Saldırı silahları dönemine mi geçiliyor?
Lale Kemal
Rusya’nın, sıkça Türk hava sahasını ihlali, nihayetinde bir uçağının düşürülmesiyle iki ülke toplumlarına olumsuz etkileri uzun süre hissedilecek gerilim sürüyor.
Bu gerilimi, Türkiye’nin Musul yakınlarına eğitim amaçlı dediği asker sevkiyatı sonucu Irak ile yaşanan, şimdilik diplomatik düzeyde kalan atışmalar izliyor. Türkiye zaten çok uzun yıllardır PKK’ya karşı önlem gerekçesiyle Kürtlerin hakim olduğu Kuzey Irak’ta asker bulunduruyor, jetler bölgeye hava operasyonları düzenliyor. 2012 yılında Suriye’nin Türk F-4 jetini düşürdüğü olay, Ankara’nın, iç savaşın yaşandığı bu ülke hava sahasının çok içlerine girdiği iddialarını da beraberinde getirmişti.
İçeriye dönüp baktığımızda PKK ile süren şiddetli çatışmalarda sivillerin de öldürülüyor olması, güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımı gibi olgular, geçmişte olduğu gibi bugün de Türkiye’nin, saldırgan bir politika uygulayageldiği görüntüsünü güçlendiriyor.
Bu gelişmeler arka planında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, dikkatli okuma yapanların sorgulamaya başladığı bir konuşması oldu.
Erdoğan’ın, uzun menzilli füze tedarik projesinin Çin ile öncelikli müzakere edilirken iptal edilmesine dair 18 Kasım’da ATV’ye sarf ettiği sözleri, “Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren dış politikada izleyegeldiği caydırıcılığa dayalı savunma politikasından saldırı politikasına mı geçiyor?” sorusunu, akla getirdi.
Zira Erdoğan, iptal edilen projenin, füze ‘savunma sistemi’ olduğunu hatırlatarak saldırı silahları edinimi politikasının da benimsenmekte olduğu izlenimi veren şu sözleri sarf ediyordu demecinde; “Biz uzun dönemli savunma mı taarruz mu yapacağız, önemli olan budur. Hem yerli, milli olsun hem taarruz olsun istiyoruz… Biz iptalle bu adımı attık… Bunu ürettiğimiz anda savunmayı yapmış oluyoruz. Bu konuyla ilgili SSM çalışmaları yapacak.” diyordu.
Erdoğan, çok öncesinde başbakanken de Aralık 2011’de TÜBİTAK toplantısında yaptığı konuşmada, tıpkı komşu İran gibi 2.500 kilometreyi bulan menzilde füze üretilmesi hedefini koymuştu. Bu hedef şimdilerde 3.000 km’ye çıkartıldı.
Habertürk’ün o tarihte geçtiği habere göre, TÜBİTAK toplantısının basına kapalı bölümünde yaptığı konuşmada, Türkiye’nin envanterindeki füzelerin menzilinin en fazla 150 kilometre olduğunu hatırlatan Erdoğan’ın devamında şöyle dediği aktarılıyordu:
“Bu olmaz, geliştirmemiz lazım. Kapı komşumuz İran’da bu var. Tamamen yerli; Avrupa’dan bağımsız olarak kendisi üretiyor. Ambargoya rağmen bunu yapıyor. Biz de yapabiliriz. Sizden bunu istiyorum.”
Hatırlatalım, Türkiye, Füze Kontrol Sistemi kısa adı MTCR olan uluslararası anlaşmaya taraf olarak, 300 km’nin üzerinde füze üretemez, dolayısıyla daha uzun menzilli füze üretimi için bu taahhüdünü sonlandırması gerekiyor.
Diğer yandan, Türkiye, herhangi bir saldırıya maruz kalmaması halinde saldırıya geçen ilk ülke olmama politikası izliyor. Ancak geçmişte olduğu gibi bugün de dünyada savunma ve saldırı kavramları zaman zaman iç içe geçebiliyor. Örneğin, Ege hava sahasında Türkiye ile Yunanistan arasında süregelen egemenlik hakkı iddiaları nedeniyle taraflar birbirlerini saldırgan politika izlemekle suçluyorlar. Keza Türkiye’nin, Irak’ın iddia ettiği gibi ülkesine eğitim amacının dışına çıkan çok sayıda askeri sevkiyatı var ise bu da karşı tarafça saldırgan bir eylem olarak tanımlanıyor.
Ne var ki Erdoğan, “taarruz silahları” ifadesiyle uzun menzilli füzelerin, nükleer silah başlığı da taşıyabilen balistik füze şeklinde üretilmesini kastediyorsa eğer, bu, ülke savunma politikasının resmen saldırı niteliği de kazanacağı yeni bir dönemin habercisi olabilir.
http://www.zaman.com.tr/yazarlar/lale-kemal/saldiri-silahlari-donemine-mi-geciliyor_2331684.html