Türk Silahlı Kuvvetleri’nin siyasileşmesi hız kesmeksizin devam ediyor – İpek Doruk

Bu demektir ki, artık ordu içinde NATO karşıtı, ABD karşıtı ve Rusya yanlısı eğilimlere sahip güçlü bir hizip mevcut.

2019-08-05
Bu yılın Yüksek Askeri Şura toplantısı ihraç, terfi, emeklilik kararları ve davalar aracılığıyla Erdoğan’a sadık olanlardan müteşekkil bir ordu yaratma stratejisi doğrultusunda ordunun siyasileşmesinin devam ettiğini gösteriyor.

1 Ağustos’taki bir günlük Yüksek Askeri Şura toplantısının ardından ilan edilen generallerin ve amirallerin terfi ve emekliliklerine ilişkin kararlar hakkında Türkiye’nin sosyal medya ve geleneksel medya mecralarında bolca yazılıp çizildi.

Bu mecraların bazılarına göre, geçmişteki Ergenekon-Balyoz darbe planlarını düzenledikleri iddiasıyla bir dönem Gülen hareketinin hedefi haline geldiği iddia edilen generaller ve amiraller, sivillerin çoğunlukta olduğu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık ettiği YAŞ tarafından tasfiye edildi. İktidardaki AK Parti’nin 2016’dan sonra Balyoz-Ergenekon bağlantılı unsurlarla çıkarları gereği barışması sayesinde bu kişiler daha sonra beraat etmişlerdi.

Diğerleri ise bu iddiaya karşı çıkıp söz konusu general ve amirallerin hepsi olmasa da çoğunun aslında terfi ettirildiğini veya konumlarını koruduklarını belirttiler.

Cumhurbaşkanı ve AK Parti lideri Erdoğan, ABD’de yaşayan Türk din adamı Fethullah Gülen’i darbe girişimini düzenlemekle suçluyor. Önceden AK Parti’nin yakın müttefiki olup artık Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) olarak anılan Gülenciler ise bu suçlamaları reddediyor. Türkiye’nin laik cumhuriyetini korumak bahanesiyle düzenli olarak darbeler yapan geleneksel Kemalistler ile Gülencilerin bir karışımından oluştuğuna işaret ediyor.

Emekli veya muvazzaf Balyoz’la bağlantılı subaylara yakın medya organlarının yaydığı iddialar hem çelişkili hem de kafa karıştırıcı. Bu sisli ortamda doğru beyanları yalan haberlerden ayırmak, güncel terfi ve emeklilik kararlarını doğru düzgün anlamak her zamankinden daha zor.

Örneğin, aşırı milliyetçi Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) hem de bu grupla ittifakını sürdürmek zorunda olduğu bir ortamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Balyoz iddiasıyla bağlantılı subayları emekli etmeye yönelik bir kampanyaya girişmesi her zamankinden daha zor görünüyor:

Erdoğan’ın Haziran ayında tekrar edilen İstanbul belediye başkanlığı seçimlerinde yaşadığı büyük yenilgi 17 yıllık iktidarının düşüşe geçtiğini gösterdi. Üstelik AK Parti içindeki ayrışmanın yeni bir partinin kurulmasına yol açması bekleniyor. Bu gelişmeler Erdoğan’ın siyasi geleceğini ve seçimlerdeki durumunu daha da tehlikeye sokuyor. Muhafazakâr sağ güçlerle ve Balyoz-Ergenekon grubuyla yaptığı koalisyon ise gelecekteki seçimlerden zaferle çıkması için bir miktar umut sunuyor.

Balyoz-Ergenekon mensuplarının, Türk derin devletiyle güçlü bağları olduğu bilinen Vatan Partisi’nin lideri Doğu Perinçek’in başını çektiği NATO/ABD karşıtı ve güçlü bir laik devleti destekleyen siyasi bir grupla bazı konularda işbirliği yaptığını belirtmek gerekir.

Başarısız darbe girişiminin ardından gelen tasfiyelerin yarattığı büyük boşluğu doldurmada Erdoğan yanlısı subaylarla birlikte Balyoz-Ergenekon zihniyetindeki subayların ve Ulusalcılar olarak bilinen Perinçek destekçilerinin de kayırıldığı herkes tarafından biliniyor.

Bu demektir ki, artık ordu içinde NATO karşıtı, ABD karşıtı ve Rusya yanlısı eğilimlere sahip güçlü bir hizip mevcut.

Sivil-asker ilişkileri konusunda önde gelen uzmanlardan Prof. Ümit Cizre, Ahval’e demecinde, Erdoğan hükümetinin 2016’daki darbe girişiminin ardından orduya yönelik politikasını “TSK’nin laik, din karşıtı doktrininin ideolojik-kültürel köklerini zayıflatmakla yetinmeyip, Gülenci, laik/Batıcı veya sadece demokrat subaylar olsun, ordunun ‘güç’ devşirdiği her türlü muhtemel kaynak, merkez veya hattın kurumsal temellerini yok etmek” olarak tanımlıyor.

2016’daki darbe girişiminin ardından bu amaçla belirli stratejilere başvuruldu: Gülen hareketiyle bağlantılı olduğu iddia edilenlere yönelik büyük kapsamlı ihraçlar, tutuklamalar, gözaltılar ve davalar yoluyla TSK içinde yürütülen tasfiye süreci bunlardan biriydi.

Buna paralel ikinci bir önlem de eski usul, incelik gözetmeyen partizan bir atama politikasıyla liyakat ilkesinin yerine lidere sadakatin geçirilmesi oldu.

Askeri öğrencilerden generallere 30 binden fazla askeri personel TSK’dan ihraç edildi. Yüzlercesi ağırlaştırılmış müebbet hapis de dâhil çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı, ya da darbe girişiminde rol aldıkları iddiasıyla yargılamaları halen devam ediyor.

Askeri personele yönelik her gün devam eden operasyonlarla bu sayı daha da artıyor.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın geçtiğimiz yıl 17 Aralık’ta Meclis’te belirttiğine göre boşlukları doldurmak ve acil ihtiyaçları karşılamak üzere 51bin 326 yeni personel işe alındı.

Geçenlerde Erdoğan “15 Temmuz ihanetinin ardından atılan adımlar sayesinde, yükselen disiplin, motivasyon, caydırıcılık ve harekat kabiliyetiyle Türk Silahlı Kuvvetleri…tehditlere karşı en büyük güvencemizdir” diye belirtti.

Erdoğan’ın demeçlerinde bahsettiği ordunun “gücü”, son derece tartışmaya açık bir sav. Aksine, muazzam ihraç sayılarını, işe almada izlenen şüpheli yöntemleri ve orduyu yenidenyapılandırmada kullanılan çeşitli yöntemlerin arz ettiği “denetim” niteliğini gören tarafsız her gözlemci fark edecektir ki, bütün bunların toplam etkisi ordunun bütünlüğünün zayıflaması ve güç kaybetmesi olacaktır. Bu uygulamaların TSK’nin profesyonelliği, ideoloji ve moraline dair yarattığı şüphe de cabası.

Tasfiyelerin arkasındaki temel kaygılardan birinin de Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK)) Cumhurbaşkanına sadık muhafazakâr subaylarla doldurmak olduğuna inanılıyor. Ancak Prof. Cizre’ye göre, “işe alma ve terfilerde liyakat ilkesinden uzaklaştığınızda, ordu içindeki işe alma süreci farklı şekillerde sonuç verebilecek ve beklenmedik sonuçlar yaratabilecek keyfi ve kişiselleşmiş bir müdahaleye dönüşüyor”, bu da Erdoğan’ın davasına zarar da verebileceği anlamına geliyor.

Kimin Erdoğan yönetiminin yanında, kimin karşısında olduğunu tespit etmenin mutlak güvenilir bir yolu olmadığına göre, işe alınan personelin sadakati konusunda yanlış değerlendir yapmanın ötesinde en çok korkulan, mevcut siyasetin her ne pahasına olursa olsun önlemeyi hedeflediği yeni bir darbe olasılığının önünün açılması riski de mevcut.

Ayrıca, Erdoğan siyasete karışmaya meyilli ordunun sivillerin denetimi altına alındığı kanısında olsa da, bu denetim mutlak olmaktan çok uzak.

Bu konuda Batılı bir askeri ataşenin Ahval’e demecinde kullandığı ifadeleri aktarmak yeterli olacaktır: Diğer vasıfların yanı sıra NATO görevlerinin ve diğer sınır ötesi görevlerin gerektirdiği yabancı dil bilgisine sahip savaş pilotları ve orta kademeli kilit önemdeki subayların yerine yenilerinin konulması 10-15 yıl gibi uzun bir zaman gerektirir.

Bununla bağlantılı olarak, Gülencilerle bağlantılı oldukları iddiasıyla askeri personele yönelik bitmek bilmeyen gözaltıların ordu içindeki morali tamiri imkânsız ölçüde yıprattığı da düşünülebilir.

Orduya yönelik kamuoyu algısına gelince, kurumun Türk toplumunun çoğunluğunun “gözünde”tarihsel olarak hiç leke almamış imajının ve bu imajın yarattığı saygının ölümcül bir darbe aldığını söylemek de olağanüstü bir uzmanlık gerektirmiyor.

Kaynak: Ahval Türkçe

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org