Bir bozgunun anatomisi
2019-08-27
Türkiye’nin Suriye’de takip ettiği siyaseti günümüzde gelinen nokta itibari ile analiz edersek şu dört başlığın altını çizmemiz gerekiyor:
* Türkiye, Esad rejimini değiştirememiştir. Desteklediği türlü silahlı gruplar da sürecin sonunda başarısız oldu.
* Suriye’de rejim değişikliği kavgası bu ülkede siyasi bir Kürt varlığı doğurdu.
* Suriye’de uzun vadeli oyun kurucu olma hedefi de ıskalanmıştır. Türkiye bölgede bulunuyor ama neredeyse en alt düzeyde bir askeri adım Rusya, ABD gibi asıl oyun kurucuların onayına göre atılabiliyor.
* Türkiye’nin yanı başında ekonomi, güvenlik ve diğer açılardan büyük enerji ve kaynak kaybına yol açacak uzun vadeli bir sorun ortaya çıktı.
Hal böyle olunca Türkiye, Suriye krizinde siyasi ve askeri açılardan bir bozgunu andıran durumla karşı karşıyadır. Bu bozgunun nedenlerine inmek gerekirse iki temel kök sebebe ulaşmak mümkün: İslamcıların dış politika tercihleri ve Türk Ordusu’nun kurumsal bir kriz içinde olması.
Başka bir ifade ile Suriye bozgunun altında siyasi ve askeri başarısızlık bulunuyor.
İlk başlığı ele alırsak, Türkiye’nin Suriye siyasetinin ülkenin dış politika tarihinde son derece önemli bir yeri var.
Suriye siyaseti ilk defa geleneksel Kemalist dış politikadan ayrı bir paradigma ile tamamen İslamcıların uluslararası ilişkiler ezberine göre planlanmış ve uygulanmıştır.
Hatta daha ileri giderek yazarsak Suriye krizi, geleneksel Kemalist dış politikanın iki temel ilkesinin iptal edildiği bir süreç oldu.
Baskın Oran’ın özetlediği şekliyle Türkiye’nin geleneksel Cumhuriyet dönemi dış politikasının iki temel ilkesi vardı: Statükoculuk ve Batıcılık.
Suriye krizinde dış politikanın dümeninde oturan İslamcılar, revizyonist ve Batı-dışı bir paradigmayı yürürlüğü koydu.
Geleneksel dış politikanın statükoculuk ilkesinin gereği olan ihtiyatlı dış politika terk edildi ve radikal bir revizyonizmle Suriye’de rejim değişikliğine girişildi.
Bu siyaset, Türk dış politikasında devrimsel bir değişimdir çünkü ilk defa Türkiye bir komşu ülkenin rejimini değiştirmek için diplomatik ve askeri unsurları kullanmaya başlamıştır.
Eş zamanlı olarak Batıcı dış politika terk edilmiş ve yerine Rusya yanlısı bir siyaset ikame edilmeye çalışılmaktadır.
Dolayısıyla esasen Türkiye’nin Suriye siyaseti baştan aşağı İslamcı paradigmaya göre inşa edilmiş ve uygulanmış bir vakıadır. Hatırlamak gerekirse, İslamcılar geleneksel Türk dış politikasını uyuşuk, İslam dünyasından kopuk, Batılı güçlerin etkisinde olmak gibi gerekçelerle eleştirmekteydiler.
İslamcılar Arap İsyanlarından sonra aradıkları fırsatı buldular ve kafalarındaki teoriye uygun olarak somut adımlar attılar: Buna göre Libya’dan Suriye’ye pek çok yerde çeşitli gruplar silahlı olarak desteklendi. Türkiye, artık pek çok yerde doğrudan yahut dolaylı çatışmaların tarafı haline geldi.
Temel olarak bu siyaset, geleneksel dış politikadan farklı olarak, tek taraflı olarak simetrik (orduyu kullanmak) ve asimetrik (çeşitli milis güçleri desteklemek) silahlı müdahaleyi ilk akla gelen bir yöntem olarak görmektedir.
Bütün bunlar dikkate alınırsa Suriye’de Türkiye’nin içinde bulunduğu durum İslamcı siyasetin sonucudur.
Suriye bozgunun ikince temel nedeni ise TSK’nin bir kriz içinde olmasıdır. Bu krizin en önemli boyutu ideolojik krizdir.
Ordular elbette anayasaya sadakatle ülkelerini korurlar ancak bütün modern orduların bir ideolojik motivasyon dayanağı bulunur.
Ordular sadece askerlerin iyi savaşmak için yetiştiği kurumlar değil bazı ulusal ve güvenlik doktrinlerine göre yetiştiği kurumlardır. Bugün TSK’nin ideolojik motivasyon kaynağı belirsizdir.
Öte yandan, klasik Kemalist subay profilini değiştirmeye yönelik kavga TSK’nin olağanüstü hizipleşmesine yol açmıştır. Subayların farklı politik ve sosyolojik kökenlerden gelmesi doğaldır ancak TSK örneğinde türlü dini ve politik gruplar arası gerilim ordu içi hizipleşmeyi derinleştirdi.
Hizipler kendi aralarında dayanıştığı için atamalarda ve tasfiyelerde etkili olurlar. Doğal olarak, ordu içinde hizipleşme, yetenekli ama bir gruba mensup olmayan subaylarda bezginlik meydana getirir.
Ordu içinde hakim olma kavgası ve bunun yanında 15 Temmuz sonrası dönemdeki gelişmeler sonucu TSK’yı fiilen sakatlanmış bir kurum haline geldi.
Bu durumun günlük hayat düzeyinde bile fark edilmesi mümkün: Bugünkü TSK kamuoyuna yansıyan hali ile daha ziyade bir lig alt düzeye düşmüş bir görüntü veriyor.
Ordudaki krizin en vahim tarafı ise dış politikada Suriye gibi silahlı unsurların kullanıldığı süreçlerde siyaset ve askerlik arasındaki ilişkinin tamamen siyasi tercihlere göre oluşmasıdır.
Suriye krizinde TSK bazen hatta iç politik nedenlere dayalı olarak tamamen siyasi bakış açısına göre bir araç gibi kullanılmıştır. Nitekim, son beş yılda pek çok simetrik ve asimetrik askeri strateji tamamen siyasi hesaplarla, bazen siyasi romantizmle, yapılmıştır.
Bu açıdan eski Türkiye’de ordunun seçilmişleri yok sayarak adımlar atması elbette kötüydü. Ancak yeni Türkiye’de de ölçü kaçırılmış ve neredeyse bir askerlik mesleği yokmuş gibi tamamen siyasi tercihlerle TSK dış politikada araç haline getirilmiştir.
En kritik gelişmeyi iki günde tüketen ve unutan bir sosyolojiye sahip Türkiye’de pek algılanmıyor olabilir ancak Suriye bozgunu, 1923’te kurulan Cumhuriyet’in ilk önemli yenilgisidir ve bunun olumsuz sonuçları gün geçtikçe kendini daha çok hissettirecektir.
Kaynak: Ahval