2003 20 Kasım-Tuğkan Tuğ-İZMİR
Kimsenin askeri olmayacağım
Dünya üzerinde epeyce uzun bir zamandır insanlar toplumsal uyum ve bireysel hesaplaşma açmazında kendi benliklerini sorgulamaktalar. Kanımca bu durum uzunca bir süre daha devam edecek. Ürettiği sonuçlar açısından en azından sistemin büyük bir kısmına karşı olan insan, vicdani hesaplaşma ya da onurlu yaşama isteklerini doyurmak; bununla beraber en dar yada en geniş toplumsal alanlarda onaylanmak ihtiyacını sürdürecek. Şimdiye kadar içimizden pek azımızı sarsmayan şu serzeniş, bir süre daha zihinlerde yankılanacak: Değiştirmem gereken şeyleri değiştirebilme gücü; asla değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenme gücü ve daha önemlisi, bu ikisini ayırdedebilme gücü istiyorum.
Bugün dünyada dizginsiz bir sömürü, devasa bir açlık ve hiç bir gerekçeyle meşrulaştırılamayacak aşğılık bir savaş var. Savaş olgusu bu metni doğrudan ilgilendirecek. Savaşa hayır demek, savaş durumunu değiştirmek için biriken çabalara bireysel bir katkı olacak.
Bireylerin savaşa karşı olmalarına rağmen savaşı durdurmaya güç yetiremeyecekleri açık. Kaldı ki, sistem kitlesel olarak savaşa karşı olmanın da savaşı durdurmaya yetmeyeceği düsüncesini bizzat bu aynı kitlelere kabul ettirmiş görünüyor. Peki sistemin bunu salt askeri gücüyle sağladığını söyleyebilir miyiz? Elbette kitle iletişim araçları üzerinden yayılan bir propaganda, akıl tutulmasına yol açan sayısız manüplasyon var. Fakat bunların dışında da sistem kendi içine doğan ve onun içinde ayakta kalmaya çalışan bizlere de ortak bir bilinç, bir sistem bilinci vermiyor mu?
ABD Irak’ı işgal edeceğini ilan ettiğinde, savaşa karşı sokaklara akan insanlar,Irak bombalanmaya başladığında, bu savaşı, evlerine dönüp televizyonlardan izlediler.Bu durum insanların savaş karşıtlığının, savaşı güç mücadelesini pekiştiren bir arena gibi kutsayan, hayatın gerçeği olarak kanıksayan bir perspektifi de barındırdığını, en azından bunu askeri düzeyde taşıdığını gösterir. Bir başka deyişle, savaş gündeme geldiğinde karşı olunan, tahammül edilemez; ortaya çıktığında ise zorunlu olarak kabullenilen ‘hayatın gerçeği’olur.
Oysa devletlerin mevcut varlıkları çerçevesinde nasıl bir donanımla savaşa hazırlandıkları, sistemin kendi içinde nasıl bir savaş potansiyeli taşıdığı zihinlerden uzaklaştırılır. Zira ağır bir yüktür. Özellikle savaş karşıtı için.
Dünyadaki çoğunluğa paralel olarak Türkiye’de de savaş karşıtı bir çoğunluk var.Oysa burası askeri hizmetin zorunlu olduğu bir ülke. Bu durum tartışılmaz bulunmuş kanıksanmış. Orduya girmek,silah kullanmayı, insan öldürmeyi öğrenmek, itaat etmek insanlık dışı mumelelere maruz kalmak, düşünmemek, sorgulamamak…ve tüm bunları en çarasiz ifadeyle ‘askerliği aradan çıkarmış olmak için’ yapmak. Orduyu büyük bir güç ve iktidar sembolü olarak içselleştirmek. Evet hakim bakış bu. Aynı bakış, varolan sistemi devirip yerine Yeni bir sistem kurmak isteyen insanların da aklına ilk olarak, sistemin karşısına başka bir orduyla çıkmak gerektiği düşüncesini getiriyor. Kanımca bu da üzerinde düşünülmeye değer bir durum.
Sistem bilinci gücünü, sistem içinde yaşayan her kesimden farklı renkler ve tonlarda fikirler olarak üretiyor. Bu bilinç, savaş karşıtlığını okşayan, barışı ‘yüce değer’ diye sunan, adları bilhassa savaşlarla anılabilecek devletleri ve orduları onaylayan, bir tuhaf düşünce silsilesini barındırıyor.
Ben bugün bu ablukaya karşı kendi cephemden bir ses olmak niyetindeyim. Bir birey olarak kendime asla izah edemediğim askerlik hizmetini yapmayı reddediyorum. Bunun benim açımdan bir iç hesaplaşmanın devamı olmasının yanısıra, aynı kaygının toplumsal yaşamdaki izdüşümü olan sistem karşıtlığı açısından da yaşamsal bir önemi var. Ben savaşlara ve onun yürütücüsü olan ordulara karşıyım. Savaşa hizmet etmek istemiyorum. İnsanların özgürce yaşayabilecekleri bir dünya ve yalnızca bu ihtayaca dönük hizmetler vermek istiyorum. Savaşın suç ortağı olmak istemiyorum. Bu gerekçelerle kamuoyuna ilan ediyorum:
Ben vicdani retçiyim !
Öldürmeyeceğim, ölmeyeceğim; kimsenin askeri olmayacağım!