Kâğıt Üstünde Muharip Değil Ama
Bölgesel ve küresel jeopolitik risklerin yanında Türkiye’nin üstlenmeyi planladığı havaalanı işletme ve koruma misyonunun ABD ile varılan ön anlaşmaya bakıldığında söylendiği gibi risksiz olmayacağı anlaşılıyor. Zira ABD ile teknik heyet görüşmelerinin ilk etabına göre Amerikan ordusu misyonlarını korumak için 650 asker bırakacak. Associated Press’in ilk versiyonunda ABD ordusunun havaalanında C-RAM sistemleri ve bu sistemleri kullanacak bir birlik bırakarak Türkiye’ye destek vereceği ifadeleri vardı. Ancak Associated Press, haberin içeriğinden daha sonra C-RAM sistemleri kısmını çıkardı.
Ne var ki çıkarılan kısım olsun ya da olmasın Türkiye’nin Kabil’de üstleneceği misyonun eninde sonunda muharip bir karaktere bürüneceği, TSK’nın Kabil’e 45 km uzaklıktaki Taliban’ın kente yaklaşması durumunda çatışmalara angaje olmasının kaçınılmaz olduğu bir savaş tablosu karşımızda. Zira Taliban’ın ABD’nin çekilmesi ile kuzey ve güney Afganistan’daki hızlı ilerleyişi karşısında Kabil hükümeti ‘ulusal seferberlik’ ilan etti. Aslında bu seferberlik daha önce ülkedeki kıyasıya bir iç savaşta ortaya çıkan savaş ağaları sisteminin canlanması anlamına geliyor. Bu süreçte, ulusal seferberlik adı altında etnik ve dini temelli milis güçlerin yeniden ve savaş ağaları tarafından hızla örgütlenmesi Kabil ve çevresinde de gerçekleşiyor. Kabil’deki ve Kabil’in batısındaki Vardak’ta yaşayan Şii Hazaralar Taliban’ın ilerleyişine karşı silahlanıyor. Alem Han Azadi, Abbas İbrahimzade, Reis Abdülhalık ve Muhammed Ata’nın oğlu Halid Nur Ata gibi Mezar-ı Şerif bölgesinde bulunan etnik temelli liderler bir anda önceki savaş dönemindeki gibi milisler örgütleyerek esnek bağlılığı olan askeri güçler, yani savaş ağaları olarak ortaya çıktılar. Benzer şekilde Beşir Kani gibi iç savaş döneminin savaş ağalarının ardılları da kendi kitlelerini mobilize etmeye başladılar.
Tüm bu esnek milis örgütlenmelerinin siyasi olarak İran, Tacikistan, Türkmenistan ve Rusya ile siyasi ve lojistik ilişkileri göz önüne alındığında bu milis-savaş ağaları yapısının Taliban içindeki şura modeli ile yerelleşmiş parçalı yapısından daha tehlikeli olduğunu söylemek mümkün.
Tüm bu veriler göz önüne alındığında Taliban’ın karşı çıkmasına rağmen bir misyon yüklenmek Türkiye’yi eninde sonunda muharip bir görevin ortasında bırakacağı gibi Taliban onaylasa da ülkedeki çatışmanın gidişatı şiddetli bir savaş evresine işaret ediyor. Böylesi bir ortamda ise Türkiye’nin uzun süredir desteklediği Tacik, Afşar ve Türkmenlerin yarısının Taliban karşıtı tutumu TSK’nın varlığının yeniden bir hedef olarak tanımlanmasına neden olabilir.
Kaynak: Perspektif