En hızlı büyüyen şirketler Ortadoğu’ya silah satanlar
21 Ekim 2016 04:30
İnglitere’nin uluslararası silah ticareti ve savaş politikalarındaki kilit pozisyonunu savaş karşıtı örgütlerle konuştuk.
Arif BEKTAŞ
Orhan DİL
Londra
Musul’a yönelik uluslararası operasyonla birlikte savaş atmosferi yoğunlaştı. Birçok dengenin değişebileceği, Türkiye, İran gibi ülkelerin daha sıcak savaş ortamlarına girebilecekleri tartışılıyor. Öte yandan Ortadoğu’daki savaşların baş mimarlarından birisi ise İngiltere…
Hint Okyanusu üzerinde yüzen cephaneliklere sahip şirketlere ruhsat dağıtmaya devam eden İngiltere’nin sattığı silahların üçte ikisi, çatışmaların yaşandığı Ortadoğu’ya gidiyor.
Dünya silah satışı sıralamasında Rusya, Çin ve Fransa’yı geride bırakarak dünya ikincisi olan İngiltere’de hükümet, bu nedenle, Ortadoğu’daki baskıcı rejimlere de ses çıkartmıyor.
İnglitere’nin uluslararası silah ticareti ve savaş politikalarındaki bu kilit durumunu, Savaş Karşıtı Koalisyon kurucusu ve Yazar John Rees, Silah Ticaretine Karşı Kampanya (CAAT) Sözcüsü Andrew Smith ve War on Want’ın direktörü John Hillary ile konuştuk.
ANDREW SMITH (SİLAH TİCARETİNE KARŞI KAMPANYA SÖZCÜSÜ): İNGİLTERE’NİN SATTIĞI SİLAHLARIN ÜÇTE İKİSİ ORTADOĞU’YA GİDİYOR
Silah ticaretleri ile ilgili oldukça kapsamlı bir çalışmanız var ve bu ticarete karşı bir mücadele de yürütüyorsunuz. Dünyada silah ticaretinin geldiği son durum nedir?
Dünya silah ticareti 100 milyarlarca sterlin değerinde. Bunun yaklaşık üçte biri ABD’den geliyor. Rusya ve Çin de farklı pazarlarda çokça silah satmaya başladı. Bunlar dünya çapındaki çatışmaları besliyor.
Örneğin İngiltere’nin sattığı silahların üçte ikisi Ortadoğu’ya gidiyor. Burası zaten küçük bir bölge, çok sayıda çatışma var ve aşırı silahlanmış durumda. İngiltere’den en çok silah satın alan ülke Suudi Arabistan. Yemen’in bombalanmaya başladığı Mart’tan bu yana Suudi Arabistan’ın İngiltere’den aldığı silahların tutarı 3.3 milyarın üzerinde. Bunların içinde savaş jetleri, bombalar ve Yemeni yıkıma uğratacak her türlü silah mevcut.
Dünyada bütün ülkeler istedikleri kadar silah bulabiliyor. Dünyanın en hızlı büyüyen silah şirketlerinin Ortadoğu’ya silah satan ülkelerin şirketleri olması tesadüf değil. Çatışmalar devam ediyor ve silah alımı her geçen gün artıyor. Bu satılan silahlar her tarafa gidebilir, IŞİD’in çok iyi silahlanmış olması bundan. Irak Hükümeti’ne ve bölgedeki başkaca ülkelere satılan silahları ele geçirdiler.
Silahların ömrü, çoğunlukla satılan hükümetlerin ve politik durumun ömürlerinden daha fazla. Bu nedenle silah satışları giderek artıyor ve bunun silah şirketlerinden başka kimseye bir yararı olmuyor.
Ortadoğu’ya baktığımızda, örneğin Libya’yı İngiltere ve Fransa da bombaladı ve büyük sorunlara neden oldu. Şimdi İngiltere’de devam eden şöyle bir tartışma var: Acaba İngiltere ve Fransa gibi batılı ülkeler hem IŞİD’in ortaya çıkması, hem de savaşların asıl sorumlusu mudur?
Libya’ya bakarsak, bombardımanın başlamasından bir kaç ay önce İngiltere’den silah satın alıyordu. Libya, her yıl İngiltere Ticaret ve Yatırım Dairesi tarafından yayınlanan öncelikli ülkeler sıralamasında silah pazarı olarak en üstteydi. İngiltere’de yapılan silah fuarlarına davet ediliyordu. Kaddafi sadece askeri olarak değil politik olarak da destekleniyordu. Bu, İngiltere’nin dış politikasının merkezinde iki yüzlülük ve kısa vadeli hesapların yattığını gösteriyor.
Ama bunun da ötesinde, Irak’ın bombalanması ile bölgedeki istikrar yok edildi. Müdahalenin başlamasının üzerinden 13 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ korkunç etkileri ile yüz yüzeyiz. Irak güvenli bir yer olamadı, şiddet ve trajedi günlük olarak devam ediyor. Buradan bir ders çıkarılmadı. Bunu Libya’dan biliyoruz.
Milletvekillerinden oluşmuş bir komitenin geçtiğimiz günlerde hazırladığı rapor, müdahalenin çok yanlışlıklar içerdiğini ve esas olarak hedefin Libya’nın yıkılıp ve yeniden inşası olduğunu gösteriyor.
Aynı durumu Irak ve Afganistan’da da gördük. ‘Teröre Karşı Savaş’ın Ortadoğu’yu güvenli hale getirdiğini kimse söyleyemez. Batı’yı da daha güvenli yapmadı.
Radikalleşmeyi beslediği inancındayım. Birkaç ay önce basılan Chilcot Raporu’nda da gördük. Irak savaşında yanlışlık sadece yönlendirme, politik yanlışlık ve oluşturduğu tehlike ile sınırlı kalmadı.
İngiltere’nin bir ülkenin kaynaklarını kullanmak için iktidarını deviren, emperyalist hedefi olan, dünyanın en zalim otoriter diktatörlerine dayanak olduğu bir durumda olmasını istemiyoruz.
Ama İngiltere böyle bir durumda. Bu durum, ülkesi parçalanan insanları güvenli bir hale getirmediği gibi İngiltere’yi de güvenli yapmıyor.
İngiltere Saddam ve Kaddafi gibi diktatörleri sebep göstererek neredeyse bu ülkelerdeki savaşlara öncülük yapmış bir ülke. Diktatörleri ortadan kaldırmak ve demokrasi götürmek gerekçesi ile savaş açarken, Suudi Arabistan gibi ülkelere de silah satmaya devam ediyor. Bu durumu nasıl izah ediyorsunuz?
İngiltere silah ticaretinin “titiz ve güvenli” olduğu iddiası gerçeği yansıtmıyor. İngiltere dünyanın en baskıcı hükümetlerini silahlandırmaya devam ediyor. Suudi Arabistan, Bahreyn ve başkaca ülkelerin insan haklarını ihlal eden diktatörler, İngiltere’nin silahlarını satın alıyorlar. Biraz geriye gidersek 1970’lerde İran, hem İngiltere’den en fazla silah satın alan hem de İngiltere’nin hedefindeki ülkeydi. Devrim gerçekleştiğinde bu silahlar uçmadı, oradaydı. Nasıl bir değişimin yaşanabileceğinin en iyi örneği bu. O zamanlarda geçerli olan silahların ömrünün hükümetlerden uzun olduğu gerçeği Kaddafi örneğinde yine doğrulandı.
İngiltere’den silah satın almak isteyen baskıcı iktidarlar çoğalıyor. Çünkü yanı sıra politik destek görüyorlar. İngiltere’den silah satın alan General Sisi, David Cameron ile Başbakanlık Konutu basamaklarında çektireceği fotoğrafın politik bir etkisinin olacağını biliyor. Burada verilen mesaj; İngiltere bu adamın iyi olduğunu düşünüyor. İngiltere General Sisi’yi iş yapılabilir ve desteklenebilir biri olarak gördüğü mesajı veriyor.
Suudi Arabistan için de aynı durum geçerli. Silah satın almak için milyarlarca sterlin harcıyorlar. İngiltere dış politikasının kalbinde yatan iki yüzlülük bu. Ya insan haklarını ve demokrasiyi teşvik edersin ya da silah satışını. Bunun ikisi bir arada olmaz.
İngiltere’nin Bahreyn’de askeri üs açtığı esnada, İngiltere elçiliği önünde protesto gösterilerinin yapılması tesadüf değil.
Aynı durum Yemen için de geçerli. Ya yaşam alanları yıkılan Yemenlilerin, ya da havadan bombardıman gerçekleştirenlerin yanında yer alınacak. Zaman bize bir kez daha gösterdi ki; İngiltere Hükümeti yanlış tarafta. Bombardımanı yapanların, işkencecilerin, diktatörlerin yanında durdu.
İngiltere Başbakanı Therase May, geçenlerde yaptığı bir açıklamada silah satışlarının İngiltere’nin sokaklarını daha güvenli hale getirdiğini söyledi. Siz bu görüşe katılır mısınız?
İngiltere’nin sokaklarını güvenli hale getirdiğini düşünmüyorum. Çünkü İngiltere’nin dış politikası radikalimizi azaltmadı, daha da artırdı. Suudi Arabistan’a silah satışındaki usulsüzlüklere ilişkin başlatılan soruşturmaya Tony Blair, “politik olarak zarar göreceğiz” gerekçesi ile müdahale etti. Soruşturmanın yasal olarak değil politik olarak durdurulduğu bir sır değil. İngiltere’nin idamların kaldırılmasına ilişkin stratejisine dahil edilmeyen tek ülke idam sıralamasında dünya 3.sü olan Suudi Arabistan’dı.
Bu ilişki İngiltere’nin politikalarında tavizler vermesine neden oluyor. İnsan haklarını ihlal eden rejimlerin Dowining Street’de ağırlanması İngiltere sokaklarını daha güvenli kılmıyor.
JOHN HILLARY (WAR ON WANT DİREKTÖRÜ): OKYANUSTA YÜZEN CEPHANELİKLER VAR
‘Paralı Askerler Zincirlerinden Boşaldı’ başlıklı ilginç bir araştırma yaptınız. Neden böyle bir araştırma yapmak istediniz, sizi bu araştırmaya iten neydi?
Irak ve Afganistan’ın istilası ve işgali döneminde özel askeri ve güvenlik şirketlerinin sayısındaki artış bizi kaygılandırdı. Afganistan ve Irak’ın işgaline son verilmesinin ardından özel askeri sektör büyümeye devam etti. Savaşın özelleştirilmesi çok tehlikeli bir gelişme ve halkın bundan haberdar olması gerektiğini düşündük. Geçmişte bir çok savaş bölgesine yayılan İngiltere şirketlerinin giderek büyümeye devam ettiklerini gördük.
Geçmişte savaş bölgeleri ile sınırlı olan bu durum bugün çok daha yaygın. Körfez bölgesinde, Hint Okyanusu’nda yüzen cephanelikler var ve bunların Afrika’da kullanımı giderek yaygınlaşıyor. İsyanları bastırmak isteyen Afrika hükümetleri buralara yöneliyor. Özelleştirilmiş savaşın yeni bölgelere yayılmasından duyulan bir korku var ve İngiltere şirketleri bu gelişmenin en önünde yer alıyorlar.
Hint Okyanusu’nda yüzen cephanelikler dediniz. Buranın faaliyet alanı olarak seçilmesini neye bağlıyorsunuz?
Yasal boşluklardan yararlanmak için, Hint Okyanusu’nda yüzen cephaneliklere sahip olmak dağıtımı kolaylaştırıyor. İngiltere gibi silah ticaretini zorlaştıran kontrol mekanizmaları ile uğraşmak zorunda kalmıyorlar. Silah ticaretini devam ettirecek bir yol bulduklarını biliyorlar. Ne silah ne de paralı asker ticareti için bağlı kaldıkları hiç bir düzenleme yok. Yasalardan kaçmak için Hint Okyanusu’nda yüzen cephanelikler kurmak giderek popüler hâlâ geliyor.
Batılı hükümetlerin bölgesel çatışmalara demokrasi bahanesi ile müdahale ederek savaşlar çıkarttığını görüyoruz. Sizce bu savaşlarda özel silah şirketlerinin payı ne durumda?
Saygınlık için kullanılan bir bahane. Irak’ta savaşın petrol için yapıldığını çok net gördük. İşgal ve istila bittikten sonra bile petrol üretimini korumak için özel askeri birlikler varlığını devam ettirdi. Yapılanların hepsi petrol ve diğer doğal zenginliklerin batıya güvenli olarak akışını sağlamak içindi. Demokrasiye ilişkin kaygılar çok yüzeysel, daha derinlere baktığınızda askeri varlıklarını devam ettirecek asıl stratejik nedenleri görebilirsiniz. Bu nedenler arasında, silah şirketlerinin çıkarları en önde tutulan nedenlerdir.
Sizce bu özel silah şirketlerinin hükümetlerin savaş kararı alması üzerinde bir etkileri var mı?
Şundan eminiz; özel askeri şirketlerin varlığı hükümetlerin savaşa gitmesini kolaylaştırıyor. Çünkü askeri müdahaleleri gerektiren durumlar için ulusal ordu şart değil. Vietnam’da olduğu gibi, geçmiş çatışmalardan şunu biliyoruz; savaş meydanlarında ölen askerlerin torbalar içinde gelmeye başlaması savaşa verilen halk desteğini azaltıyor. “Vietnam sendromu” olarak tanımlanan bu durum ortaya çıkmasından bu yana ABD ve İngiltere de dahil batılı devletlerin, ceset torbalarının gelmeye başlamasıyla beraber askeri hareketler için verilen desteği korumaları mümkün değil.
Raporda öneri olarak bütün özel askeri şirketlerin kapatılmasını talep ediyorsunuz. Neden?
Özel askeri şirketlerin, çatışmalı bölgelerde faaliyet yürütmesinin tamamen yanlış olduğunu düşünüyoruz. Çünkü ortada hesap verecek kimse kalmıyor. Emir komuta zinciri ortadan kalkıyor. İnsan hakları ihlalleri, cinayetler ve yapılanlar için sorumlu tutacağınız kimse yok. Bu demokrasinin özüne ve temel prensiplere bir tehdit. Hükümetler dünya çapındaki askeri hareketlerden sorumludur. Ama eğer savaşları özelleştirirseniz, ölümleri bu taşeron şirketlere devrederseniz, sorumluluk gibi temel bir mekanizmayı engellemiş olursunuz. Biz asıl olarak bundan dolayı karşı çıkıyoruz.
İngiltere silah ticaretinde şimdi ikinci sırada ve bu silahların çoğunluğu Ortadoğu’da kullanılıyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyor sunuz?
Silah ihracı için var olan kriterlerin, insan hakları ihlali, baskıcı ve saldırganlığın olduğu bölgelere silahların satışını engellemesi gerekir. Ama biz biliyoruz ki; İngiltere’den silah satın alan ülkeler baskı ve saldırganlıktan kaynaklanan suçların sorumlusu. Bu nedenle biz silah ticaretine ilişkin kriterlerin doğru ve sürekli bir şekilde uygulanması ve nerelerde kullanıldığının takip edilmesini istiyoruz. Bu kurallar hiç uygulanmadan halının altına süpürülüyor. İngiliz silah ticaretinin bölgeye çokça yayılması bundan.
JOHN REES*: SAVAŞ KARŞITI MÜCADELE ÖNEMLİ BAŞARI KAZANDI
Savaş Karşıtı Koalisyonu 15 yıl önce savaşları durdurmak için yola çıktı ama savaşlar giderek artıyor, bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Engelleyebildiğimiz bir savaş oldu mu?
Elbette engelledik. Öncelikle, büyük güçlerin bir daha Afganistan ve Irak’taki gibi işgal ve saldırılara girişemediğini belirtelim. Obama iktidarı bir çok kötü şey yaptı, insansız hava araçlarını devreye soktu, suikastler gerçekleştirdi ve Suriye’de olduğu gibi vekalet savaşları yürüttü ve hâlâ yürütüyor.
Ama tüm güçleri ile girerek bir ülkeyi işgal edemedi. Bu hem ‘Teröre Karşı Savaş’ın neden olduğu felaket, hem de İngiltere ve ABD’deki savaş karşıtları, yani bizlerin muhalefeti ile engellendi. Bu nedenle büyük bir başarıdan söz edebiliriz.
Şunu da unutmayalım; İngiltere tarihinde ilk kez parlamentoda savaş karşıtı bir ana muhalefet partisi yer alıyor ki, lideri Jeremy Corbyn bizim eski başkanımızdı. Bu da hatırı sayılır bir başarı olsa gerek.
Batılı hükümetlerin savaşa müdahil olmalarına rağmen, savaş karşıtlığı giderek yükseliyor. Aradan 15 yıl geçmesine rağmen hâlâ büyük bir kesimin hükümetin savaş politikalarına karşı tepki gösterdiğini söyleyebilir miyiz?
Evet elbette. Bu ülkede kamuoyunun desteğini almak için mücadeleden biz galip çıktık. Halkın ezici çoğunluğu Afganistan, Irak ve Libya savaşlarına ve Suriye’ye müdahaleye karşı çıktı. Bu hatırı sayılır bir başarı. Şimdi her İngiltere başbakanı bunu dikkate almak zorunda. Son 3 İngiltere başbakanından ikisi, Tony Blair ve David Cameron, dış politikaları nedeniyle başarısız oldular. Zaten sistemin kendisi bunu kabul ediyor. Irak’a ilişkin Chilcot Soruşturması ve Avam Kamarası’ndaki Libya ve Suriye raporlarının hepsi dış politikanın felaket olduğunu içeriyor.
Savaş Karşıtı Koalisyonu’nun eylem ve etkinliklerini sürekli takip eden Hayatın Sesi Televizyonu’nun kapatılmasına ilişkin neler söylemek istersiniz?
Türkiye bir NATO üyesi. Yıllar boyunca batının politikalarının büyük bir destekçisi Kürt özgürlük mücadelesinin ise azılı bir düşmanı oldu. Ama biz biliyoruz ki İngiltere’de ki Türk ve Kürt toplumları ve onların sesi olan medyası son 15 yıldan beri Savaş Karşıtı Koalisyonu’un yanında yer aldı. Sizinle ortak düşmanlarımızın olmasından ancak gurur duyarız.
* Savaş Karşıtı Koalisyon Kurucu Üyesi
Kaynak: Evrensel