05.09.2015 09:52
PKK ile çatışmaların en yoğun olduğu 1994 yılıydı, Milli Savunma Bakanlığı’nda o dönem görevli bir albay, “Çatışmalarda ölenlerin ailelerinin acılarını hafifletmek için dini duygularına hitab eden, evlatlarının şehitlik mertebesine yükseldiğini anlatan broşürler dağıttıklarını, bu amaçla yoğun bir kampanya yaptıklarını.” anlatıyordu bir sohbetimizde.
Bu konuşmanın üzerinden yıllar geçti, bugün çatışmalar yeniden bütün acımasızlığıyla başladı, gücü elinde bulunduranlar, şiddeti durdurmak yerine kışkırtıyorlar. PKK silahları bırakmamakta ısrar ediyor. Ama Türkiye, 30 yılı bulan çatışmaların yaşandığı yılların Türkiye’si değil artık. Bu amansız savaşta yakınlarını kaybedenlerin haykırışları, iktidar istediği kadar cezai önlemlere başvursun, haklı olarak dinmek bilmiyor, bilmeyecek de.
Tabutları başında, yakınlarının, neden öldüklerini soranlar, aslında bu sorularının cevaplarını da kendileri veriyor. Şehit Yüzbaşı Ali Alkan’ın ağabeyi Yarbay Mehmet Alkan, “Bunun sebebi kim? (Kardeşinin ölümü) Düne kadar çözüm diyenler neden şimdi savaş diyor?” diye sorarken sorumluların kimler olduğunun cevabını da veriyordu. Çatışmalarda ölen bir diğer askerin cenaze töreninde, kadın astsubay, “Zengin olan şehit olmaz.” diyordu. Nitekim, oğlu bedelliden faydalandığı için askerliğini yapmamış olan Bakan Veysel Eroğlu’nun, Irak ve Suriye’ye olası TSK müdahalesini öngören tezkereye, rahat biçimde iki elini kaldırarak evet oyu verdiği fotoğrafları, tam da bu kadın astsubayın teşhisini doğruluyordu.
Peki TSK, şiddetin yeniden başgöstermesi karşısında salt iktidarın, “Son terörist ölünceye kadar çatışmalara devam” talimatı doğrultusunda, isteksiz olarak mı sahada hareket ediyor?
Emekli askerî hâkim, şimdinin Ceza Yasası hukukçusu ve öğretim üyesi Ümit Kardaş, 31 Ağustos tarihli Cumhuriyet gazetesine verdiği kapsamlı söyleşide, bu soruya yanıt niteliğinde şu ifadeleri kullanıyordu:
“Silahlı Kuvvetler’in, Kürt sorunu konusundaki güvenlikçi bakışını değiştirdiğini sanmıyorum.”
Diğer bir deyişle Kardaş, TSK’nın, Kürt sorununun silahsız çözümü sürecine de sıcak bakmamış olduğunu ima ediyor ve ekliyordu:
“Yarbay’ın sözlerini dolaylı olarak TSK kendisine yönelik bir eleştiri gibi de kabul edebilir. Çünkü operasyon yapıyor ve savaşın aygıtı o.”
Türk ordusu konusunda uzman bir Batılı askerî kaynağım ise, TSK’nın hiçbir zaman PKK ile barış yapılmasından yana olmadığını savunurken şöyle diyordu:
“Ancak kesin olan şu ki, askerler sonu gelmeyen bu savaştan yorgun düşmüş olsalar da TSK kurum olarak yorgun düşmedi. TSK kurumsal olarak, AKP ve Erdoğan’ın, Kürt sorununu çözmek için PKK ile görüşmeleri hiçbir zaman başlatmamış olmasını isterdi. Görüşmelerin başlatılmış olmasını dahi ülkeye ihanet olarak görüyor olabilir.”
Kardaş ise, “Ordunun siyasetten geri çekilişi konjonktürel.” derken şiddetin ve siyasi krizin devam etmesi halinde TSK’nın vesayetçi konumuna geçebileceği yolundaki çok haklı ve önemli uyarısını yapıyordu.
Bu arada, her ne kadar Kardaş, “Bir taraf darbe iddiasından kurtulurken, diğerinin yolsuzluk dosyaları kapanıyor. Herkes pir ü pak: Erdoğan-ordu arasında uzlaşma var.” dese de, ordunun bu travmalara rağmen iktidarın tek kişinin elinde toplanmasından hoşnut olduğunu sanmadığını da sözlerine ekliyordu.
Şiddetin tırmanmasıyla Kürt sorununa siyasi çözümün bittiğini ve iktidarın bir şekilde sonunun gelmekte olduğunu düşünenler bir taşla iki kuş vurduklarını hesaplıyor olabilirler. Nihayetinde, Kardaş’ın tanımıyla “halk çocukları” ölüyor.
http://www.zaman.com.tr/yazarlar/lale-kemal/ordu-ne-dusunuyor_2314736.html