Fotoğraf: ABD’de Trump karşıtı protestolardan biri-Boston
Genç kuşak Amerikan siyasetbilimcilerden Erica Chenoweth, “sivil direniş” konusundaki çalışmalarıyla tanınıyor. Denver Üniversitesi’nde görev yapan Chenoweth ile The Nation adına Waleed Shahid konuştu. 24 Şubat 2017’de yayınlanan bu söyleşiyi Türkçe’ye İlker Kocael çevirdi.
Erica Chenoweth
Yüz binlerce insan Donald Trump’a direnmek için sokaklara inerken, Profesör Erica Chenoweth’in aklında şu soru yankılanıyordu: Acaba tam olarak kaç kişiler?
Erica Chenoweth otoriter rejimler ve bu rejimlerin devrilmesi üzerine çalışan önde gelen araştırmacılardan biri. Why Civil Resistance Works (Neden Sivil Direniş İşe Yarar?) kitabında, 323 barışçıl ve şiddet içeren girişimi bir araya getirdi ve bu girişimlerin açıkça ifade edilen rejim değiştirme amacına ne ölçüde hizmet ettiklerini değerlendirdi. Şaşkınlıkla fark etti ki, geçtiğimiz yüzyılda barışçıl girişimler silahlı girişimlerle karşılaştırıldığında iki kat daha başarılı olmuş.
Chenoweth; bir diktatörü alaşağı etmede en önemli belirleyenin harekete katılan insan sayısı olduğunu ifade ediyor. Ona göre, çok daha fazla insan –ve daha farklı gruplardan gelen insanlar- şiddet içerdiğini düşündüğü girişimlerdense barışçıl girişimlere katılmaya eğilimli. Onun buradan çıkardığı sonuç şu: barışçıl yöntemler kullanmak salt ahlaki bir seçim değil, aynı zamanda bir hareket için stratejik bir gereklilik.
Profesör Chenoweth ile başka ülkelerde diktatörleri alaşağı etme çabalarını inceleyen çalışmasının ABD’de Trump’a karşı direnişle ne türden bir ilgisi olabileceğini ve ABD’de otoriterliğin yükselişte olup olmadığını konuşmak üzere bir araya geldik.
Kadın Yürüyüşü ve havaalanı protestoları türünden mobilizasyonlar Trump yönetimini nasıl etkiliyor?
Yönetimin planlarına karşı direnişin ne kadar canlı olduğunu birçok önemli aktöre gösteriyor. İlk aktör, potansiyel göstericiler, hareketin büyüdüğünü ve önemli kazanımlar elde ettiğini gördükçe katılma istekleri artıyor. İkinci aktör, sessiz çoğunluk, eylemleri gördükçe Trump yönetiminin attığı adımlara daha şüpheci bir tavırla yaklaşmaya başlıyor. Üçüncü aktör, politikaları uygulayan kişiler –Kongre, kanun uygulayıcılar, memurlar ve sürece dahil olan diğer kişiler-, politikaları uygulamanın maliyetli olacağını düşünerek içeriden direnme iradesi kazanıyorlar. Ve dördüncü olarak, yurt dışından bizi gözlemleyenler, Amerikan halkının tercihinin Amerikan başkanının tercihleriyle uyuşmadığıyla ilgili işaretler alıyorlar. Halk direnişi, yönetim tarafından atılacak yanlış adımların sonuçlarını yumuşatmaya yardım edebilir.
Donald Trump’ın otoriterleşme hevesi olduğunu düşünüyor musunuz?
Davranışlarında demagojik unsurlar kesin olarak var: kendi gücünü sınırlayan kurumsal sınırlara yönelik boşvermişlik, demokratik norm ve insan haklarına yönelik kayıtsızlık, siyasi muhaliflere yönelik kabadayıca tavır ve tehditler, zayıf grupları günah keçisi ilan etme, planlarına karşı çıkanları ihanetle suçlama ve ABD Anayasası’na açık bir kayıtsızlık. Ancak Amerikan siyasetinde daha genel anlamda yükselen otoriterleşme eğillimlerini da gözden kaçırmamak gerek.
Otoriter bir liderin tipik eylem planı nedir?
Sivil toplumu güçsüzleştirme konusunda otoriter liderlerin hemfikir olduğunu söylemek mümkün. Temel bir böl ve yönet stratejisi.
Öncelikle tasfiyeler yoluyla elitlerin sadakatini güçlendirme stratejisi izleniyor; yakın çevreye ganimetler dağıtılıyor ve muhalefet tehdit ve rüşvet yoluyla etkisiz hale getiriliyor.
İkinci olarak muhalefeti bastırma ve onun altını oyma stratejisi izleniyor. Bunu muhalefete ya da onların yakınlarına doğrudan şiddet uygulayarak ya da kendi taraftarlarını muhalefete karşı mobilize ederek, muhalefete sızarak, muhalefet üzerindeki kontrol mekanizmalarını genişleterek, bir zamanlar yasal olduğu tartışmasız eylemleri, sözde meşru yasaları kullanarak suç haline getirerek ya da cezalarını artırarak, sivil toplum gruplarının üzerine idari, finansal ya da yasal yükler yükleyerek, muhalefeti kaosa ve/veya başıbozuk davranışlara sürüklemek amacıyla içlerine sivil polis ya ve kışkırtıcı kişiler yerleştirerek yapıyorlar.
Üçüncü olarak, otoriter liderler sessiz çoğunluğun ve diğer gözlemcilerin desteğini artıracak stratejiler izliyor. Bunu da içerideki sorunların suçunu yabancılara, dış güçlere atarak, muhalefeti terörist, hain, darbeci, “haydut” ya da komünist diye yaftalayarak, bilgiyi sansürleyerek ya da bilgi kirliliği yönünde girişimlerde bulunarak, bağımsız medyayı yanına çekme ya da hırpalama yoluyla boyun eğmeye zorlayarak yapıyorlar. Otoriter liderler güçlerini pekiştirdikçe, tüm bu davranışlar hem sıklık hem de yoğunluk bakımından artıyor.
Sivil direniş nedir ve tipik yürüyüş ve toplantılardan hangi açılardan farklıdır?
Sivil direniş; insanların rakiplerine karşı durmak ve onları engellemek amacıyla farklı türden eşgüdümlü eylemlerden faydalandığı bir çatışma metodudur. Yüzlerce (hatta binlerce) sivil direniş tekniği vardır; sistemin çarkına ne ölçüde çomak sokabildikleri ve taşıdıkları riskler bakımından farklılaşırlar. Ablukaya alma, otoyol kapatma, insan barikatları ve şiddet içermeyen işgaller yüksek risk ve yıkıcılık içerirken eylemler ve toplantılar aynı ölçüde risk ve yıkıcılık potansiyeli taşımazlar (tabii katılan kişi sayısına ve grubun taleplerinin ne ölçüde yasal çerçevede kaldığına bağlı olarak).
Bir sivil direniş hareketinin başarısı neye bağlıdır?
Genel anlamda, başarılı sivil direniş girişimleri şu dört unsuru paylaşıyorlar: katılımcıların sayısının ve çeşitliliğinin düzenli bir biçimde artması, muhalefet elitleri ve destekçileri arasından katılımcı devşirme kabiliyeti, tek yönteme bağlı kalmaktan ziyade yeni ve yaratıcı yöntemler bulma, ve son olarak dayanıklı, disiplinli bir biçimde yükselen baskıya karşı birlik olma kabiliyeti.
Bazı eylemlerde dükkanların pencerelerine ve arabalara kaldırım taşları ve diğer alev almış nesnelerin fırlatıldığını yayınlanan videolarda gördük. Bu türden mülke zarar veren eylemlerin zaman zaman küçük bir eylemci grubu tarafından “taktiklerin çeşitliliği” adına savunulduğunu da biliyoruz. Hem barış yanlısı olup hem de taktiklerin çeşitliliğini savunmak mümkün mü? Eylemleri organize edenler burada ne türden bir tercihle karşı karşıya?
Bence “taktiklerin çeşitliliği”nin barışçıl yöntemlerle karşılaştırıldığında daha gerekli ya da daha üstün bir mücadele biçimi olduğunu varsayan yaygın kanının doğruluğunu sorgulamak gerek. ABD’de gerçekleşen toplumsal hareketleri ele alan araştırmalar bu tekniğin siyasi olarak beklenen sonucun aksini doğurduğuna işaret ediyor; bazı durumlarda kısa vadeli taktiksel avantajlar sağlasa bile. Katılımcıları ve potansiyel sempatizanları yabancılaştırıyor, muhalif elitlerin sadakat erozyonu sonucunda saf değiştirme eğilimlerine ket vuruyor ve hareketin aktivistlerinin ve temsil ettiklerini iddia ettikleri grubun üzerindeki baskıların artmasına neden oluyor.
Kurt Schock ile benim şiddet içeren eylemler üzerine yaptığımız bir çalışma ile daha başka bağlamlarda yapılan çalışmalar gösteriyor ki diğer bağlamlarda da (örneğin hem demokratik hem otoriter sistemlerde, farklı türden talepleri olan hareketlerde vs.) barışçıl yöntemlerle şiddet içeren yöntemleri birlikte kullanmak, amaçlananın tam tersi bir sonuç doğuruyor. Bunun uzun vadeli sonuçlarını da göz önünde bulundurmak gerek: bu eylemler zaman içinde farklı hareketlerin parçalanmasına ve toplumda kutuplaşmanın artmasına neden olabiliyor. Bu da kitle hareketi ortadan kaybolduktan sonra bile otoriterleşme ve iç savaş eğilimini artırma potansiyeline sahip.
Gösterileri organize eden birçok kişi şiddet kullanımının kısa vadeli taktiksel avantajlar sağlayacağından emin. Halbuki sessiz çoğunluğun desteğini kazanma yarışında bu kısa vadeli amaçlar uzun vadede üstesinden gelinemeyecek kadar büyük maliyetlere yol açıyorlar.
Mülke verilen zarar bir hareketin başarısını nasıl etkiliyor?
Mülke verilen zarara (kalkışmalar, protestolar, grafiti kullanımı vs. gibi taktikler) yönelik halkın tutumunu ölçen bir araştırmaya göre; ABD’de bu yöntem toplum nezdinde taraftar bulmuyor. Anketlere göre; ortalama bir Hispanik Amerikalı, protestocular eğer mülke zarar vermeye başlarsa yoğun bir devlet şiddeti kullanımının (sıkıyönetim ilanı, kaybetmeler ve işkence dahil) anlaşılabilir olduğunu düşünüyor.
Omar Wasow da ABD’de 1960’larda düzenlenen barışçıl protestolarla ayaklanmaları ve şiddet içeren eylemleri karşılaştırdı (bu ikincisinde genellikle mülke zarar verilmişti). Barışçıl eylemlere yakınlığın beyaz Demokratların oy oranını artırırken şiddet içeren protestolara yakınlığın oy oranında önemli düşüşlere sebep olduğunu keşfetti. Bu da muhtemelen Hubert Humphrey yerine Richard Nixon’ın seçilmesinde önemli bir faktördü.
Maalesef birçok kişinin özel mülkü insan hayatının üzerinde tuttuğu bir ülkede yaşıyoruz. Buna karşı çıkılmalı ve değişmesi için mücadele verilmeli. Ancak elimizdeki mevcut değerler yapısı, stratejik temelde işleyen sistemde çok büyük bir öneme sahip. Bu da birçok çalışmada neden mülke verilen zararın stratejik başarı anlamında beklenen sonucu vermediğini açıklıyor.
Çalışmalarınızda gördüğünüz kadarıyla; hareketler ne zaman barışçıl yöntemlere bağlılık disiplinlerini kaybetmeye başlıyor?
Araştırmalar şunu gösteriyor: barışçıl yöntemlere bağlılık hem muhalefet hareketi bastırdığında hem de harekete sürecin ortasında taviz verdiğinde azalmaya eğilimli. Bastırma durumunda; umutsuzluk duygusuyla birlikte grubu barışçıl yöntemleri terk etmeye çağıran militan sesler daha yüksek çıkmaya başlıyor. Taviz durumundaysa grup ılımlılar ve şahinler olarak ikiye ayrılıyor, farklı kliklerin gruptan bağımsızlaşıp şiddet eylemleri düzenlemesine sebep oluyor. Barışçıl yöntemlere bağlılıklarından taviz vermeyen birçok eylem de var –ve bu da onların ayaklarını yere sağlam basmalarını (ve nihayetinde kazanmalarını) sağladı; devletin bölme ve engelleme çabalarına rağmen.
Donald Trump ve Steve Bannon’ın “böl ve yönet” temelinde kutuplaşma stratejisi izlediği çok açık. Trump ve Bannon’ın yükselen otoriter eğilimlerini meşrulaştırabilmek için bir savaş, terör saldırısı, ayaklanma beklediklerini söylemek doğru olur mu? Eylemleri organize edenler, yönetim bu türden taktikleri kullanmadan önce neler yapabilirler?
Herhangi bir hükûmet yükselen otoriterleşme eğilimini meşrulaştırmak için bu türden adımlar atabilir –Trump yönetimi ya da bir başkası. Güçlü bir sivil toplum, otoriterleşme karşısında etkili bir siper olabilir. Bence bu ülkenin insanları bir araya gelecekleri, konuşacakları, uzun vadede birlik, dayanışma ve kapasite yaratacakları her türden fırsatı değerlendirmeli ve bu fırsatları genişletmeli. Tabii ki protestolar, yürüyüşler ve mitingler sivil toplumun kendini ifade etme fırsatı bulduğu platformlar. Ancak Theda Skocpol’un ifade ettiği üzere, güçlü bir sivil toplum yemek grupları, okuma ve çalışma grupları gibi basit şeylerden ortaya çıkıyor, farklı yurttaşlık eylemlerine, topluluk toplantılarına, dinler arası diyalog gruplarına ve farklı türden ittifaklara katılımı güçlendiriyor.
Dünyada birçok sivil direniş girişiminde, hareketin son aşaması olarak güvenlik güçlerinin emirlere uymayı reddettiğini ve sivillerle aynı safa geçtiğini gösteren ikonik fotoğraflara rastlıyoruz. ABD ordusu ülkenin ırk çeşitliliği açısından en kapalı kurumlarından biriyken, bu durumun ırk meselesinin günden güne daha öne çıktığı siyasete ve güvenlik sistemine nasıl bir etkisinin olmasını bekleriz?
Bazı sistemlerde, güvenlik güçlerinin saflarını terk etmesi ırksal ya da etnik farklılıklar dolayısıyla imkansızdır. Örneğin Güney Afrika’da güvenlik güçlerinin saflarını terk etmelerini istemek ayrı mahallelerde yaşayan siyahlar açısından bir faciaya yol açabilirdi (ayrıca çok tehlikeliydi); özellikle ANC’nin (Afrika Ulusal Konseyi) silahlı kanadının tüm siyahları potansiyel “terörist” olarak gördüğünü göz önünde bulundurursak. Bu yüzden onun yerine apartheid karşıtı mobilizasyon, ekonomi ve iş dünyası elitlerinin cüzdanlarını vurmayı amaçladı; bu yolla yasal apartheid uygulamalarına verilen önemli destek ayaklarından biri hedef alındı.
Bu örnek ve diğerlerinden çıkarabileceğimiz bir ders var: etkili ve dayanıklı bir organizasyon, farklı gruplara yönelik geliştirilen stratejiler ve baskı yapma metotları ve güvenlik güçleriyle mümkün olduğunca karşı karşıya gelmekten uzak durma stratejileri, bir harekete nihayetinde kazanma şansı verebilir; onu gereksiz risklerden de korur.
Amerikalıların protestoları ve güvenlik önlemlerini ırk gözlükleriyle gördükleri ile ilgili elimizde birçok kanıt var. Örneğin yakın zamanlı bir araştırmaya göre, birçok Afrika kökenli Amerikalı; eylemcilere karşı uygulanan her türlü polis şiddetini gayrimeşru olarak değerlendiriyor. Diğer taraftan birçok beyaz Amerikalı, beyaz bedenlere yönelen şiddetle karşılaştırdığımızda, kahverengi ve siyah bedenlere yönelen polis şiddetini daha meşru buluyor. Bunun yanında polis ve eylemciler ırk anlamında bir bütün oluşturmuyorsa, beyaz Amerikalıların kafası karışıyor ve hangi tarafı tutacağını bilemiyor. Burada onları eylemcilere sempatiyle bakmaya yönlendirebilecek bir pencere var.
Bu ırkçı statüko kabul edilebilir değil, ve ilericiler bunu değiştirmek için elinden geleni yapmalı. Ancak bu sırada, bahsettiğim bulgular mevcut Amerikan siyaseti ile ilgili önemli pratik hususlara işaret ediyor. Birincisi, bulgular beyaz müttefiklerin stratejik değerini gösteriyor: bu müttefikler gözlemcilerin kafasını karıştırıp onları doğrudan polis şiddetini desteklemekten alıkoyabilir. Bulgular aynı zamanda birçok toplumun emniyet güçlerini ırk ve etni anlamında çeşitlendirme çabalarının ne kadar doğru olduğunu kanıtlıyor.
Trump’ı durdurma ya da görevden alma çabalarının geleceği sizce neye bağlı?
Demokrasiler bir kez otoriterliğe doğru kaymaya başladıklarında, kurumlar onları kurtaramaz. Toptan bir felaketi önleyebilecek tek şey; sivil toplumun, grupları bir araya getirme ve harekete geçirme kabiliyetidir. Basitçe, durumumuz bu. Cumhuriyeti korumak (ve geliştirmek), ilerici grupların farklı koalisyonlarının etkili bir biçimde sivil toplumu yeniden canlandırmasına, sürekli kılmasına ve harekete geçirmesine bağlı.
18 Mart 2017
Kaynak: Medyascope