“Militarizm ve Kadın: İkinci Dünya Savaşı’nın Rahatlatıcı Kadınları” tezinin yazarı Burcu Filiz’le röportaj

Türkiye’de çok uzun süre orduda söylenen ‘Komşu kızını zapt eyle’ mantığıyla yaşananların çok benzer olduğunu gördüm. Çok farklı coğrafyalarda militarizmin erilliğinin kendini çok fazla gösterdiğini, Türkiye’ye de bu sebeple anlatmam gerektiğini düşündüm.

‘İkinci Dünya Savaşı’nın ‘Rahatlatıcı Kadınları’ tez oldu

Serkan Alan
ANKARA – İstanbul Bilgi Üniversitesi Lisansüstü Programlar Enstitüsü Hukuk Yüksek Lisans Programı’ndaki eğitiminin ardından avukat Burcu Filiz, ‘Militarizm ve Kadın: ‘İkinci Dünya Savaşı’nın Rahatlatıcı Kadınları’ başlıklı bir tez hazırladı.

Nanking Katliamı sırasında ve sonrasında Japon ordusunun işlediği tecavüz suçlarının ardından İkinci Dünya Savaşı’nda bizzat Japon hükümetinin politikası olarak hayata geçen rahatlama istasyonlarını merkeze alan tez, ‘rahatlatıcı kadınların’ yaşadıklarını ortaya koyup, hukuk alanında atılan ve atılmayan adımları inceliyor.

Hazırladığı teze ilişkin sorularımızı yanıtlayan Burcu Filiz, Japonya’da bu konuya ilişkin bir kesimin bilgisinin olmadığını, bir kesimin de olaya reddetme üzerinden yaklaştıklarını belirterek, “Baktığımda hala erkeklerin bu konuya dair umursamazlıklarını görüyordum. Toplum bu konuyu ya bilmiyor ya da yüzleşilmesi gereken bir konu olarak ele almıyor” dedi.

KADINLAR SAVAŞ MÜHİMMATI OLARAK KAYDEDİLDİ

Rahatlama istasyonları adı altında savaş cephelerinde kurulan merkezlere ilk dönemlerde kadınlar genellikle Japonya’dan getirilirken sonrasında Çinli, Koreli, Tayvanlı, Filipinli, Vietnamlı, Burmalı, Endonezyalı, Hint ve Hollandalı kadınlar bu istasyonlarda çalışmaya zorlandı. Filiz’in aktardığı kaynaklara göre toplam 200 bin kadının çalıştığı belirtilen istasyonlara kadınlar, savaşın ilk döneminde Çin ve Pasifik çevresine Japonya Savaş Bakanlığı’nın bilgisi dahilinde askeri gemilerle getirildi ve çatışma bölgelerine taşınırken “savaş mühimmatı” olarak kaydedildi.

Japonya’nın II. Dünya Savaşı’na 1941 yılında katılmasının ardından Pasifik’in farklı cephelerinde savaşan askerler için “rahatlama istasyonları” kurulması gerekli görüldü ve 1942 itibariyle Çin’de 280, Asya’da 100, güneybatı Pasifik’te 10 ve kuzey Pasifik’te 10 istasyon faaliyet gösterdi.

‘AĞLADIM, ANNEMİ İSTİYORUM DİYE AĞLADIM’

Kadınların geceleri erkeklerle birlikte olmaları dayatmasının yanı sıra gündüzleri askerlerin kıyafetlerinin yıkanması, yemek pişirilmesi, temizlik yapılması gibi görevler verildiğini de aktaran Filiz, ortalama bir kadının günde 10 erkeğe “hizmet verdiğini”, bu sayının harekât öncesi ve sonrasında 40’a kadar çıkabildiğini ifade etti.

Eski bir “rahatlatıcı kadın” Filipinli Maria Rosa Henson kaleme aldığı kitabında o döneme ilişkin, “On iki asker tarafından tecavüze uğradıktan sonra dinlenmem için yarım saat izin verildi. Bunu on iki asker daha takip etti. Hepsi kapıda dizilip sıralarını beklediler. Çok kanamam vardı ve acı çekiyordum, yerimden kalkamıyordum. Ertesi sabah ayağa kalkacak gücüm yoktu. Yemek yiyemiyordum. Çok acı çekiyordum ve vajinam şişmişti. Ağladım, annemi istiyorum diye ağladım…” ifadeleri de tezde yer aldı.

İstasyonlarda zorla çalıştırılmalarının yanında kadınların tehdit edildiğini, dövüldüğünü, eziyete maruz kaldığını ve çeşitli silahlarla yaralandığını ifade eden Filiz istasyonlarda birçok kadının cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalandığını belirterek, “Askerlerin çoğunun kondom kullanmayı reddetmesi ve ordu tarafından gönderilen kondomların yetersizliği yüzünden aynı kondomun yıkanarak tekrar kullanılması hastalıkların hızla yayılmasına sebep olmuştur” dedi.

SAVAŞIN ARDINDAN RAHATLATICI KADINLARA NE OLDU?

Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan mağlubiyetle ayrılacağı düşüncesinin ağırlık kazanmasıyla 1944 yılından itibaren rahatlama istasyonunda zorla çalıştırılan kadınların yurda döndürülmesine yönelik kararlar alındı. Farklı ülkelerden getirilen kadınlar için böyle bir yerleştirme öngörülmezken, istasyonlarda bırakılan kadınların birçoğu ülkesine dönemeden açlıktan ve hastalıktan öldü. Japon ordusunun geri çekildiği istasyonlarda çalışan kadınları intihara teşvik ettiği, silahlarıyla öldürdüğü, Amerikan askerlerine karşı canlı kalkan olarak kullandığı bilgileri tezde yer alırken savaşın son günlerine ilişkin eski “rahatlatıcı kadın” Filipinli Juanita Jamot şunları kaydetti:
“Yoğun bir bombardıman vardı. Yerler cam kırıklarıyla, molozla doluydu. Buna rağmen, Japon askerleri bana tecavüz etmeye devam ettiler. Bombardımanla kırılan cam parçalarının üzerinde yatıyordum ve canım çok acıyordu.”

Filiz’in aktardığına göre bu dönemde ülkelerine dönen kadınların çoğu toplum tarafından dışlandı ve hayatlarını yalnızlık içinde sürdürdü.

SAVAŞ SONRASI YARGILAMALAR

Burcu Filiz tezinde İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlanan yargılamaları da ele aldı. Uluslararası suçlardan dolayı bireylerin cezalandırılmaları açısından ilk örneği teşkil eden Nürnberg ve Tokyo Mahkemeleri’ni inceleyen Filiz, bu dönemki yargılamalarda tecavüz suçlarının tamamen yargılama dışında bırakıldığına dikkat çekti.

Ancak 2000’li yılların başında hayatta kalan “rahatlatıcı kadınlar”ın ve sivil toplum kuruluşlarının gayreti ile Japon Ordusunda Cinsel Köleliğin Yargılanmasına İlişkin Kadınların Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi adı altında halk mahkemesi kuruldu ve 75 eski “rahatlatıcı kadın” mahkemede hazır bulundu. Yargılamanın sonunda mahkemenin kararı Lahey’de açıklandı ve özür dilenmesi, kadınların istihdamında görev alan faillerin cezalandırılmasının da aralarında bulunduğu çeşitli talepler sıralandı.

‘ÇÖZÜLMEMİŞ BİR SORUN OLARAK RAHATLATICI KADINLAR KARŞIMA ÇIKTI’

Ulusal tez merkezinde erişime açık olan Militarizm ve Kadın: İkinci Dünya Savaşı’nın Rahatlatıcı Kadınları’ tezinin yazarı Burcu Filiz’in yönelttiğimiz sorulara yanıtları ise şu şekilde:

Japonya’nın politikası sonucu askerle birlikte olmaya zorlanan “rahatlatıcı kadınlar” üzerine tez hazırlama fikri nasıl ortaya çıktı?
Ben 2016 yılında eşimin işi sebebiyle Tayvan’a taşındım. 2 yıl burada bir yıl da Çin’de yaşadım. Buralarda kadın hakları alanında çalışmalar yaparken çözülmemiş bir sorun olarak “rahatlatıcı kadınlar” karşıma çıktı. Hem geride kaldığı için insanların bilgilerine ulaşması kolay olmayan bir konu hem de Asya toplumları çok ataerkil olduğu için insanların konuşulmasını sevmediği bir konuydu. Bu şekilde araştırmaya başladım. Sonrasında Türkiye’de buna yönelik bilgi bulamadım ve ben de böyle bir konuda literatüre katkı yapmaya karar verdim.

Başka bir ülkede yaşanan bu olayları derinlemesine inceleyip Türkiye literatürüne kazandırma noktasında zorluk yaşadınız mı?

Aslında pek kolay olmadı. En başta bu konudaki kaynakların küçük bir kısmı İngilizceydi. Asya’da bunların İngilizceye çevrilmesine pek gerek görülmemiş. İkinci Dünya Savaşı sırası ve sonrasında olduğu için çok fazla kaybolan bilgi ve belge vardı. Ama baktığımda Asya’daki sosyolojiyi anlayacak yeterlilikte olmasam da, Türkiye’de çok uzun süre orduda söylenen ‘Komşu kızını zapt eyle’ mantığıyla yaşananların çok benzer olduğunu gördüm. Çok farklı coğrafyalarda militarizmin erilliğinin kendini çok fazla gösterdiğini, Türkiye’ye de bu sebeple anlatmam gerektiğini düşündüm.

‘ACIYI UFACIK DA OLSA HİSSEDEBİLDİĞİM İÇİN KARARLILIKLA YAZDIM’

Sizin ulaştığınız kaynaklar aracılığıyla tezde doğrudan askerlerin tecavüz ettiği kadınların ifadeleri de yer alıyor. Bunları aktarma süreci size ne hissettirdi?

Bilim için bunların hepsinin okunması, tercüme edilmesi süreci gerçekten çok depresif geçti. Asya’da üç yıl kaldığım için biraz gözümde canlandırabildim yaşananları. Bu konu dahilinde ziyaretlerde de bulundum. O acıyı ufacıkta olsa hissedebildiğim için bu tezi daha bir kararlılıkla yazdım. Baktığım zaman Asya toplumlarında ataerkillik var. Tecavüze uğrayan kadınlar da, yıl 2020 olmak üzere, erkek dediğin yapar gözüyle bakıyorlar. Asya’da son 70 senedir devam eden bu şekilde bir zihniyet var. Bahsettiğim rahatlama istasyonları ve tecavüz kampları bunun çok uç bürokratik devlet eliyle gerçekleştirilmiş bir örneğiydi. Ama baktığımda hala erkeklerin bu konuya dair umursamazlıklarını görüyordum.

‘HALKTAN KONUYU BİLENLER SALDIRGAN YAKLAŞIYOR’

Tezde görüyoruz ki Japonya hükümetinin doğrudan politikaları sonucu binlerce kadın bu istasyonlarda erkeklerin tecavüzüne uğradı. O dönemin sorumluluğunun tam anlamıyla hükümetlerce üstlenilmediği ve sorumluların cezalandırılmadığı incelediğiniz mahkeme kararlarıyla gün yüzüne çıkıyor.

Japonya 1990’larda bu konuyu konuşmaya ve bu konuda bir tazmin girişimine başlamış olsa da, şu anda da egemen olan Meclisi ret politikası uyguluyor. Böyle bir şey olmadığını savunuyor. Bunun yanında halktan konuyu bilenler de saldırgan yaklaşıyorlar. Yani tazmin edilmesi gereken bir konu olduğunu düşünmüyorlar. Biz gittik işgal ettik yani ne olmuş diye yaklaşıyorlar. Asya çapında gezen Japon turistlerin “rahatlatıcı kadınlar” anısına yapılan heykelleri kırdığına ve uygunsuz hareketler yaptığına dönük haberler var. Toplum bu konuyu ya bilmiyor ya da yüzleşilmesi gereken bir konu olarak ele almıyor. Hukuki açıdan Güney Kore tekrar bunu şu an dile getiriyor ama Japonya amiyane tabiriyle ‘namus meselesi’ olarak gördüğü için kesinlikle reddediyor ve Güney Kore ile politika anlamında sorun yaşıyorlar. Çin aynı şekilde konuyu çok az konuşuyor ve geçmiş utancın üzerini örtmeye çalışıyorlar. Birlikte gidebilecekleri çok uluslararası mecra olmadığı için hem coğrafi hem zaman bakımından konu şu an hukuken çözümsüz bir yerde.

GALİP ERKEK MAĞLUP ERKEĞİ YARGILADI

İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda mahkemeler kuruluyor ama sizin de tezinizde ifade ettiğiniz gibi “Galip erkek mağlup erkeği yargılayıp” cezalandırıyor ama en büyük zararı gören kadınlara karşı işlenen suçlara dair hiçbir erkek ceza almıyor. Galip erkek mağlup erkeği yargıladı, kadınlara ne oldu?

Tecavüze uğramış bir kadın herhangi bir bombalamada ölmüş inek sürüsünden çok daha saygın değil çünkü kendisi hukuki bir özne değil. O tarihe kadar hiçbir zaman hukuki olarak özne olarak nitelendirilmediği için daha sonraki yargılamalarda da hakkının ihlal edildiği gibi bir düşünce hiç ortaya çıkmıyor. Erkeğin malı, erkeğin üzerinde karar verdiği canlı ama sandalyeden çok da farkı olmayan bir durumda kadın. Bu yüzden hiçbir hukuki girişimde tanıklığı ya da mağdurluğunu ifade etmesine izin verilmiyor. Tezin sonundaki kadınların kendi kendine kurduğu mahkemenin önemi de şu, ilk defa kadınlar çıkıp hayır bize bu oldu diyorlar. Her ne kadar gerçek bir mahkeme olmasa da söz hakkı olduğunu görüyoruz.

Ulusal tez merkezinden çalışmanıza isteyenler ulaşabilir fakat tezi genişletip kitaplaştırma gibi bir planınız var mı? Çabanız nasıl sürecek?

Kitaplaştırma projesini kenara bıraktım. Kitap olması için konuyu dar bulmuştum. Doktora konusunda bu tezden biraz daha güç alıp devam etmek istiyorum. Doktorada yine silahlı çatışma ve kadınlar üzerine çalışmayı planlıyorum. Öyle bir devam gelecek.

Kaynak: Gazete Duvar

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org