Vicdani Ret Derneği Eş Başkanı Merve Arkun ile konuştuk…
11 Mart 2020 Çarşamba
Muzaffer Demirsoy / Demokrat Haber
Vicdani ret temel bir insan hakkıdır, şiddet kullanmayı, öldürmeyi reddetmek yaşam hakkının bir savunusu ve garantisi niteliğindedir. Ancak Türkiye’deki vicdani retçiler, askerlik hizmetini yapmayı reddettikleri için bir dizi insan hakları ihlallerine maruz kalıyor, hapis ve para cezalarına karşı yıllarca süren yargı mücadeleleri veriyor.
“Konuşacaklarımız Var” diyerek insan hakları ve özgürlükler alanında mücadele eden kişi ve kurumlarla yaptığımız söyleşilere Vicdani Ret Derneği Eş Başkanı Merve Arkun ile devam edip yaşadıkları sorunları ve mücadelelerini konuştuk…
Vicdani retçiler kendilerini nasıl tanımlıyorlar? Antimilitarist ya da pasifist misiniz?
Vicdani ret temel anlamıyla, zorunlu askerliği reddetmek. Kişiler birçok farklı sebeple kendisini vicdani retçi olarak tanımlıyor. Yani her vicdani retçinin birbirinden farklı motivasyonları var diyebiliriz. Kişiler kendi etik, felsefi ve siyasi değerleri sebebiyle vicdani retlerini açıklayabiliyorlar. Örneğin savaş karşıtı bir antimilitarist, Yehova Şahitleri gibi dini inancı sebebiyle zorunlu askerliği reddeden bir Müslüman, militarizm-cinsiyet ilişkisi bağlamında vicdani reddini açıklayan bir kadın, şiddet karşıtı bir birey vicdani retçi olabilir. Kişiler yalnızca tek bir sebeple zorunlu askerliği reddetmediğinden, vicdani reddin de salt bir gerekçesi yoktur. Her bir vicdani retçi, kendi kişisel motivasyonuyla zorunlu askerliği, orduyu, savaşı ya da militarizmi reddedebilir; vicdani reddini açıklayabilir.
Ben, bir kadın olarak, antimilitarist gerekçelerle açıkladım vicdani reddimi. Çünkü zorunlu askerlik yaşadığımız coğrafyada ve dünyanın birçok farklı yerinde sadece erkekleri etkileyen bir gerçeklik değil. Zorunluğu askerliğin ve savaşın, şiddet, militarizm ve erkek egemenliğinden ne kadar beslendiği açıkça ortadayken, bir kadın olarak bu bütünlüklü militarist tahakkümün reddedilmesinin oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.
Militarist kültür erkek egemenliğiyle, milliyetçilikle topluma yüzyıllardır ilmek ilmek işleniyor. Aslında mücadeleniz çok daha geniş kapsamlı gibi duruyor. Doğru mu anlıyorum?
Evet. Zorunlu askerlik, savaşın insan kaynağı olan orduları ayakta tutabilmek için devletlerin ihtiyaç duyduğu bir mekanizma. Zorunlu askerlik, savaşı; savaş da militarizmi, şiddet kültürünü ve dolayısıyla “erk”ekliği besliyor. Zorunlu askerliğin -küçük ancak oldukça etkili- bir parçası olduğu bu şiddet kültürünün bütününü görmek ve buna karşı bir direniş/mücadele örgütlemek oldukça önemli.
Milliyetçilik, zorunlu askerliğe bir “kutsallık” addediyor. Bu sebeple ne yazık ki zorunlu askerlik ya da ordu, toplumun birçok kesimi için “sorgulanamaz” bir noktada duruyor. Çok benzer bir şekilde toplumsal alandaki cinsiyetçi kodlar, bir şiddet kültürünü ve militarist tahakkümü de beraberinde getiriyor. Zorunlu askerlik yalnızca “kadınların çocuklarını ya da sevdiklerini askere yollamak ve onların yolunu gözlemek zorunda bırakmanın” dışında da birçok şekilde yaşantımızı etkiliyor. Zorunlu askerlikle sürdürülen ordular ve savaşlar, kadınların bedenleri ve yaşamları üzerinde çok ciddi tehditler oluşturuyor. Dünya tarihi boyunca yaşanan her savaşta bu tehditleri kadınlar çok acı biçimde deneyimledi/deneyimliyoruz maalesef. “Savaş ganimeti” olarak görülme, toplu tecavüzler, esir alınmalar, kadının varoluşu üzerinden ajite edilen savaş politikaları gibi sayısız örnek var ne yazık ki. Bunun dışında daha önce de belirttiğim gibi zaten militarist tahakküm, biz kadınların yaşamında oldukça etkili. Yaşamın her alanına sirayet etmiş ve “normalleştirilmiş” cinsiyet kodları ve bu kodlar aracılığıyla yaratılan-sürdürülen erk şiddeti, bizlerin yaşamını doğrudan tehdit eder nitelikte.
Tüm bu sebeplerle de aslında evet, mücadelemiz çok daha geniş kapsamlı. Vicdani ret hakkının tanınmaması sebebiyle yaşadığımız coğrafyada pratik olarak sayısız hak ihlaline karşı mücadele yürütüyor olsak da aynı zamanda militarizme ve şiddet mekanizmalarının bütününe karşı bir mücadele perspektifimiz var.
Vicdani ret konusunda dünyada nasıl bir tablo var?
Avrupa Konseyi üyesi ülkeler arasında vicdani ret hakkını tanımayan tek ülke Türkiye olsa da, vicdani ret hakkının bir insan hakkı olarak tanındığı birçok ülkede de vicdani ret hakkının ihlal edildiği örnekler var ne yazık ki. Dernek olarak üyesi olduğumuz Avrupa Vicdani Ret Bürosu (EBCO)nun yakın zamanda yayınladığı raporda “2019 yılının Avrupa’daki birçok vicdani retçi için gerilemenin yaşandığı ve vicdani ret hakkının Avrupa insan hakları standartlarına uygun olarak temin edilmesine yönelik siyasi güdülerin azaldığı bir yıl olduğu” açıkça belirtiliyor.
Birkaç örnek vermek gerekirse: 2019 yılı sonunda İsviçre Eyaletler Konseyi ve Ulusal Konsey, vicdani ret hakkının tanınması sebebiyle uygulamada olan alternatif hizmete erişimi kapsamlı sınırlamalarla zorlaştıran bir değişiklik önerdi. Yunanistan’da vicdani retçiler için alternatif sivil hizmetin süresi çoğu yükümlünün askerlik süresinden 6 ay daha uzun olmaya devam etti. Yani vicdani retçiler için Yunanistan’da “cezalandırıcı alternatif sivil hizmet uygulaması” halen sürüyor. Bunlar dışında Kıbrıs’ın Kuzey kesiminde Bakanlar Kurulu Ocak 2019’da Meclis’e vicdani ret hakkını içeren bir yasa tasarısı sunsa da 2019 sonbaharında tasarı geri çekildi.
Aslında bu gibi örnekler vicdani reddin bir insan hakkı olarak tanındığı coğrafyalarda da vicdani retçilere yönelik çeşitli yaptırımların ve hak ihlallerinin sürdüğünü görmek açısından zihin açıcı.
Bazı ülkeler zorunlu askerliğe alternatif olarak vicdani retçilere kamu hizmetinde bulunma olanağı sunuyorlar. Bu konudaki düşünceniz nedir? Total ret görüşünü mü benimsiyorsunuz?
Dünyanın farklı coğrafyalarında vicdani reddin bir insan hakkı olarak tanınması sebebiyle, vicdani retçiler alternatif sivil hizmet uygulamasından faydalanabiliyor. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu uygulama vicdani retçilere bir cezalandırma yöntemi olarak da sunuluyor. Askerlik süresinin çok üzerinde yapılması gereken alternatif sivil hizmet aslında cezalandırıcı bir uygulamaya dönüşüyor. Bu bakımdan da vicdani retçilere yönelik başka bir tehdit oluyor.
Yaşadığımız coğrafyada elbette ki öncelikli sorunlarımızdan biri vicdani ret hakkına ilişkin mevzuatta bir düzenleme yapılmaması. Bu sebeple kişilerin seyahat özgürlüklerinin, eğitim haklarının, çalışma haklarının engellenmesi ya da kısıtlanması.. Bu sebeple vicdani ret hakkına ilişkin mevzuatta bir düzenleme yapılması elzem.
Vicdani redde ilişkin yapılacak mevzuat düzenlemesi sonrasına dair elbette sorular mevcut. Alternatif hizmet uygulaması gelir mi, gelirse nasıl olur? Örneğin bu hizmet ordu içerisinde mi yapılır ya da kamu hizmeti seçeneği sunulur mu? Alternatif hizmetin süresi askerlikle aynı mı olur ya da askerlik süresi üzerinde tutularak yeni bir cezalandırma yöntemi mi geliştirilir… gibi. Bu soruları cevaplayabilmek bir eşik aslında. Şu anda vicdani ret hakkına dair öngörülemeyen bir süreç var Türkiye’de.
Derneğimiz üye ve gönüllüleri arasında total retçi olan ya da bunu savunan kişiler elbette mevcut. Ancak çalışmalarımızı şu anda “vicdani ret hakkı”na odaklı yürütüyoruz. Belirttiğimiz gibi vicdani reddin bir hak olarak tanınması durumunda karşı karşıya kalacağımız yeni uygulamalar, total reddi konuşmak-tartışmak için daha elverişli bir zemin yaratacaktır.
Muhalefet partilerinin zorunlu askerliğe yaklaşımı nasıl?
Yaşadığımız coğrafyada zorunlu askerlik ve dolayısıyla ordu, milliyetçi kodlarla bezendiğinden “kutsal” ve sorgulanamaz olarak görülüyor. Bu durum, vicdani reddi bir insan hakkı olarak konuşmanın-tartışmanın bile önüne geçiyor çoğu zaman. Vicdani ret hakkını savunanlar vatan haini ya da terörist olarak damgalanabiliyor. Ancak Türkiye imzacısı olduğu uluslararası sözleşmelerde zaten vicdani ret hakkını tanıyor. Buna karşın, bu hakka dair iç mevzuatta bir düzenleme yapmayarak sayısız hak ihlalinin yaşanmasına zemin sağlıyor.
Türkiye’de vicdani reddin bir insan hakkı olarak tanınmaması milliyetçilikle yakından ilişkili. Bu noktada çoğu muhalefet partisi de vicdani ret hakkını bir insan hakkı olarak görmeye-tanımaya çekimser yaklaşıyor.
Vicdani ret hakkı, günümüzde Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu tarafından temel insani hak olarak kabul ediliyor. Avrupa Konseyi organları da günümüze değin aldıkları bir dizi karar ve tavsiyede benzer açılımlar getirdi. Anayasamızın 90’ıncı maddesi uyarınca Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler kendi yasa ve anayasasından üstün, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre vicdani ret hak. Türkiye bu hakkı tanımakla yükümlü değil mi? Türkiye vicdani redde kesin olarak karşı çıkıyor mu?
Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. Maddesi’nde ve Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 18. Maddesi’nde “düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkı” düzenlenmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre “düşünce”, “din” ve “vicdan” kelimeleri ile ifade edilen değerler, belli bir düzeyde kudret, ciddiyet, bütünlük ve öneme sahip görüşler ile dini, felsefi, ideolojik inançlar; bir bütün olarak her türlü kanaat, inanç, görüş, felsefi öğreti gibi bireyin fikir ve düşünce dünyasında yer alır. Sözleşmede belirli bir düzeyde soyut olarak düzenlenen hakkın koruma kapsamı, sözleşme organlarının işlem ve yorumlarıyla belirlenmektedir. Örneğin AİHS’te düzenlenen hakkın kapsamı, AİHM kararları ile somutlaşmaktadır. AİHM’in 2011 yılında verdiği Bayatyan v. Ermenistan kararında, vicdani ret hakkının sözleşmenin 9. Maddesi’nde yer alan din, düşünce ve vicdan özgürlüğünden doğduğu kabul edilmiştir. Bu karardan sonra Mehmet Tarhan, Halil Savda, Yunus Erçep ve Feti Demirtaş’ın Türkiye aleyhine gerçekleştirdiği başvurularda da mahkeme, başvuruculara vicdani ret hakkı tanınmamasının sözleşmenin 9. Maddesi’nin ihlali olduğuna hükmetmiştir. Mahkeme ayrıca vicdani retçilerin sonu gelmez yargılamalara maruz kalmasının sözleşmenin 3. Maddesi’nde düzenlenen “insanlık dışı ceza ve muamele yasağı”nın ihlali olduğuna hükmetmiştir.
Anayasa’nın 90. maddesine göre yukarıda belirttiğimiz sözleşme hükümleri kanunların üzerindedir ve kanunlar sözleşmedeki bu haklara aykırı ise kanun hükmü uygulanmamalı, sözleşmeye göre işlem yapılmalıdır. Yani uluslararası insan hakları hukukunun tanıdığı vicdani ret hakkını, Türkiye devleti de vatandaşlarına tanımak zorundadır. Ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “vicdani ret hakkının ne şekilde kullanılacağı yönünde yasal düzenleme yapmaması sebebiyle” vicdani ret hakkını sürekli olarak ihlal etmektedir.
Vicdani Ret Derneği, 2020 yılı itibariyle Türkiye’de yoklama kaçağı/ bakaya/ vicdani retçilerin yaşadıkları hak ihlallerini raporlamak için çalışma başlattığını açıkladı. Bu çalışma hakkında bilgi verir misiniz?
Bu çalışma kapsamında vicdani retçilerin, yoklama kaçaklarının, firarların, vicdani ret hakkını kullanmak isteyen zorunlu ve profesyonel askerlerin yaşadığı hak ihlallerini izlemeye ve belgelemeye başladık. Çalışma sonunda bir raporlama yaparak, elde ettiğimiz verileri hem vicdani retçiler ya da vicdani reddini açıklamak isteyenlerle, hem sivil toplumla hem de yasa koyucularla paylaşmayı planlıyoruz.
Vicdani ret hakkına dair yaşanan ve görünmeyen hak ihlallerini ve vicdani retçilerin karşı karşıya kaldığı sivil ölümü görünür kılarak, Türkiye’de vicdani reddin bir insan hakkı olarak tanınmasına ilişkin gündemi de yaratmak istiyoruz. Bu bağlamda vicdani reddini açıklamış kişilerin ya da yoklama kaçaklarının, firarların, vicdani ret hakkını kullanmak isteyen zorunlu ve profesyonel askerlerin, derneğimizin internet sitesinden de yayınladığımız “Vicdani Ret Hakkı İhlal Bildirim Formu”nu doldurmalarını istiyoruz.
Kaynak: Demokrat Haber