İfade Özgürlüğü Neye Yarar?
29.10.2022
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, PKK’ya yakın olduğu bildirilen bir kanalda dile getirilen, “Türk Silahlı Kuvvetleri sınır dışı operasyonda kimyasal silah kullandı” iddiası hakkında, “uluslararası hukuk uyarınca araştırılması gerekir” dediği için “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan tutuklandı.
Saygın bir bilim insanı, adli tıp uzmanı ve insan hakları savunucusu olan hanımefendiden “terörist” “çıkartmak” için siyaset-yargı-medya üçgeninde epey bir gayret sarf edildi. Bilemem bu bayat, bayat olduğu kadar da pespaye kara propaganda kampanyalarına sahiden inanan kaç kişi kaldı. Bu, bir kaşık suda fırtına kopartma “operasyon”ları, bu “operasyon” dili, üslubu, kabak tadı verdi. Hele şu, tam teşekküllü operayon “aparatı” Sulh Ceza Hakimlikleri yok mu!.. Tarih, hesabı kesecek, zaman “gösterecek”… Geçiyorum.
Ben, taraftar veya holigan değil bir hukukçu gözüyle değerlendirmek istiyorum olayı. Kaldı ki “adil şahitlik” de vazifelerimizin başında geliyor.
Anlamak isteyenler rahatlıkla anlayabilirler: sivil toplum içinde, insan hakları alanında kendini sorumlu hisseden bizler, doğal olarak hak ihlallerini, hukuksuzlukları dile getiririz ki “şeffaflık” ve “hesap verilebilirlik” ilkeleri işlerlik kazansın, “yanlış” işler düzeltilsin, mağduriyetlerin önüne geçilebilsin, dahası, insanların onur, refah ve huzuru korunabilsin. Bu çabayı bir “kamu hizmeti” olarak da görebilirsiniz, salih amel olarak da, insan hakları aktivizmi veya sivil toplum gönüllülüğü olarak da, tercih sizin.
Sorulması gereken asıl soru şu olabilir: Bir ülkede ifade özgürlüğü varsa şayet, neye yarar?
İfade özgürlüğü “baş koymuşum Türkiye’min yoluna” diye şarkı söyleyenleri korumak için değil bizzat Şebnem Korur Fincancı gibi soru soran, beyanda bulunan insanları korumak için, bu günler vardır.
Çok rahatsız edici olsa da soru soran, “Burada bir haksızlık, hukuksuz var görünüyor, bunun araştırılması, soruşturulması lazım” diyenleri korumadıktan sonra ifade özgürlüğü neye yarar? Hiçbir işe yaramadığı ortada. Zaten yoktu ki, diyeceksiniz. Haklısınız: Hukuk’un olmadığı yerde ifade özgürlüğünden bahsetmek abesle iştigal.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Türkiye açısından ayrıca bağlayıcılığı da bulunan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi İfade Özgürüğü’nü güvence altına alıyor. “Kim sallar uluslararası hukuku, sözleşmeleri” diye racon kesebilirsiniz, “kesen” büyükleri örnek alarak… Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da İfade Özgürlüğü’nü güvence altına alıyor, eğer ilginizi çekerse diye hatırlatmak istedim.
Hukuk’u dikkate alacaksanız Şebnem Hanımla ilgili siyaset-yargı-medya bulamaçlı “tek parti dönemi” operasyonuna hiç gerek yoktu!
Şunu anlayabiliyorum elbette: Türk Ordusu’nu rahatsız edecek bir iddia bu. Bu iddiaya, açıklamaya, söze karşı, siz de sözünüzü söyler, açıklamada, eleştiride bulunursunuz, olur biter! Hani, çiğ yemediyseniz neden karnınız ağrısın? Amacınız üzüm yemek mi bağcıyı dövmek mi? Sanırım üüzmle işiniz yok, amaç önce bağcıyı dövmek, ardından bağa girmek, bir kayyum gibi! Olmazsa, ikinci bir bağ kurma “özgürlüğü” mü getireceksiniz? Denediniz, iş yapmadı gerçi.
Şebnem Hanım kimseyi tehdit etmedi, kimseye hakaret etmedi, şiddete davetiye de çıkartmış değil. Ne var ki “TSK’nın eylemleri sorgulanamaz”mış gibi bir tavır içinde olur, “hayt huyt” yaparsanız, bazı soruları akıllara getirirsiniz.
Sormazlar mı: 15 Temmuz’da bağrından bir terör örgütü (“FETÖ”) çıkaran, bir gecede 200’den fazla masum vatandaşı katleden, binlerce insanı yaralayan ordu hangi orduydu?
TSK içinde birileri darbe yapmadı mı? Hatta darbeciliği gelenek haline getirmedi mi? Yığınla, insan hakkı ihlaline, işkenceye sebebiyet verilmedi mi? (Kenan Evren neden yargılandı?) Bu büyük suçları işleyenler çıkabiliyor da kasten veya yanlışlıkla kimyasal silah kullanan birileri neden çıkmasın?
“Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler” diyen Mahmut Esat Bozkurt bu ülkede 1924-1930 yılları arasında Adalet Bakanlığı yaptı.
Bu zihniyet 1937-1938 yılında Dersim’de neler yapmıştı? Dersim Katliamında Kürtlere karşı kimyasal silah kullandıldığı bir iddia mı yoksa iddiadan çok öte, bir tespit mi?
Roboski’de çoğu çocuk 34 masum köylüyü “yanlışlıkla” katledenlerin, yanlışlıkla da olsa kimyasal silah kullanmış olma ihtimalini sorgulamak ayıp mıdır, günah mıdır, suç mudur, anormal midir?
Bir ülkede ifade özgürlüğü yoksa, soru soranları tutup hapse atıyorsanız, orada düşünce özgürlüğünün varlığından bile bahsedilemez. İnsanların özgürce düşünmesine müsaade edilmediği yerde onların köleleştirilmesi politikası uygulanıyordur. İnsanların köleleştirilmesi, düşünemez, soru soramaz hale getirilmesi, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur desek abartmış olur muyuz?
Asıl beka meselesi budur: Köle mi olacağız yoksa düşünmeye başlayıp özgürlüğe mi kavuşacağız?
Düşünmek için soru sormak, hiç değilse kafa karıştırıcı, yer yer rahatsız edici sorulara muhatap olmamız gerekiyor.
Kaynak: Her Taraf