Dünyada güvenliğin ancak konferansı yapılabiliyor

15 Şubat’ta 55.cisi düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı’nda Batı’nın en çok cevabını aradığı sorular: Amerika nerede duruyor? Amerika hâlâ Avrupa için güvenilecek bir partner mi? Amerika’nın desteği olmadan bağımsız bir savunma oluşturulabilir mi?

Ayşegül Karakülhancı Duman
KÖLN – Dünyayı bir arada tutan düzenin dağıldığına ve yeni bir düzene doğru gittiğine dair hemen herkesin bir hissi var. Ancak nasıl bir yeni düzene evrildiğine dair ise kimsenin net bir görüşü yok. Dünya politikası hiç olmadığı kadar kaotik ve kırılgan.

Almanya, 15 Şubat’tan başlayarak üç gün boyunca 35 devlet başkanına, 90 ülkenin hükümet, dışişleri ve savunma bakanlarına Münih Güvenlik Konferansı’nda ev sahipliği yaptı. Batı’nın en çok cevabını aradığı sorular: Amerika nerede duruyor? Amerika hâlâ Avrupa için güvenilecek bir partner mi? Trump’ın dile getirdiği “Stratejik özerklik” Avrupalılar için ne anlama geliyor? Acil bir sorunda Amerika’nın desteği olmadan bağımsız bir savunma oluşturulabilir mi?

2008’den bu yana konferansı yöneten Alman diplomat Wolfgang Ischinger açılış konuşmasını takım elbisesinin üzerine giydiği AB sembollü tişörtüyle yaptı. Anlaşılan hem AB karşıtlarına hem de dünyanın dağılma tehdidiyle karşı karşıya olan ortaklıklarından birini kullanarak birliklerin önemine vurgu yapmak istemişti. Çünkü Soğuk Savaş döneminde taraflar netti. Kim düşman kim partner günümüzdekinden daha belirgindi. Buna bağlı olarak da güvenlik politikaları daha kolay belirlenebiliyordu. Ancak bloklar dağılıp Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra yaşanan 30 yıllık geçiş dönemi artık bitiyor. Şimdi Trump’ın ‘önce Amerika’ dediği ABD ve Putin’in dünyanın tek gücü olarak düşlediği Rusya’sı yine iki büyük güç olarak sahnede. Fakat bu kez ikisi yalnız değil! Hem ekonomik hem de askeri anlamda güçlü dünyanın üçüncü bir gücü olarak Çin’de büyük oyuna katıldı. Avrupa bu oyunda özellikle Almanya ve Fransa öncülüğünde (çünkü Brexit ile beraber İngiltere’nin AB’nin ortak dış ve güvenlik politikasına dahil olma ihtimali zayıf) kendi yerini belirlemeye çalışıyor. Dünya politikasında şu ana kadar geçerli olan belirli güvenlik kural ve stratejileri artık pek bir işe yaramıyor. Avrupa veya Almanya dünya politikasında belirleyici olacak kadar askeri güce sahip değil. Bu nedenle de AB ortak ordusu son bir kaç yıldır birliğin gündeminde. Ama bu noktada da birlik içerisinde işleyiş sorunları mevcut: Birincisi Brexit maddi anlamda birliği çok zorlayacak. Ayrıca ortak bir savunma oluşturulduğunda global tecrübesi olan en önemli ülke İngiltere’den faydalanılamayacak. İkincisi Almanya ve Fransa’nın öncü pozisyonları bir çok ülkede rahatsızlık uyandırıyor. Daha da önemlisi AB üye devletlerinin uluslararası politikada her zaman çıkarları birbirleriyle örtüşmüyor.

Bu sorunların farkında olan Merkel, konferansta Macron’la birlikte AB’nin gücünü göstermek istiyordu fakat ülkesinde Sarı Yelekliler’in protestoları devam ettiği için Macron konferansa katılamadı.

Merkel konferansta sıkça alkışlarla kesilen konuşmasında, küresel toplumun zorluklarından bahsetti ve ABD ile Rusya arasındaki gergin ilişkiye özellikle değindi. Merkel, uluslararası siyasi yapıların çöküşü konusunda uyarıda bulunurken, ABD Başkanı Donald Trump’a da atıfta bulunarak, “bu yapıyı parçalayamayız” dedi. Almanya başbakanı uluslararası işbirliğinin genişletilmesi çağrısını yineledi. NATO’nun önemini, “Fırtınalı zamanlarda güvenilir demir atabilmek için NATO’ya bir değerler topluluğu olarak ihtiyacımız var” diyerek vurguladı. Merkel, ABD ve Rusya arasında yakın zamanda iptal edilen INF Antlaşması’na da değinirken Çin’i de silahsızlanmaya çağırdı. Hatta Çin’i silahsızlanma konusunda görev almaya davet etti.

Konferansın en önemli gündem maddelerinden biri de ABD’nin Suriye’den askeri gücünü çekme kararı ve IŞİD’e karşı verilen mücadele oluşturdu. Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen, IŞİD ile mücadelede henüz sona gelinmediğini tekrarladı. Leyen, “IŞİD çehresini değiştiriyor, yer altında yeni ağlar oluşturuyor” diyerek IŞİD tehdidin sürdüğünü söyledi. Ayrıca IŞİD ile mücadelede Kürtlerin çabasından övgüyle bahseden Leyen, Kürtler IŞİD‘e karşı “cesur bir şekilde, en ön cephede, önemli kayıplar vererek mücadele sergiledi” dedi. Oysa Leyen’in bakanı olduğu Merkel hükümeti, Türkiye’nin Kürtlere karşı Suriye’de varlık göstermesini “IŞİD’e karşı kendini koruma hakkı” olarak gördüğünü daha geçtiğimiz hafta açıkladı. Almanya hükümeti Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığının uluslararası hukuka uygun olup olmadığı konusunda ise asla fikrini belirtmedi. Ancak bir de hükümetin paylaştığı bilgilerden biliyoruz ki, Türkiye’nin Suriye politikası nedeniyle Almanya’dan Türkiye’ye silah ve askeri malzeme ihracatında iki yıldır düşüş kaydediliyor.

Almanya’nın Kürt politikası her zaman Türkiye eksenli oldu. Leyen, IŞİD’e karşı mücadelede Kürtleri övse de kendi ülkesi bir türlü kendisine özgü bir Kürt politikası geliştirmedi veya geliştiremedi.

Güvenlik Konferansı öncesinde geçtiğimiz hafta Almanya İçişleri Bakanı Horst Seehofer, Kürtçe kültür ve sanat faaliyetlerinde bulunan kurumların bütün faaliyetlerini, 1993 yılından itibaren Almanya’da yasaklı olan PKK’nin “yan kuruluşları” olduğu iddiasıyla yasakladıklarını bildirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan her zaman Almanya’yı PKK’ye karşı daha aktif mücadeleye çağırıyor. En son geçen yılın Eylül ayında Berlin ziyaretinde bu çağrıyı yinelemişti. Bu durumda savunma bakanının konferanstaki övgüsü Kürtler için sembolik bir anlamın ötesine geçmediği gibi Almanya’nın bu konudaki ikircikli tutumunu daha da gözler önüne seriyor.

Rusya adına konuşan Dışişleri Bakanı Lavrov, Avrupalıların “Rusya ile anlamsız bir rekabet içinde bulunduğunu” söyleyerek AB’i eleştirdi. Lavrov AB Rusya ile ortaklık fırsatını tüketti ve önemini yitirdi dedi. Rus bakan Avrasya bölgesinin tamamı için NATO’ya karşı bir güvenlik topluluğu modelini savundu.

Güvenlik konferansında İran’ın hala Avrupa ve İsrail için oluşturduğu tehdit, Transatlantik Paktı, ABD’nin Alman otomobillerinin Güney Carolina’da üretilmesini güvenlik tehdidi olarak görmesi, Rusya’ya enerji anlamında bağımlı olmamak ama politik zorunluluklardan dolayı Rusya’yı yine de Avrupa pazarında tutmak gibi konular konuşuldu.

Ancak Dünya’yı güvensiz hala getirenler güvenlik konferansı yapmadan önce Save the Children kuruluşunun açıkladığı rapora göre, savaşlar en fazla çocukların hayatını riske atıyor. 2013-2017 yılları arasında, sürekli çatışmanın devam ettiği 10 ülkede, beş yaşının altında en az 550 bini bebek 870 bin çocuk öldü. “Çocuklara karşı savaşı durdurun” başlıklı rapora göre, 2010 yılından bu yana çatışma bölgelerindeki çocuk nüfusu yüzde 37 oranında arttı. Aynı dönemde, teyit edilebilen vakalara göre çocuklara yönelik ölümcül saldırılar ve çocuklara silah verilmesi gibi suistimaller de yüzde 174 artış gösterdi. Çocuk hakları ihlalleriyle ilgili vakalar 2017 yılında rekor düzeye ulaşarak 25 binin üstüne çıktı. Dünyanın güçleri karşılıklı çıkarlarını konferans adı altında tartışırken, iç savaş nedeniyle gıda ve ilaç sıkıntısının yaşandığı Yemen’de savaşın faturasını çocuklar ödemeye devam ediyor. Binlerce çocuktan biri olan 12 yaşındaki Fatima Koba, 10 kiloya düştüğü için bir klinikte tedavi altına alındı.
Bu savaşın en büyük sorumlusu Suudi Arabistan konferansta yer almadı.

Bir de tabi bir çok gazetenin görmezden gelmeyi tercih ettiği Münih’in merkezinde, polis tahminlerine göre yaklaşık 3500, organize edenlere göre ise en az 6500 kişi konferansı protesto etti.

Kaynak: Gazete Duvar

**

Münih Güvenlik Konferansı’nda, ABD’nin “Suriye’den çekilme” kararına büyük tepki – Yeni Yaşam

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org