Bir Vicdani Retçinin Günlüğü
Merhaba sevgili günlük,
23 Şubat Cumartesi günü, soğuk ve karlı bir akşamda, Başakşehir’den evime yine yeraltı yollarıyla dönmeye çalışırken bir kez daha GBT’ye denk geldim. Kirazlı istasyonundaki aktarma noktasında beş-altı bekçi (çarşı ve mahalle bekçileri kanunu), iki de kırmızı yelekli polis memuru kimlik kontrolü yapıyordu.
Bakaya olduğum tespit edildikten sonra bekçilerden biri bir kenarda tutanak hazırlamaya başladı. Bütün boşlukları doldurup imza atmam için kalemi bana uzattığında imzadan imtina etmek istediğimi söyledim. Bunun mümkün olup olmadığını araştırmak(!) üzere grubun yanına geri döndük.
Başka bir bekçi yoklama kaçağı/bakaya tutanaklarında imzadan imtina etmenin mümkün olmadığını söyledi ve başka bir memura danışmak için telefon açtı. Bu sırada bazı bekçiler kimlik kontrolüne devam ederken, ben de dikkati bana yönelmiş memurlara vicdani retçi olduğumu, niyetimin onları uğraştırmak olmamasıyla birlikte tutanağa neden imza atmak istemediğimi anlatmaya başladım. Kırmızı yelekli polislerden daha yaşlıca olanı “Ben anladım neden imza atmak istemediğini, ‘İmza atarsam kabul etmiş olurum,’ diyor” diyerek imzadan imtina edilebileceğini söylerken, başka bir memur nereli olduğumu ve ne iş yaptığımı soruyor (bunu gözlerden okunan bir şüphe belirtisiyle birlikte soruyorlar genelde), diğeri kırk yaşında zorla askerlik yapmaktansa şimdi gitmenin daha iyi olacağını anlatıyordu.
Bunlar olurken telefon konuşması sona erdi, imzadan imtina etmenin mümkün olmadığı görüşü onaylanmış halde bekçi bana dönerek imza atmazsam beni karakola götürmeleri gerektiğini söyledi. Yapmanız gereken buysa pekala dedim. O sıralarda karakola dönmek üzere olan bir arkadaşlarını arayarak gelip beni de götürmesini söylediler.
Beni karakola götürecek memuru beklerken, bekçilerden birisi bana emre karşı gelmekten ceza kesileceğini söyledi. Emir sözcüğünü duyunca, kimin bana ne emri verdiğini birazcık sorgulama ihtiyacı hissettim. Biz sakin sakin konuşmaya devam ederken, hiç söze karışmamış olan bir bekçi birden parladı ve bana bağırarak vatandaşlık dersi vermeye başladı. Bu ülkenin vatandaşı isem askerlik yapacakmışım (“Katılmıyorum”), vicdani ret diye bir şey yokmuş (“Bir zamanlar kadınların da seçme ve seçilme hakkı yoktu, şimdi var”; her şey olup bittikten sonra, kendi kendime: “Bu örnek tam olmadı galiba, ama olsun”), bu kağıda imza atacakmışım… Bana bağırma hakkının olmadığını söylediğimde ise biraz daha celallendi. Onlara eşkıya muamelesi yapıyormuşum, bakaymışım tutanağın üzerinde Bağcılar Kaymakamlığı yazıyormuş… Neticede onlar kolluk kuvvetiymiş, bana emir verme yetkileri varmış: “Kollarını kaldır dersek kaldırırsın, yat dersek yatarsın!”
Bekçinin vatandaşlık dersi devam ederken beni karakola götürecek olan bekçi de geldi. Sinirler daha fazla gerilmesin diye mi, yoksa hiç kimsenin uğraşmak istemediğini, orta yol önerildiğinde itiraz edilmeyeceğini bildiğinden mi, en başta imza atmak istemememi anladığını söyleyen polis benim o gün yapmadığım öneriyi yaptı: “Tutanağın en altına kendi el yazısıyla imzadan neden imtina etmek istemediğini yazsın, imzalasın.” On beş dakikanın sonunda aşağıdaki tutanağı el birliğiyle hazırlamış olduk.
Artık evime gidebilirdim sevgili günlük, ama gitmedim. Bana bağıran bekçinin yanına gidip kendisiyle konuşmaya devam ettim. Niyetim bana bağırmasını eleştirmekti (Gülme günlük). Bu kez sakin kalmayı başardı. Bir beş dakika kadar konuştuk sanırım. Tüm konuştuklarımızı hatırlamıyorum ama ana başlıkları şöyleydi: “Bizim maaşımız 80 milyonun vergisiyle ödeniyor, bizi meşgul ederek onların günahına giriyorsun”, “Biz sana iyilik yapıyoruz, karakola götürsek ne zaman çıkacağın belli olmaz”, “Doğruluğu yanlışlığı tartışılır, ama bu ülkenin İçişleri Bakanı ‘Torbacı görürseniz bacağını kırın, ben arkanızdayım’ demedi mi”, “Biz de emir kuluyuz, ‘Kaymakam imza attıracaksınız’ diyorsa ben sana o imzayı attırırım”… Bir memurun ağzından bunları duymanın çok acı olduğunu söyledim son olarak ve iyi akşamlar dileyerek yoluma devam ettim.
Beni karakola götüreceklerini söylediklerinde endişe duymadım sevgili günlük, ama ‘devlet’ olduğuna inanan birisinin tüm erkekliğiyle sana bağırması çok kötü. Kalbim güm güm atmaya başladı o anlarda. Böyle gerilimler/çatışmalar yaşadıktan sonra kendi kendime bu didişmelerin bir faydası var mı diye soruyorum ister istemez. O bekçiyle sabahlara kadar konuşsak da derdimi anlatamayacağım muhtemelen; vermeye çalıştığım mücadeleye herhangi bir katkı sağlamadığı da açık. Belki romantik ya da fazla iyimser dersin, bilmiyorum, birbiriyle konuşamayacağını düşünen iki insanın konuşmaya çalışmasını değerli buluyorum yine de.
Ben ısrarla ‘Siz’ diye hitap ederken, çok doğal bir şekilde, üzerinde hiç düşünmeden ‘Sen’ demiyorlar mı… İşte ona çok gıcık oluyorum!
Şubat 28, 2019