“Savaşınız da erkek egemen düzeniniz de sizin olsun, ben yokum, 1 eksik yazın” – Mehmet Tarhan

“Ayının dokuz türküsü varmış, dokuzu da armut ile alıç üstüne” derler; ben yirmi yıldır; bir yılı hapis, altı yılı sürgünde bu türküyü söylüyorum. Otuz yıldır her geçen gün, bu türküye katılan sesler çoğalıyor.

Ayının Dokuz Türküsü

6 Ekim 2021
ABD ve NATO’nun Afganistan’dan çıkışı, Taliban’ın 20 yıl sonra tekrar ülkenin kontrolünü ele geçirişi sonrasında 11 Eylül saldırıları ve devamında gerçekleştirilen işgaller siyasi analizlerin merkezine oturdu. Gerçi Türkiye’de, belki de dünyada herhangi bir konunun birkaç gün, hatta saatten fazla gündemde kalmaması olağan, nihayetinde öyle de oluyor. Ancak ekonomi, gelir adaletsizliği, savaş, hukuk, göçler, bireysel ve kolektif haklar gibi konular, belki de “acil-akut” gündem maddelerinin altında okyanus akıntıları gibi yüzeyin altında muazzam bir enerjiyle devam ediyor. Son günlerde muhataplık tartışmaları üzerinden tekrar daha geniş bir kesim tarafından konuşulmaya başlanan, 40 yılı aşkındır sürmekte olan Kürtlerin savaşı, sorunu ve barış meselesi de herhalde Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun bu muazzam akıntılarından birisi.

20 yıl önce Afganistan’a bombardımanın başlamasından hemen sonra Ekim 2001’de Erdem Yalçınkaya ile birlikte İHD Genel Merkezi’nde vicdani reddimizi açıklamıştık. Türkiye’de 90’larda başlayan Vicdani Ret Mücadelesi henüz çok görünür değildi. Elbette Tayfun Gönül ve Vedat Zencir ile başlayan açıklamalar, Genel Kurmay mahkemelerindeki yargılamalar, Osman Murat Ülke’nin cezaevi direnişi, savaşın yoğun bir şekilde yaşandığı o yıllarda kamuoyunun belli bir kesiminin ilgisini çekmişti. Ben de o yıllarda yönünü bulmaya çalışan biri olarak, sık sık bölgeye girişi yasaklanan gazete köşelerinden (evet, internet yoktu) bilgi kırıntılarını bir araya getirmeye çalışıyordum. Çevremde konu hakkında konuşabilecek pek kimse de yoktu açıkçası o koşullarda. Diyebilirim ki savaşın ortasında kalmış ibne bir oğlanın kendine politik bir pozisyon arayışındandı belki de bir eylem biçimi olarak vicdani reddin bu kadar dikkatimi çekmesi. Zaman içinde Ankara’ya geliş ve Kaos GL ile tanışmak da varmış ve bu sayede “yok kardeşim, savaşınız da erkek egemen düzeniniz de sizin olsun, ben yokum, 1 eksik yazın” deme cesaretini bulabildim. Basın toplantısında Kaos GL adına yapılan açıklama, bana sorarsanız, kişisel hikayemde olduğu kadar Türkiye LGBTİQA+ hareketi açısından da ilk 1 Mayıs yürüyüşü kadar önemliydi. Kaos GL, İHD ve ret açıklamalarını her ne kadar tarih sehven 2001 yerine 2002 olarak yazılmışsa da linkten görebilirsiniz.

AKP iktidarının, eğer adil seçimler yapılabilirse, artık değişeceğine yönelik toplumsal algı muhalefet partilerini de barış ve müzakereleri konusunda olduğu gibi pek çok sorunun ve haliyle soruların muhatabı haline getiriyor. Maalesef iktidara talip olan Millet İttifakı bileşenleri de “Biz gelince her şey güzel olacak”tan öteye derli toplu bir program ortaya koymayı bırakın, demokratik bir söylem geliştirmekten dahi oldukça uzaklar. Vicdani Retçi Şendoğan Yazıcı’ya iki ayrı davadan ceza verildiği günlerde, Cumhuriyet gazetesinin haberine göre, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na vicdani ret hakkında bir soru soruluyor.

İktidar olmaları durumunda zorunlu askerlikle ilgili bir çalışma yapmayı düşünüp düşünmedikleri yönündeki soru üzerine Kılıçdaroğlu, dünyada ordusu olmayan hiçbir ülke bulunmadığına dikkati çekti. Orduların kendi kuralları olduğuna ve bunların da ülkeden ülkeye değişmediğine işaret eden Kılıçdaroğlu, “Emir komuta zinciri vardır. Askeri dünyada gri renk yoktur. Vicdani ret olayı son yıllarda ağırlıklı olarak gündeme gelen bir olay. Kamuoyunda tartışılabilir. Belli bir olgunluğa ulaşabilir. Siyaset kurumu bunu dikkate alabilir. Ama bunun belli bir olgunluğa ulaşması lazım. Ama vicdani rette bulundu veya onu savundu diye insanları tutuklamak, gözaltına almak asla doğru değil. Her düşüncenin kendi içinde saygınlığı vardır. Siyaset kurumu da her düşünceye kulak kabartmak lazım. Bu çerçevede olayın değerlendirilmesinden yanayım.” diye konuştu.

Kılıçdaroğlu, çok alışkın olduğumuz üzere, maalesef “netameli” konulardaki bir şey söylüyormuş gibi yaparak hiçbir şey söylememe, daha da fenası hak ve hukuk temelinde ele alınması gereken bir konuyu statükoyu ana zemin olarak tanımlayıp, tartışmayı olgunlaştırmak üzere kamuoyuna paslarmış gibi yapıyor. Dünyada bütün ülkelerin ordusu olduğunun doğru olmamasını bir kenara bırakalım “ülkeden ülkeye değişmeyen ordu kuralları” olduğunu söyleyerek “emir komuta zinciri” ve “gri renk” olmamasını değişmez gerçeklikler olarak ortaya koyuyor ve tartışmanın ancak bu zeminde yapılabileceğini söylüyor. Yani uluslararası düzeyde kabul gören Vicdani Ret Hakkı’nı sadece “eziyet görmeme”, daha geniş yorumlarsak “düşünce ve ifade özgürlüğü” bağlamında oldukça dar bir şekilde ele alıyor. Mealen diyor ki; aslında vicdani ret hakkı yoktur ama vicdani retçileri tutuklamayın. Hak temelli değil, mağduriyet üzerinden değerlendiriyor. Yeni dönemde “dostları” ile birlikte iktidara ve demokrasiyi yeniden getirmeye talip olan CHP’nin bir insan hakkı olan vicdani ret hakkı hakkında bu kadar geri bir noktadan konuşması oldukça umut kırıcı.

Yanlış bir şekilde Türkiye’de askerliğin zorunlu olduğu söylenir. Ancak Anayasa’nın 72. maddesine göre zorunlu olan askerlik değil, vatan hizmetidir.

Madde 72 – Vatan hizmeti, her Türkün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir.

Görüldüğü üzere anayasaya göre vatan hizmetinden sadece erkekler değil, tüm yurttaşlar sorumludur. Gelelim düzenlemenin yapıldığı kanuna:

1111 Sayılı Askerlik Kanunu Madde 1 – Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan her erkek, işbu kanun mucibince askerlik yapmağa mecburdur.

Askerlik Kanunu zaten kadınları dışına atarak “siz vatandaş değilsiniz” diyor. Kadınların vicdani reddi de aslında tam da bu yok saymaya rağmen, özne olarak sözünü söyleme hakkına sahip çıkma anlamında oldukça önemli.

Bedelli askerlikten, polislerin askerlik zorunluluğunun kaldırılmasına kadar pek çok uygulama tam da anayasanın 72. maddesindeki “getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir” ibaresine dayandırılıyor. Ortada net bir şekilde anayasal değil, yasal bir sorun var ve bunun kanunla düzenlenmesi yeterli olacak. Anayasaya göre askerlik yerine sivil hizmet/kamu hizmeti düzenlemesi meclis salt çoğunluğu ile yapılabilir. Benim davam da dahil olmak üzere çok sayıda AİHM, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararları ile anayasanın 90. maddesi de göz önünde bulundurulduğunda zaten bu kanun değişikliğinin şimdiye kadar yapılmış olması ve vicdani retçilerin mağduriyetinin giderilmiş olması gerekirdi. AKP hükümeti Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala davalarında olduğu gibi bu kararları uygulamamaya ve anayasayı çiğnemeye devam ediyor. Örneğin Bakanlar Komitesi’ne iki yıldan uzun bir süre önce, AİHM kararı uyarınca benim hakkımdaki arama ve yakalama kararlarının kaldırıldığını bildirdiler. Fakat HDP kapatma davasının dosyasından görüyoruz ki aslında kaldırmamışlar, halen aranıyorum. Dolayısıyla bana kalırsa Kemal Kılıçdaroğlu’nun cevabını vermesi gereken soru Vicdani Ret Hakkı’nı tanıyıp tanımaması değil, Anayasa ve Türkiye’nin tarafı olduğu ve İç hukukunda da yeri olan AİHM kararlarını uygulayıp uygulamayacağı. Bu soruya verilecek cevap, aynı zamanda AKP sonrası dönemde Türkiye’nin bir hukuk devleti olup olmayacağının da cevabı olacaktır.

CHP’nin son dönemdeki utangaç çıkışı bir yana, Rojava’nın ve Güney Kürdistan’ın işgaline, Kürt sorununun çözümünde şiddeti önceleyen yaklaşımlar, milli birlik ve beraberlik vurgusuyla meşrulaştırılıyor. Bununla beraber savunma, güvenlik ve dış politika bireylerin söz söyleyemeyeceği, devlet denilen yapının “dokunulmaz” alanları olarak, siyasetin dışında tanımlanıyor. Eğer Anayasa, yurttaşlar arası bir yurttaşlık sözleşmesi ve devlet de bu sözleşme uyarınca varlık buluyorsa, nasıl olur da yurttaşlar bu sözleşmenin bir kısmının parçası olamazlar? Vicdani Ret tam da bu sözleşmenin tamamının eşit bir parçası olma talebidir. Ölmek, öldürmek ya da ölmek-öldürmek üzerine kurulu bir mekanizmaya hizmet edip etmemeye şahsen karar verebilme talebidir. Silahlı güçlere sahip egemenlerin kendi arasındaki çıkar ya da iktidar savaşlarına katılıp katılmamaya şahsen karar verme talebidir. Taliban ya da ABD kuklası hükümet, Esad ya da cihatçı “muhalifler” arasında seçim yapmak zorunda kaldığınızı hayal edin. Mültecilere arsızca söylenen “orada kalıp ülkeniz için savaşsaydınız ya” laflarının size edildiğini bir de. Üstelik Taliban’a katılsa “dinci terörist”, hükümet adına savaşsa “Amerikan kuklası” diyecekler size aynı kişiler. Hem 20 yıldır işgal gücünün bir parçası olarak orada bulunan kendi devletini ve kendi sorumluluğunu görmezden gelecek hem de canını kurtarmaya çalışan ya da iki taraftan birini değil, kendisini seçmiş kişilerin hayatta kalma hakkını yok sayacaksın.

Bu yüzden Vicdani Ret, aynı zamanda bireysel sorumluluğu üstlenmek ve diğer yurttaşları da aynı şekilde sorumluluk almaya çağırmak demek. Bu sorumluluğu olmayan birisi ancak bir evi içindeki çocuklarla birlikte yakabilir, köylülere bok yedirebilir, çoluk çocuğun üzerine ateş açabilir, bir düğmeye basarak onlarca, yüzlerce kişiyi öldürebilir ya da bir katip olarak bunları mümkün kılacak hizmetleri yapabilir. Ya bu sorumluluğu üzerine almaktan imtina eden birisi nasıl olur da bundan kaçınanları yargılayabilir? Pekiyi, bu bireysel sorumluluğu da taşımadan eşit yurttaş olmak mümkün mü? Ya barış?

Rojin Canan Akın ve Funda Danışman’ın kaleme aldığı Bildiğin Gibi Değil: 90’larda Güneydoğu’da Çocuk Olmak kitabının ilk basımının üzerinden on yıl geçmiş ancak bence hala güncelliğini koruyor. Kitapta “Affeder misin?” sorusuna genelde “affetmem ama barışırım” ya da “affetmem ama birlikte yaşarım” mealinde cevaplar veriliyor. 2015’te AKP’nin barış müzakerelerini bırakıp savaşa dönmesiyle tekrar büyük acılar yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun değişmez bir gerçeklik olarak ortaya koyduğu “Emir komuta zinciri”ni tartışmaya açmadan, bu zincirin her halkasını yaptıklarından sorumlu tutmadan, bu acıların yeniden yaşanması nasıl önlenecek? “Emir kuluyum” zırhı delinmeden, hakikatler nasıl ortaya çıkacak, adalet nasıl sağlanacak? Peki adalet sağlanmadan, insanlar affetmese, barışmasa bile birlikte yaşamaya nasıl ikna edilecek? Pekiyi, rahatı kaçmasın, işlediği suçlar yüzüne vurulmasın diye yurttaş olmanın sorumluluğunu taşımayı reddedenler ile demokratik eşit bir yurttaşlık zemininde nasıl bir araya gelinebilecek?

AKP sonrası demokratik bir Türkiye olacaksa, yurttaşlık sözleşmesinin yenilenmesi elzem. Ancak bu şekilde temel hak ve özgürlüklerin pazarlık meselesi edilmediği, devletin kutsal mevkiinden indirilip yurttaşların denetiminde bir aygıta dönüştüğü bir ülkeye, hayata kavuşabiliriz. Bunun da yolu hakları kamuoyunda olgunlaşmaya deyip nadasa bırakmak değil. Temel hak ve özgürlükler tartışmaya, müzakereye ya da pazarlığa açık değildir. Hele hele çoğunluğun hissiyatına, hassasiyetine, keyfine ya da oyuna hiç değildir. Eğer her yurttaşın kendisini devletin eşit sahibi gördüğü bir sözleşme olacaksa, bu sözleşme pazarlık değil, herkesin kendi özgürlüklerini ve sorumluluklarını getirdiği bir masa olacaktır. Vicdani ret de, profesyonel askerler de dahil olmak üzere tüm yurttaşların bu sözleşmeyi, tüm yönleriyle, her daim tartışma halinde tutmalarına yarayacak en önemli araçlardan birisi olacaktır. “Ayının dokuz türküsü varmış, dokuzu da armut ile alıç üstüne” derler; ben yirmi yıldır; bir yılı hapis, altı yılı sürgünde bu türküyü söylüyorum. Otuz yıldır her geçen gün, bu türküye katılan sesler çoğalıyor. Herkes tüm demokratik araçlara sahip oluncaya kadar Vicdani Ret mücadelesi de sürecektir.

Yazar hakkında

1978’de Gaziantep’te doğdu. Orta öğreniminin ardından 2000 yılına dek veteriner sağlık teknisyeni olarak Diyarbakır-Lice’de çalıştı. 2001’de vicdanî reddini açıkladı. 2005-2006 yıllarında Askerî Mahkeme’de yargılanarak 11 ayını Sivas Askerî Cezaevi’nde geçirdi. 2012 yılında AİHM tarafından haklı bulundu. Kısa bir süreliğine hakkındaki tutuklama ve yakalama kararları kaldırılan Tarhan, 2015 yılında tekrar “firari” statüsü ile aranmaya başlandı. 2001’den ülkeden çıkışına dek LGBTİQA+ ve antimilitarist çalışmalar yaptı. Eylül 2015’ten bu yana Türkiye dışında yaşıyor.

Kaynak: velvele

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org