Askerliği Kobane için reddettiler: “Türkiye vicdani reddi tanımalı”
İstanbul’da 2014 raporunu açıklayan Avrupa Vicdani Ret Bürosu, Türkiye hükümetinin vicdani ret konusunda Avrupa Konseyi’ne yalan söyleyerek oyalama taktiği izlemesini eleştirdi
ONUR EREM
Avrupa Vicdani Ret Bürosu (EBCO) yıllık raporunu açıkladığı toplantıda Türkiye’ye yoğun eleştiri getirdi. Bugün İstanbul Beyoğlu’nda Vicdani Ret Derneği’nin (VR-DER) düzenlediği toplantıda konuşan EBCO Başkanı Friedhelm Schneider, AKP’nin zorunlu askerlik uygulamasını kaldırmamasını eleştirirken raporun Türkiye bölümünde “Vicdani ret hakkının ulusal güvenlik bahanesiyle tanınmaması kabul edilemez” ifadeleri yer aldı. Vicdani retçiler hakkında GBT işlemi yapılması ve para cezaları kesilmesi de EBCO tarafından kınandı. Schneider topantıda “1979 yılında EBCO’yu kurarken vicdani reddin uluslararası sözleşmelerle korunan bir insan hakkı olması insanlara ütopik geliyordu ama bunu başardık, şimdi Türkiye’nin de buna uyması lazım” dedi.
ASKER OLMAMAK İÇİN İLTİCA
EBCO raporunu hazırlayan Derek Brett ise bu konuda inatla hiçbir adım atmayan tek ülkenin Türkiye olduğuna dikkat çekerken “Hükümet temsilcileri Avrupa Konseyi’nin 2006’dan beri her sorusuna ‘vicdani ret üzerinde çalışıyoruz’ diye cevap veriyordu. 2012’de artık hükümete inanmayı bırakan Konsey, somut çalışma örnekleri istedi, cevap gelmedi. Ve 2014’te hükümet vicdani ret konusunda hiçbir çalışmaları olmadığını söyleyerek yalanını itiraf etti” ifadelerini kullandı: “Bu yüzden Türkiye’de çok sayıda insan Avrupa ülkelerine iltica edip oturma izni almak zorunda kalıyor. Oysa vicdani ret, savaş dönemlerinde orduda bulunan askerlere dahi verilmesi Türkiye’nin de imzaladığı anlaşmalarla şart olan bir haktır”.
Katılımcılardan VR-DER avukatı Davut Erkan askere katıldıktan sonra reddini ilan edenlerin yaşadıkları sorunları salonla paylaşırken İHD’nin İstanbul Şube Başkanı Abdülbaki Boğa ise Türkiye’nin yalnızca vicdani reddi değil, yaşam hakkı başta olmak üzere çok sayıda hakkı engellediğini ve sorumluların cezasız kaldığını belirtti.
TOPLANTIDA KOBANE VURGUSU
Vicdani retçiler Vedat Zencir, Mehmet Tarhan ve Ercan Aktaş vicdani retçiler olarak Kobane’deki direnişe destek verdiklerini anlattılar. Yakın tarihin en barbar çetelerinden biri insanlara saldırıp katlederken o insanların öz savunmalarını oluşturup direnmesinin desteklenmesi gerektiğini söyleyen retçiler bölgedeki direnişi İspanya İç Savaşı’ndaki direnişe benzettiler. Vedat Zencir, Kobane’deki bir arada yaşama deneyiminin Erdoğan’ı ve uluslararası güçleri korkuttuğunu söylerken Mehmet Tarhan, Kobane ve Suruç’ta ulus devletlerin ne kadar insanlık dışı yapılar olduğunu gördüğünü anlattı. Retçiler, savaş karşıtı mücadelenin değerinin böyle zamanlarda daha iyi anlaşıldığını söyledi.
HDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ise meclisteki AKP çoğunluğu nedeniyle birçok konuda olduğu gibi vicdani ret konusunda da ellerinin bağlı kaldığını aktarırken bu konuda yalnızca HDP ve bazı CHP’li vekillerin çaba verdiğini, sokakta vicdani ret eylemleri arttıkça diğer vekillerin de bunu gündemlerine almak zorunda kalacağını söyledi. Toplantıda, bu alanda çalışmalar yapmış gazeteciler İsmail Saymaz ile Pınar Öğünç de konuştu.
***
AB raporunda da vicdani ret eleştirisi vardı
Avrupa Birliği’nin bu hafta açıklanan Türkiye ilerleme raporu da vicdani ret konusunda hiçbir adım atılmadığına dikkat çekmiş, Türkiye’nin Avrupa Konseyi üye ülkeleri içinde vicdani ret hakkını tanımayan tek ülke olduğu vurgulanmıştı. Hükümetin Mart ayında açıkladığı İnsan Hakları Eylem Planı’nda da vicdani ret konusuna değinmemesi eleştirilirken AKP, AİHM kararları doğrultusunda hareket etmeye ve vicdani ret hakkını tanımaya davet edilmişti.
**
Vicdani redçiler: Kobanê yaşamdır – Özgür Gündem
**
Vicdani Retçiler Yeni Sorularla Karşı Karşıya – Bianet
**
Vicdani Ret Derneği Eş Başkanı Merve Arkun’un yaptığı konuşma:
Merhaba arkadaşlar. Bugün burada, Vicdani Ret Derneği olarak üyesi olduğumuz Avrupa Vicdani Ret Bürosu EBCO’nun hazırladığı 2014 Avrupa Vicdani Ret Raporu’nu sizlere sunmak, yakın zamanda mecliste onanan tezkere ardından sürmekte olan savaş çağrıcılığına karşı çıkmak ve bölgede yaşanmakta olan direnişe karşı süren saldırıları savaş karşıtı bir perspektifle değerlendirmek için toplandık.
Bizler, 2013 yılının 15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü’nde resmi olarak kuruluşunu gerçekleştirdiğimiz Vicdani Ret Derneği ile uzun yıllardır bu topraklarda sürmekte olan vicdani ret hareketini daha da toplumsallaştırabilmeyi, bir insan hakkı olduğu halde hükümet tarafından yok sayılan “vicdani ret hakkı”nın savunuculuğunu yapmayı, savaş karşıtı mücadeleyi daha da büyütmeyi amaç edindik. Tarihi ordular, savaşlar, katliamlar üzerine kurulu olan, ordunun kutsallaştırıldığı askerliğin kutsal hizmet sayıldığı bu topraklarda savaş karşıtı mücadele her ne kadar zorlu olsa da, bu mücadele yıllar boyu direnişin de hâkim olduğu bu topraklarda bir o kadar büyüdü. Yıllar boyu süren savaş sebebiyle zorla göç ettirilenler, yakılarını kaybedenler, yaşamını yitirenler savaşın yaşam üzerindeki yıkıcı etkisini her defasında yeniden gösterdi bizlere. Özellikle bölgede yaşanan yoğun çatışmalar döneminde savaşın bu yıkıcı etkisi, tekrar ve tekrar çıktı karşımıza.
Yaşanan savaş sürecinde de, hükümetin “barış dönemi” olduğunu iddia ettiği “çözüm süreci”nde de, devletin uzattığı silahı tutmayı, savaşın bir parçası olmayı reddedenler de her daim oldu. Devlet her ne kadar askerliği “zorunlu” kılıp, her “Türk” erkeğine bu hizmeti dayatsa da, bunu reddedenler yıllar boyu mücadelelerini sürdürdü.
Bir insan hakkı olan vicdani ret, tarihi askerlikle bezeli bu topraklarda hep yok sayıldı. Vicdani retlerini açıklayanlar baskıyla-tehditle sindirilmeye, işkenceyle korkutulmaya, tutsaklıkla yıldırılmaya çalışıldı; ama olmadı. Eline silah almayı reddedenler her defasında savaşa karşı yaşamı savunmayı, yaşama sıkılacak her mermiyi reddetmeyi; devlet de yok sayma ve korkutma politikasını sürdürdü…
Eline silah almak, asker olmak istemeyenleri, vicdani retçileri türlü yollarla korkutmaya çalışan devlet kimilerini sokak ortasında gözaltına aldı, kimilerini zorla asker etmeye çalıştı, kimilerine cezaevlerinde işkence etti… Yaşamı savunanları “firari” ilan etti, sivil ölüme mahkum edip toplumsal yaşamdan yalıtmak istedi. Tüm bunlara karşı mücadele her seferinde daha da büyüdü, devletin savaşı reddedenlerden korkusunu görenler de reddetmeye devam etti.
Şimdilerde devlet, tehditlerini yeni yöntemlerle sürdürüyor. Genel Bilgi Taraması adı altında yaptığı kimlik bilgisi sorgulama yöntemiyle askere gitmek istemeyenleri “kaçak” ilan edip, haklarında yasal yaptırımlar uygulamaya çalışıyor. Askerliğini yapmamış olan her bir kişiyi GBT uygulamalarında tespit edip, verdiği tebligatlarla bu kişilere askerlik şubelerine gidip gerekli işlemleri yapmaları gerektiği noktasında “uyarıyor”. Bu uygulamayla eline silah almayı-askerliği reddedenleri zorla asker yapmak istiyor.
İçinde bulunduğumuz bugünlerde ise, Kobanê’de direniş, sınırda direnenlere asker-polis saldırısı sürerken; hükümet onadığı tezkere ile yeni katliamlara hazırlanıyor. Hükümet içinde bulunduğumuzu iddia ettiği “çözüm süreci”ne rağmen, çözümü yeni savaşlarda, yeni katliamlarda arıyor. Sınırlar, topraklarını terk edip savaştan kaçan bir halka kapatılırken, Ortadoğu’daki katliamın sürdürücüsü IŞİD çetelerine açılıyor; devlet eliyle, çetelerin mühimmat geçişleri sağlanıyor. IŞİD saldırılarına, Kobanê’de yaşanacak olası bir katliama karşı sokaklara çıkanlar yine asker-polis saldırısıyla yıldırılmak isteniyor; direnişi sahiplenmek için sokaklara çıkan onlarca kişi plakası belirsiz araçlardan açılan ateşlerle, hedef gözetilerek atılan gaz bombalarıyla katlediliyor. Sokağa çıkma yasaklarıyla, bölgede yaşanan fiili OHAL’lerle ordunun sivil yaşa üzerindeki belirleyici ve yıkıcı etkisi bugünlerde her birimiz için daha acı bir şekilde görünür oluyor.
İşte tam da içinde bulunduğumuz böylesi bir dönemde, eline silah almamanın, devletin uzattığı silahı tutmamanın önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Hükümetin, medyanın, savaş çığırtkanlığı yapanların kullandığı şiddet dili, yaşanmakta olan ve yaşanacak her bir katliamın normalleşmesine/meşrulaşmasına yol açarken, biz savaş karşıtlarına, vicdani retçilere ve antimilitaristlere daha fazla iş düşüyor.
Bugün burada düzenlediğimiz bu toplantıyla, Türkiye devletinin vicdani retçilere yönelik uyguladığı yok sayma politikasını, savaşı reddedenlere yönelik sürdürdüğü tehditleri, hükümetin iddia edilenin aksine barışın değil savaşın çağrıcılığını yaptığını hep birlikte yeniden değerlendireceğiz. Avrupa Vicdani Ret Bürosu EBCO’nun az sonra sunacağı 2014 Avrupa Vicdani Ret Raporu ile birlikte, Türkiye’nin imzacısı olduğu uluslararası sözleşmelere rağmen vicdani ret hakkını nasıl yok saydığını, yıl içerisinde vicdani ret hakkına yönelik gerçekleşmiş gelişmeleri bir kez daha belirteceğiz.
Bizler, mücadele içerisinde olduğumuz tüm zamanlarda deneyimlediğimiz gibi, biliyoruz ki içinde bulunduğumuz bu topraklarda vicdani ret mücadelesi ne kadar zorlu yollardan geçse de, yaşamı savunmanın kaçınılmaz yöntemlerinden biri. Hele ki böyle günlerde, savaşın ve şiddet dilinin giderek yükseldiği bugünlerde vicdani ret, sürmekte olan savaşa karşı direnenler için, yaşam için daha da yükseltilmesi gereken politik bir duruş.
İşte bu sebeple, buradan bir kez daha belirtmekte fayda görüyoruz: Bizler, koşullar ne olursa olsun direnmekte olan bir halka yönelik doğrultacak silahları tutmayı, devletlerin savaşlarının bir parçası olmayı reddetmeye devam edeceğiz. Barış için, Kobanê için, yaşam için reddedeceğiz.
…………..
EBCO Başkanı Friedhelm Schneider’in Sunuşu
2014 yılında, Birinci Dünya Savaşının yüzüncü yılında, genelde askeri olmak üzere çok sayıda anma etkinliği yapıldığını görüyoruz. Avrupa Vicdani Retçiler Bürosu ve üye organizasyonları olarak, kamuoyunun dikkatini savaşa karşı çıkanlara ve izleyen yüzyılda barış hareketlerinin tarihine çekmek üzere bir dizi etkinlik, sergi, vb etkinlikler yaptık. Buların ötesinde başka yıl dönümleri de yapıldı, İkinci Dünya Savaşının başlaması ve bununla ilgili olarak vicdani retçiler ve asker kaçakları gibi. EBCO’nun, önceki başkan Jean van Lierde’nin öncülüğünde Brüksel’de gerçekleştirdiği bahar toplantısına Belçika’nın vicdani reddi kabul etmesinin 50.yılı damgasını vurdu.
[Bu gün açıklayacağımız] bu rapor tabi ki bu anma etkinliklerine değil, Avrupa’da vicdani retçilerin durumlarına ve militarizmle ilgili daha geniş meselelere odaklanacak. Raporumuzun ilk kez İstanbul’da açıklanması Türkiye’de askerlik hizmetini vicdani olarak reddedenlerin insan haklarının ısrarlı biçimde ihlal edilmesine ilişkin derin kaygımızı ortaya koymakta. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olduğu halde Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiyeli vicdani retçiler lehine vermiş olduğu kararları sürekli olarak gözardı etmeye devam ediyor.
Türkiye, Azerbaycan ve Belarus hala yasal bir düzenleme yapılmaması nedeniyle üzerinde özel olarak durulan ülkeler olmakla birlikte Yunanistan’da da, vicdani retleri kabul edilmeyenler üzerindeki baskılar uzun yıllardır sürüyor, adaletsiz yasalar ayrımcı bir biçimde uygulanmaya devam ediyor. EBCO yönetim kurulu üyesi Murat Kanatlı’nın, 2009 yılında bir günlük yedek hizmeti reddetmesi nedeniyle 10 günlük bir hapis cezasına çarptırıldığı Kuzey Kıbrıs da bu listede yer alıyor.
EBCO’nun ilgilenmesi gereken bir başka önemli konuysa vicdani retçilerin, mülteci olarak olarak yaşadıkları zor koşullar. Bizimle bağlantıya geçen vicdani retçilerin bazıları mülteci statüsüne kabul edildi (örn; Uğur Bilkay İtalya’da ve Yunus Özdemir Fransa’da). Bununla birlikte sorun halen devam ediyor. Bazı Avrupa hükümetleri, kişileri, askerlik hizmetini reddettiğinde hapis cezalarıyla karşılaşacakları ve hatta [bu hizmeti yapmaktan]“kaçındıkları” durumda dahi ciddi baskı görme riskinin olduğu ülkelere geri göndermeye dünden hazırlar. Bu bağlamda BMİHK’nin askerlik hizmetiyle ilgili mülteci statüsüne ilişkin düzenleme yapan 10 Nolu Uluslararası Koruma ilkelerinin yayınlanmasını memnuniyetle karşılıyoruz. Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın Almanya’da mülteci statüsüne başvuran ABD’li firari André Shepherd davasında bu günlerde vereceği kararı da merakla bekliyoruz.
2013 yılını şöyle özetleyebiliriz: Uluslararası hukuk ve kurumlar alanında gelişmeler oldu fakat bunlar genellikle uygulamaya yansımadı. Askerlik hizmetinin vicdani reddi hakkının sürekli olarak ihlal edilmesinden son derece rahatsızız ve bu hakka saygı göstermeyen devletlerin de facto/ fiilen dokunulmazlıkları olduğunu görüyoruz. Bu, kabul edilebilir bir durum değildir çünkü insan hakları son derece önemli bir değere sahiptir.
**
EBCO YILLIK RAPORU
TÜRKİYE İLE İLGİLİ BÖLÜM
2013 EBCO Raporunda (Bölüm 1 2 11) da belirtildiği gibi Ekim 2012’de, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme çerçevesinde hazırladığı ilk Türkiye Raporunun Sonuç Gözlemlerinde “devletin zorunlu askerlik hizmetine karşı vicdani reddi tanımamasından endişe duyduklarını” açıkladı. “Komite, vicdani retcilerin ve onları destekleyenlerin hapis cezalarına çarptırılma risklerinin olmasından ve zorunlu askerliği reddettikleri sürece seyahat ve oy kullanma özgürlüğü gibi bazı medeni ve siyasi haklarından mahrum olmalarından üzüntü duyduğunu belirtti. (Madde 12, 18 ve 25)” Ayrıca, “Devletin zorunlu askerliğe karşı vicdani reddi yasal olarak tanımasını ve düzenlemesini, herhangi bir cezai ya da ayrımcı yaptırımları olmayan alternatif hizmet seçeneği sağlamasını ve vicdani retçilere yönelik devam etmekte olan kovuşturmaların ve verilmiş olan cezaların ertelemesini” tavsiye etti.(1) Yanı sıra “devlet, bir yıl içerisinde, Komite’nin tavsiyelerini uygulanmasıyla ilgili gerekli bilgileri sağlamalıdır” dedi. (2)
Türkiye, [Komite’nin talep ettiği] raporu Temmuz 2014’e kadar sunmadı. Komite’nin hatırlatması üzerine sunduğu raporda da vicdani retle ilgili çok az bilgi vardı. Raporda, Anayasa’nın 72. Maddesi uyarınca “vatan hizmetinin”, “silahlı kuvvetler ya da kamu kesiminde” yapılması gerektiği, 1111 Sayılı Kanunun 1. Maddesi uyarınca “her Türk erkeğinin belirli bir yaşa geldiğinde bu kanun gereği askerlik hizmetini yerine getirmekle yükümlü olduğu” belirterek “şu an zorunlu askerliğe karşı sivil alternatif hizmetle ilgili herhangi bir çalışma yoktur” bilgisi verildi.(3)
Bu durum, daha önceki tereddütlerimizi doğrulayarak, bu konuda atılması planlanan adımlardan vazgeçildiğini gösterdi.
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin vicdani ret ile ilgili kararlarının(4) uygulanıp uygulanmadığını izleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne(5) askerlik hizmetinin vicdanen reddine dair “yasal düzenlemelere ilişkin süregiden tartışmalar” olduğu konusunda 23 Ekim 2012 tarihinde yani İnsan Hakları Komitesi’nin Türkiye raporunu değerlendirmesinden beş gün sonra bir bilgilendirme yaptı.
Bununla birlikte bu açıklamayı izleyen süreçte herhangi bir yasal düzenleme yapılmadı; Muhalefet partisi BDP (Barış ve Demokrasi Partisi) milletvekili Sebahat Tuncel tarafından 2011’de sunulan yasa teklifi ortadan kayboldu; Tuncel’in 21 Mayıs 2012’de sunduğu yasa teklifine Savunma ve Adalet Bakanlıkları tarafından verilen resmi yanıtlarda vicdani reddin tanınması profesyonel ordunun kurulmasına bağlandı ve profesyonel ordunun gündemde olmadığı belirtildi.(6)
“Devletin zorunlu askerliğe karşı vicdani reddin yasal olarak tanımasını ve düzenlemesini, herhangi bir cezai ya da ayrımcı yaptırımları olmayan alternatif hizmet seçeneği sağlamasını ve vicdani retçilere yönelik devam etmekte olan kovuşturmaların ve verilmiş olan cezaların ertelemesini” tavsiye eden İnsan Hakları Komitesi’nin Sonuç Gözlemlerinden bu yana Türkiye, vicdani reddi tanımaktan daha da uzaklaştı.(7) 11 Nisan 2013’te, TBMM, mevzuatı AİHM içtihatlarıyla uyumlu hale getirme programı kapsamında, Dördüncü Yasal Reform Paketini kabul etti. İlk taslak, askeri olmayan vatan hizmeti seçeneklerine ilişkin düzenlemeler içerdiği gibi Ceza Kanunu’nda geniş bir şekilde tarif edilen “halkı askerlikten soğutma” suçunun dayanağı olan 318. Maddeyi kaldırarak vicdani red ile ilgili kamusal tartışmasının yapılabilmesine olanak tanıyordu.(8) Fakat bu düzenlemeler son belgede yer almadı. Avrupa Birliği Genişlemeden sorumlu Bakanı Stefan Füle [yasanın kabulünden] bir gün sonra yaptığı açıklamada paketi olumlu karşılarken vicdani retle ilgili herhangi bir ilerleme olmamasına üzüldüğünü belirtti. Füle önemli konuların bir sonraki “İnsan Hakları Eylem Planı” kapsamında ele alınmasını umduğunu belirtti.(9) Bu Plan ile ilgili herhangi bir ilerleme olup olmadığını bilmiyoruz.
Aynı şekilde, 1980 Anayasasını değiştiren bir taslak hazırlamakla yükümlü Anayasa Uzlaşma Komisyonu, 22 Kasım 2012’de vicdani ret meselesini tartıştı; fakat herhangi bir sonuca ulaşamadı. 9 Mart 2012’de bazı Komisyon üyeleriyle görüşen bir grup vicdani retçi, toplantı başkanının sorularının, orduda kimse hizmet vermek istemezse bu durumun milli güvenlikle ilgili ne gibi sonuçları olacağı üzerine odaklandığını belirttiler.(10)
Ulusal düzeyde yürütülen tartışmalarda, vicdani reddi kabul etmekle zorunlu askerliği kaldırmak (ki bu, pratikte konunun aciliyetini azaltacaktır) arasında farkında olmadan ya da kasıtlı olarak yaratılmış bir kafa karışıklığı olduğu görülmektedir. En aşikar propaganda argümanı, vicdani reddi tanımanın ulusal güvenliği zedeleyecek olmasıdır.
“Her Türk asker doğar” sloganına karşı “her Türk bebek doğar” yazılı pankartları taşıyan kişiler hakkında Madde 318’den davalar açıldı. Politik ve askeri kurumlar toplumun [her Türk asker doğar]sloganıyla artık ilişkilenmeyeceğinden gerçekten mi korkuyor? Eğer vicdani ret hakkı tanınırsa, Türk gençlerinin bunu kullanarak asker sayısında ciddi bir azalmaya neden olacağını mı düşünüyor? Bununla beraber, askere hiç bir durumda gitmeyecek olan vicdani retcileri arama ve bulmaya bu kadar kaynak ayrılmasının, milli güvenliğe, zaten askerlik yapmayı istemeyen iş gücünün yaratacağından daha fazla bir tehdit yaratacağı da savunulabilir.
Birçok Türkiyeli vicdani retçinin askerlik çağrısına cevap vermediklerini ve bakaya olarak tanımlanıp kovuşturmaya maruz kalmamak için yarı-gizli bir yaşam sürdüklerini görmek önemlidir. Diğer taraftan, yasal süreçler vicdani retcilerin askerlik hizmetine ilişkin gereklilikleri yerine getirmelerinden sonra vicdani retlerini açıklamaları üzerine gerçekleştiğini belirtmek gerek.
Birçok kaynağın da belirttiği gibi AİHM’nin Erçep, Demirtaş ve Savda kararlarını takip eden süreçte askerliği ret davaları sivil mahkemelerce ele alınıyor ve ilk başta hapisten ziyade para cezalarıyla sonuçlanıyor. Yine de retciler hala askere çağırılmakta ve kovuşturmalara maruz kalmakta. Üstelik Adalet Bakanlığı’nın açıklamasına göre, vicdani retçiler olası tüm hukuksal başvuru yollarını tükettikleri ve para cezalarını da ödemedikleri taktirde mahkemelerin tekrar hapis cezası vermesi de mümkündür.
Avrupa Yehova Şahitleri Derneği 5 Şubat 2013 tarihinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine, 31 yaşında, İstanbullu, İlker Sarıalp adlı bir mensuplarının her yıl üç kez askere çağrıldığını ve kişinin her seferinde vicdani reddini tekrarladığını belirtmiştir. [İlker Sarıalp] hakkında Mayıs 2012 ve Şubat 2013 arasında üç ayrı iddianame düzenlenmiştir. Hakkında açılan davalardan biri 250 TL ceza ile sonuçlanmıştır ve Sarıalp bu kararı temyiz edecektir. İkinci dava ise raporun yazıldığı sırada henüz sonuçlanmamıştır.
Bunun da ötesinde, yakın dönemde vicdani retçiler de dahil olmak üzere, askerliğini yapmamış kişilerin rastgele kimlik kontrolleriyle yakalanmasını kolaylaştıran teknik gelişmeler yaşanmıştır. Pasaport alabilmek için 20 ve 38 yaş arasındaki her erkek “askerlikle ilişiği olmadığına dair belge” sunmak durumundadır ve görevliler, belgeye “yapmıştır” ya da yurt dışında okumak için tecil edilmişse, “yapmamıştır” şeklinde yazabilmektedir. Yakın zamanda düzenlenen pasaport ve kimlik belgelerinde yer alan barkodlar kişi hakkında GBT sisteminde yer alan mahkumiyet, yakalama kararı ve vergi borcu gibi bilgilerin yanı sıra askerlik durumuna ilişkin bilgileriyle elektronik olarak ilişkilendirilmektedir. Polis ya da sınır görevlisi elindeki bir aletle bu bilgilere erişebilmekte ve kişiyi orada gözaltına alabilmektedir.(11)
(1) CCPR/C/TUR/CO/1, 2 Kasım 2012, Paragraf 23
(2) Ibid, Paragraf 26
(3) Türkiye Hükümeti, İnsan Hakları Komitesinin Türkiye ile ilgili raporunun son gözlemlerinin 10., 13. ve 23. Paragraflarında belirtilen konular hakkında ek bilgi sunmuştur. (UN Document reference INT/CCPR/AFR/TUR/18277/EN), 22 Temmuz 2014, sayfa 3.
(4) Detaylar için İnsan Hakları Komitesinin IFOR’a sunulan Türkiye ile ilgili ilk raporuna bakınız.
(5) Ucpinar, H. Execution of the Judgment Ulke v Turkey: Monitoring report «The right to conscientious objection », IHOP (Insan Haklari Ortak Platformu – Human Rights Joint Platform, Istanbul, April 2013.
(6) Ibid
(7) CCPR/C/TUR/CO/1, 2 Kasım 2012, Paragraf 23
(8) Sonuç Gözlemlerindeki Paragraf 24’e bakınız (CCPR/C/TUR/CO/1,
(9) « Turkey’s judicial reform falls short on conscientious objection : EU Commissioner », Hurriyet, 12th April,2013
(10) Ucpinar,op cit
(11) UK Border Agency, Operational Guidance Note : Turkey , May 2013, paras 3.12.12, 3.12.13 and 3.13.2