Askerin Bayram Mesajı: Askere Gelmeyin – Mehmet Ali Başaran

“Bu maili size göreve geldiğim (tabii geri hizmet) bir iç ülkeden, Irak sınırına bakan bir dağdan, Gabar Dağı’ndaki (Şırnak) bir birlikten yolluyorum. Bir mum yapıştırıp ara verdiğim hayatımın üzerinden birkaç asır geçmiş gibi. Bu yüzden çok şey yazamayacağım. Ama şunu genç arkadaşlarıma söylemek isterim ki; Askere gelmeyin.”

Askerin Bayram Mesajı

18 Temmuz 2015
İlk gençlik yıllarımdan bu yana “iki mesele” vardı ki, beni geriyordu.

Bu işler nasıl olacak, diye kafa yorar, ne var ki, çıkış yolu bulamazdım.

Biri evlilik, diğeri askerlikti…

Katıldığım bütün düğünlerde –istisnasız- gelin ve damat piste çıkıyor ve dans ediyordu. Bense hayatta dans edemezdim.

Herkesin içinde çıkacağım, eşime sarılacağım, bir elimle el ense çeker gibi yaparken, diğeriyle belinden saracağım veya buna benzer bir şeyi yaparken vıcık vıcık bir müzik eşliğinde ufaktan ufaktan dönüp duracağım, herkes de dört gözle bana bakacak, utanmadan bir de alkışlayacak ha, hayatta olmaz. Ölürüm daha iyi!

(Gülmeyin. Ciddi bir şey anlatıyorum burada.)

O vakitler memleketteyim. Herhangi bir farklı düğün görmediğim için, bu işten nasıl yırtabileceğime dair en ufak bir fikrim yok. Herhalde evlenemem ben, diyordum. (Geçmiş olsun!)

Nasıl kapalı bir çevrede büyüdüysek artık… İnternet de çekmiyor bu arada, hatırlatırım.

Neyse ki İstanbul’a geldim ve islami bir çevre ile tanıştım. Baktım müslümanların düğünleri tam bana göre! (“Çağdaşlık” bana göre değil!) Artık ben de evlenebilirim. (Neyse ki ucuz atlattım!)

Gelelim ikinci meseleye…

Dedim ya, Müslüman bir çevredeyiz…

(Tam da bu noktada; memlekette gayrı müslimlerle mi yaşıyordun arkadaş, neresiymiş senin memleketin, diye soranlar olacaktır! Olsun. Canınız sağ olsun. Ben “Müslüman bir çevre” derken, “biz babadan böyle gördük,” “gelenek böyle” diyen bir çevreden değil, “Allah böyle diyor”, “Kur’an ve Sünnet böyle buyurdu” diyen bir çevreden bahsediyorum, bilmem anlatabildim mi?)

İslami hassasiyet sahibi, bilinçli her vatan evladı, İslami olmayan bir müessesenin hizmetçisi (Ordunun/Tağut’un askeri) olmaması gerektiğini gayet iyi bilir. Ne var ki askerlik bir zorunluluk. Ağır bir dayatma.

Ancak, şu da var ki, kimse kusura bakmasın, ben askere gidemem arkadaş!

Ben gitmem, “param” gitsin veya “parası olmayan gitsin” de diyemem. E peki nasıl olacak bu iş? Kaçmakla da olmaz. Kaç kaç nereye kadar?

Elhamdülillah, bu noktada da Allah yol gösterdi ve “vicdani ret” diye bir kapı olduğunu öğrendim. (Teori) Yine Allah razı olsun, Enver Aydemir bir Müslüman olarak itiraz etti, vicdani reddini ilan etti ve askere gitmedi. (Pratik)

İnsanları, ancak teoriyi ve pratiği (iman ve ameli) ortaya koyanlar etkileyebilir. Bedel ödeyenler. Sözünün arkasında sonuna dek durmasını bilenler.

Bir kararı bir insana kaç kişi aldırabilir? Bazen bir bazen onbir bazen yüzonbir…

Bana askere gitmeme kararını toplamda kaç kişinin aldırdığını bilmiyorum. Küçük küçük kararlar birbirine eklenmiştir ve nihai karar verilmiştir.

Askere gitmiş çokça arkadaşımdan şu sözü net olarak duydum: “Mümkünse gitme!”

Şimdi de ben diyorum: “Gitmemek mümkün!”

Duyduklarım, gördüklerim ve okuduklarım sonunda kararımı verdim: Allah’ın emrine rağmen (aklıma, mantığıma ve vicdanıma rağmen) devletin emrine uymayacağım. Bu işte yokum.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 72. Maddesi TSK bünyesinde “askerlik” şeklinde zorunlu olarak ifa edilen vatan hizmetinin, “her Türk’ün hakkı ve ödevi” olduğunu belirtiyor. Hem hak hem ödev, gerçekten enteresan.

En önemli itirazımız askerliğin bir dayatma, bir zorunluluk olmasına. Olayın angaryaya, pervasızca bir köleliğe dönüştürülmesine…

Askerlik gönüllü olabilir. Bu iş bir (zorunlu) haksa, ben hakkımdan feragat ediyorum. Bir (zorunlu) ödevse, ben böyle bir ödev almadım, kabul etmiyorum.

Aldığım karara dönecek olursak…

Bir kararın içinde kaç insanın duygu ve düşünceleri yaşıyordur, hiç düşündünüz mü?

Hayat kararlar silsilesidir ve kararlar, o kararları size hediye edenler, kaderinizi belirler.

Başta vicdani retçi, büyük efsane Muhammed Ali olmak üzere bana acı-tatlı katkılarıyla bu kararı aldıran ve beni bir dertten kurtaran insanlara teşekkür etmek istiyorum.

Bundan 5 yıl önce “çok uzaklardan”, kışladan, aşağıda okuyacağınız bayram mesajını gönderen dostuma da teşekkür ediyorum.

Her sene yüzbinlercesi, söz konusu “zulüm çarkı”ndan bir şekilde geçirilen “zoraki askerler”den birinden gelen bir bayram mesajıdır. Elbette buruktur, kırıktır, döküktür:


“Selamun aleyküm;

Ne zamandır ulaşamadığım internete bugün gelen emir doğrultusunda bir saat girmemize izin verildi. Bayram vesilesi ile tabii.

Bu maili size göreve geldiğim (tabii geri hizmet) bir iç ülkeden, Irak sınırına bakan bir dağdan, Gabar Dağı’ndaki (Şırnak) bir birlikten yolluyorum.

Malumunuz bugün bayram(mış), bize okunan mesajlar dışında varlığını çok hissetmediğimiz o mübarek gün. Cümlelerimi yazarken kelimelerin neresinden tutup yerleştireceğimi bilmiyorum doğrusu.

Bir mum yapıştırıp ara verdiğim hayatımın üzerinden birkaç asır geçmiş gibi. Bu yüzden çok şey yazamayacağım.

Ama şunu genç arkadaşlarıma söylemek isterim ki; Askere gelmeyin.

Yaptırılan hizmetin adı vatani ama kendisi hiç insani değil.

Geldiğimde anlatacağım çok şey olmakla birlikte, bayram şekerlerinin, bayramlaşmanın bile bize doğrulan ve bizim doğrulttuğumuz dolu silahlarla yapıldığı, bolca ölümün olduğu, helikopter ve adını bilmediğim onlarca farklı ölüm (savaş) aracının bulunduğu bu yerden Herkese HAYIRLI BAYRAMLAR…

(Kapının eşiğine bıraktığımız silahların ruhlarımızda bıraktığı ağırlık duygusu ile, Gabar Dağı-Şırnak)

16 Kasım 2010”

http://mehmetalibasaran.com/2015/07/18/askerin-bayram-mesaji/

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org