Trump nükleerle oynuyor – Armağan Kargılı

Trump, ABD’nin 1987 yılında Sovyetler Birliği ile imzaladığı ve soğuk savaşı bitiren en önemli adım olarak tarihe geçen nükleer silahların sınırlandırılması anlaşmasından çekileceğini açıkladı.

07 şubat 2019
ABD-SSCB arasında 1987 yılında imzalanan nükleer silahların sınırlandırılması anlaşması tarih oluyor.

Ve sonunda bu da oldu. Trump, dünyanın geleceği için en korkulu senaryo olan nükleer savaş için olmasa da nükleer silahlanma yarışını başlatan düğmeye bastı. ABD’nin 1987 yılında Sovyetler Birliği ile imzaladığı ve soğuk savaşı bitiren en önemli adım olarak tarihe geçen nükleer silahların sınırlandırılması anlaşmasından çekileceğini açıkladı.

Trump’ın bu açıklaması üzerine Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de geri kalır mı o da anlaşmayı askıya aldıklarını ilan etti.

Anlaşma, 6 ay daha yürürlükte. Ama bu süre içinde her iki ülke de birbirlerini nükleer silahların sınırlanması konusunda üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmemekle suçlarlarsa ortada anlaşma falan kalmayacak.

Yeni nükleer silah denemelerine ilişkin son günlerde medyada yer alan haberlere bakılırsa yarış çoktan başladı bile. Amerika Birleşik Devletleri, 2019 yılı sonunda deniz kuvvetlerine eklemeyi planladığı nükleer silahların, Rusya da 2 yıl içinde karadan havaya yeni nükleer silahların üretimi haberlerini resmî ağızlardan bu hafta duyurdu.

Aralık ayı sonunda ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den asker çekme kararı alması üzerine Savunma Bakanı Jim Mattis’in istifasını internet haber sitesi Vox, “Trump yönetiminin son yetişkini istifa etti” başlığıyla duyurmuştu. Yapılan yorumda da Mattis’in istifası ile Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun İran, Kuzey Kore ve birçok konuda verecekleri şahin tavsiyelerinin çok daha az dirençle karşılanacağı öngörüsü habere eklenmişti.

Aradan sadece 1 ay geçti.

Her ne kadar Trump, nükleer anlaşmadan çekileceğini zaten söylüyordu ama ABD’nin “yetişkinleri”nin buna izin vermeyeceği düşünülüyordu.

Ancak bu karar, çocukluk masumiyeti bir çılgınlıkla açıklanamayacak kadar ciddi. Silahlanma konusunda söylenen çok net bir ilke vardır; “üretilmişse bir gün kullanılır” diye… Varsayalım ki, bugünün yöneticileri bu denli ileri gitmeyecekler (bunun garantisi de yok ama), bu yarışın başlaması demek dünyanın bundan böyle silahlanma için harcayacağı paranın misli misli artması demektir. Yani devletler, bundan böyle tercihlerini sosyal devlet, gelir adaleti, sağlık, eğitim gibi kalemlere ayırmak yerine nükleer silahlanma yönünde kullanacaklar demektir. Sadece bu bile, dünya nüfusunun yarıdan fazlasını oluşturan yoksullar için açlık, hastalık, bakımsızlık ve ölüm anlamına gelir. ABD’nin nükleer silah harcamalarını 2 yıl öncesine göre yüzde 23 oranında arttırılmasını isteyen bir rapor, Kongre’ye geldi bile.

Geçtiğimiz hafta Trump’ın dünya kamuoyu önünde hiç sıkılmadan Venezuela’daki açık darbesine belki biraz da bu çerçeveden bakmak gerekir. Venezuela’nın muhalefet liderini, Trump’ın ülkenin devlet başkanı olarak tanıdığını ilan etmesini kimse Maduro’nun diktatörlük özlemine karşı bir hareket olarak açıklamaya kalkmasın. Yolsuzluğa bulaşmış, halkının açlığına, yoksulluğuna sırtını dönmüş, koltuğunda geçireceği gün hesabı yapan ve meşru olmayan bir seçimle iş başına gelen Nicolas Maduro değil de ABD’nin hizmetinde olmayan bir başkası da başkanlık koltuğunda otursaydı muhtemelen bu darbe yine olurdu. ABD’nin Venezuela’ya yönelik ilk darbe girişimi Trump’ınki değil. OPEC üyesi, petrol kaynaklarıyla zengin Venezuela’yı ABD, çoğu Latin Amerika ülkesini gördüğü gibi arka bahçesi olarak görüyor. Bu bahçede de kendi borusu ötsün istiyor. Oysa Maduro’nun özellikle son yıllarda ABD’den gelen tehditlere karşı giderek Çin’e yaklaştığı malum. Çin’le üst üste yapılan enerji anlaşmaları, ABD’nin bu ülke yönetimine tepkisini arttırdı. Şimdi ABD’nin orada da kendisine bağlı kukla bir yönetim oluşturup Çin’i arka bahçesinden uzaklaştırma ve Venezuela’nın petrollerini özelleştirip kendi şirketlerine peşkeş çekme hazırlığında olduğu kimse için sır değil. Beklenmeyen tek şey, bu darbenin bu kadar alenen yapılması idi. Bu kararıyla Trump, gözünü bile kırpmadan son derece de medyatik bir şekilde ülkeyi “ya iç savaş ya da benim adamım” noktasına getirdi. Batı Avrupa ülkelerinin çoğu da bu darbeye destek verdi.

Trump, benzer bir fütursuzluğu, ABD’nin Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’ndan (INF) çekileceğini açıklamasıyla da ortaya koydu. Soğuk savaşı bitiren en önemli anlaşma diye tarihe geçen ve 1987’de Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Mikhail Gorbaçov ile ABD Başkanı Ronald Reagan’ın imzaladığı anlaşma, çok zaman taraflarca ihlal edilse de nükleer silahlanma önündeki en bağlayıcı anlaşma idi.

Trump, anlaşmadan çekilme gerekçesi olarak Rusya’nın anlaşma şartlarına uymamasını gösterdi. ABD’nin, 2 Şubat’tan itibaren INF Anlaşması kapsamındaki yükümlülüklerini artık yerine getirmeyeceğini vurgulayan Trump, Rusya’nın yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde 6 aylık sürecin sonunda anlaşmadan tamamen ayrılmış olacaklarını belirtti.

Vladimir Putin’in de bu karara körükle gittiğine ve Rusya’nın da anlaşmayı askıya aldığını ilanına tanıklık ettik geçtiğimiz hafta.

Bu anlaşmanın yürürlükten kaldırılmasının gerisine de baktığımızda tıpkı Venezuela’daki gibi karşımıza aslında Çin Halk Cumhuriyeti ile rekabet çıkıyor. Çünkü Rusya ile ABD arasındaki nükleer anlaşma, bu iki ülkeyi bağlarken Çin’i bağlayan böyle bir anlaşma bulunmuyor. Dolayısıyla Çin’in, nükleer konusunda da bu iki ülkeyle rekabet edebilecek düzeye geldiği endişeleri sık sık dillendiriliyor. Trump’ın “biz nükleer konusunda herkesten güçlüyüz, Çin’den de Rusya’dan da” açıklaması da bu kaygıyı açıkça ortaya koyuyor. Ayrıca, her ne kadar Çin’le müttefik gibi görünse de Rusya’nın da Çin’in silahlanma gücünün artmasından endişelendiği biliniyor.

Bir başka unutulmaması gereken gerçek de bugün giderek sağa doğru kayan dünya politikasını silah tekelleri belirliyor ve birer birer kendi kuklalarını iş başına getiriyorlar. Onlar da efendilerine karşı hizmette kusur etmiyorlar. Yoksa dünyayı felaketten felakete sürükleyen bu liderler koltuklarında nasıl otururlar?

Nedeni ne olursa olsun, dünya yeni bir silahlanma çılgınlığına doğru yöneliyor. İnsanlığın bu çılgınlık karşısında tek bir görevi var, nedeni ne olursa olsun silahlanmaya karşı çıkmak…

Kaynak: Artı Gerçek

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org