Üçüncü yılına giren Ukrayna Savaşı, artan nükleer tehdidin en büyük sebebi – Sezin Öney

2023’ten beri içinde bulunduğumuz “geceyarısına 90 saniye”, Kıyamet Saati’nin 1947’te işletilmeye başladığından beri, yok oluşa en yaklaştığımız zaman dilimi. Bunun en büyük sebebi de, Ukrayna Savaşı…

Kıyamete 90 saniye

Trump’ın ötesinde, gelecekteki herhangi bir ABD başkanının NATO’ya selefleri kadar bağlı olmayabileceği ihtimali, artık Avrupa başkentlerinin kafasını sürekli kurcalıyor

24.02.2024
Nükleer felaketin başını çektiği tehditlerin getireceği “kıyamete” yakınlığını ölçen “Kıyamet Saati”, 2023’ün başından beri “geceyarısına 90 saniyeyi” gösteriyor. Ocak 2024’te de, kıyamete kadar olan yeni zamanlama belirlenirken, saatin ayarları yine 90 saniyede kaldı. Üçüncü yılına giren Ukrayna Savaşı, artan nükleer tehdidin en büyük sebebi.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden önce, “nükleer savaş” olasılığı tarihin derinliklerinde kaybolmaya başlamış gibiydi. Ancak, nükleer çatışma potansiyeli artık Soğuk Savaş’ta dahi olmadığı kadar yüksek. Nükleer felaketin başını çektiği tehditlerin getireceği “kıyamete” yakınlığını ölçen “Kıyamet Saati”, 2023’ün başından beri “geceyarısına 90 saniyeyi” gösteriyor. Ocak 2024’te de, kıyamete kadar olan yeni zamanlama belirlenirken, saatin ayarları yine 90 saniyede kaldı.

Donald Trump’ın, 2024’teki ABD seçimlerinde Cumhuriyetçilerin adayı ve hatta yeniden başkan olması ciddi bir olasılığa dönüşmesi de, özellikle Avrupa’da geleceğin giderek daha fazla sorgulanmasına yol açıyor. Trump’ın, “katılım paylarını ödemeyen” NATO ülkelerine yönelik bir tehdit söz konusu olduğunda, “ne halleri varsa görsünler” gibi davranacağı mealindeki açıklamaları da, Avrupa’nın kendi güvenlik ağını oluşturması gerektiği kanaatini güçlendiriyor.

NATO, en az 2021’den beri nükleer savaş olasılığına karşı tatbikatlar yapıyor. ABD’nin nükleer silahlarının da, 15 yıl aradan sonra, NATO işbirliği kapsamında İngiltere’ye dönmesi ihtimali var. NATO’nun tatbikatlarında, Türk Silahlı Kuvvetleri pilotlarının da aralarında bulunduğu hava kuvvetleri mensupları, nükleer savaş ihtimali için hazırlık yapıyor. Ancak, NATO’nun nükleer hazırlığı ötesinde; Avrupa ülkelerinin de, nükleer caydırıcılık için “Euro-deterrence” projesi oluşturması gerektiğini öne sürenler var.

Avrupa’nın nükleer caydırıcılık için, Almanya ve Fransa’nın ortaklaşmasına ihtiyaçları var. Nükleer savaş olasılığı bu kadar konuşulmadığı dönemde, Fransa’nın ortaklık teklifini Almanya reddetmişti. Şimdilerde, Berlin’de fikirler değişmeye başladı ama eğer Avrupa, birkaç sene gibi kısa bir sürede “nükleer caydırıcılık” edinecekse, bunun tek yolu ABD’nin desteği. Bu destek de, gözüktüğü kadar kolay değil: Almanya’nın kendisinin bazı anlaşmalardan çekilmesini ve ABD’nin de siyasi kararlılığını gerektiriyor.

Nükleer “geceyarısı” neden bu kadar yakın?
Kıyamet Saati (Doomsday Clock), Atom Bilimcileri Bülteni’nin (The Bulletin of Atomic Scientists) oluşturduğu, insanlığa ve gezegene yönelik tehditlerin boyutuna göre, “yokoluşa” ne kadar yaklaştığımızı gösteren sembolik bir saat. 1945 yılında Albert Einstein, J. Robert Oppenheimer ve Manhattan Projesi’nde ilk atom silahlarının geliştirilmesine yardımcı olan Chicago Üniversitesi’nden bilim adamları tarafından kurulan Atom Bilimcileri Bülteni, iki yıl sonra da Kıyamet Saati’ni yaratmıştı. Kıyamet Saati, her yıl Bülten’in Bilim ve Güvenlik Kurulu tarafından, aralarında dokuz Nobel ödülü sahibi kişinin de bulunduğu Sponsorlar Kurulu’nun danışmanlığında belirleniyor.

2023’ten beri içinde bulunduğumuz “geceyarısına 90 saniye”, Kıyamet Saati’nin 1947’te işletilmeye başladığından beri, yok oluşa en yaklaştığımız zaman dilimi. Bunun en büyük sebebi de, Ukrayna Savaşı…

Savaşın üçüncü yıl dönümüne girdiğimiz bugünde, 24 Şubat 2024’te de, nükleer savaş tehlikesi hiç olmadığı kadar büyük. 2023’te Kıyamet Saati’nin ilerletilmesine, nükleer tehdite ilişkin şu gelişmeler gerekçe gösterilmişti:

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sadece günler önce, Devlet Başkanı Vladimir Putin, ABD arasında kalan son nükleer silah anlaşması ve nükleer “cephaneliği” sınırlayan “New START’a” katılımını askıya aldı. Putin, böylece dünyanın en büyük iki nükleer gücü arasındaki silah kontrolünü noktalanmasına doğru büyük bir adım attı. Şu an askıda olan New START, Şubat 2026’da yenilenmezse, Rusya ve ABD arasında yeni bir nükleer silah yarışı başlayacak.

New START, iki ülkenin konuşlanmış nükleer silah kapasitesini şu şekilde sınırlıyor:

* 1550 uzun menzilli nükleer başlık

* 700 uzun menzilli nükleer silah sevk aracı

* 800 konuşlu veya konuşlanmamış nükleer silah fırlatıcı ve sevk aracı.

Rusya ve ABD’nin nükleer silah kapasitelerini karşılıklı olarak denetlemeyi sağlayan NEW START’tan sonra, Putin’den nükleer kontrolü sabote eden başka adımlar da geldi. Putin, Kasım 2023’te Rusya’nın tüm nükleer patlamaları yasaklayan “Kapsamlı Test Yasağı Anlaşması”na (CTBT) “onayını” çekeceğini duyurdu. Buna karşılık, Rusya’nın anlaşmanın taraflarından biri olmaya devam edeceğini ve anlaşmadan tamamen çekilmeyeceğini de vurguladı. Putin, New START’ı askıya alırken de benzer şekilde “ikircikli” açıklamalar yapmıştı. Rusya Devlet Başkanı, her iki anlaşmayı “felce uğratan” tavrının, ABD ve NATO’nun ülkesiyle savaşmasına karşılık olduğunu ve tamamen çekilmelerinin söz konusu olmadığını öne sürdü. Putin’in bu tavrı, Batı’nın Ukrayna’ya yardımını kesmek için, nükleer gerilimi tırmandırmayı içeren daha geniş kapsamlı stratejisinin sadece bir parçası.

Giderek bulanıklaşan sular
Putin’in “büyük stratejisi” ne olursa olsun, Batı tarafından giderek daha dengesiz ve güvenilmez bir aktör olarak görüldüğü kesin. Mesele sadece Putin de değil…

Rusya Güvenlik Konseyi başkan Yardımcısı Dmitry Medvedev, 18 Şubat’ta, Moskova’nın işgal altındaki Ukrayna topraklarının tamamını kaybetmesi halinde, “ABD, İngiltere, Almanya ve Ukrayna’ya karşı nükleer silah kullanacağı” tehdidini savurmuştu.

Aynı zamanda Rusya’nın eski cumhurbaşkanı da olan Medvedev, Ukrayna Savaşı başladığından beri defalarca nükleer silah kullanma tehdidinde bulundu. Evet; sözleri şimdiye kadar ciddiye alınmadı ama giderek, “acaba” diye de düşünülmeye de başlanıyor.

Medvedev’in, geçmişte kendisini bir “liberal” olarak tanıttığını unutmayalım. Hatta, New START anlaşması da, Barack Obama’nın başkanlığı döneminde Medvedev ile imzalanmıştı.

“Bulanıklaşan sular” derken, Donald Trump’ın birden uluslararası ilişkiler sahnesinde giderek artan biçimde konuşulduğunu unutmamak gerek. Trump, 14 Şubat’ta, “ABD’nin, gayri safi yurt içi hasılasının en az yüzde 2’sini savunmaya harcamayan hiçbir NATO müttefiki ülkeyi savunmayacağına” dair tutumunu yeniden gündeme getirdi.

Trump’ın bu açıklaması da, başta bahsettiğimiz gibi, özellikle Avrupa’daki “alarm zillerini” çaldırıyor. Her ne kadar, başkanlığı döneminde Trump’ın NATO’ya yönelik fiili politikaları, kışkırtıcı söylemlerine göre ılımlı kalsa da; 2025’te Beyaz Saray’a dönerse, ne yapacağı belirsiz. Trump’ın ötesinde, gelecekteki herhangi bir ABD başkanının NATO’ya selefleri kadar bağlı olmayabileceği ihtimali, artık Avrupa başkentlerinin kafasını sürekli kurcalıyor.

Tabii, Rusya’nın oluşturduğu nükleer tehdit, silahlarla da sınırlı değil: Ukrayna’nın işgalinde, Rusya’nın Çernobil ve Zaporizhzhya Nükleer Santralleri’ni de savaş sahasının içine alarak uluslararası protokolleri de ihlal etti. Ve Avrupa, Ukrayna Savaşı’nın sonucu ne olursa olsun, Rusya’nın gölgesiyle yaşamak zorunda olduklarının artık bilincinde.

Kaynak: P24

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org