19 Ağustos 2016 00:00
“…Hatırlıyor musun anne, savaşa gittiğimde
Bunun yaptığım en iyi şey olduğunu düşünmüştün
Ben cephede iken sen de evde gurur içinde.
Orada benim pabuçlarımın içinde değildin
Ah, ben orada iken, Tanrım, ne yapıyorum ben burada diye düşündüm
Birini öldürmeye çalışıyor veya ölmeye çalışıyorum.
Ama beni en çok korkutan şey, düşman yakınıma geldiğinde
Onun yüzünün de aynı benimki gibi olduğunu görmek oldu.
Ah Tanrım, aynı benimki gibi…”
Bob Dylan / “John Brown” adlı şarkısından
15 Temmuz akşamında başlayan başarısız darbe girişiminin ardından, ülke olarak her bakımdan yeni bir sürece girdiğimiz yadsınamaz. Bu yeni süreçte büyük ölçüde bir alt-üst olma yaşayan kurum hiç kuşkusuz Türk Silahlı Kuvvetleri oldu ve olmaya da devam ediyor. Bu durum son derece doğal görünüyor, çünkü 15 Temmuz’da girişilen eylem, TSK içinden organize edilen büyük bir örgütlenmenin sonucuydu. Ülkeyi iç savaşa götürebilecek ve 16 Temmuz sabahına kadar süren bu kanlı macera sırasında, tarihimizde benzeri görülmemiş olaylar yaşadık.
Yaşanan şeyi başka bir dille ifade etmek gerekirse, devlet örgütlenmesi içinde kendisine ülkeyi düşmanlarına(bizde iç ve dış diye vurgulanır) karşı korumak görevi verilen ve bu görevin gereği olarak silahlandırılmış olan ordu, bu silahlarını meşru iktidara çevirip, onu devirmek ve iktidarı almak için harekete geçti. 15 Temmuz akşamında yaşadığımız buydu. 1960 darbesinden başlayarak bizler bunu defalarca yaşamıştık ve biliyorduk ki, eğer başarılı olsalardı sabahleyin çok farklı bir Türkiye’ye uyanacaktık. Bu Türkiye asla daha iyi bir Türkiye olmayacaktı. TSK’nin bu darbe merakının nedenleri, üzerinde çokça durulup araştırılması gereken önemli bir konu, biz şimdilik, darbe tehdidinin sonsuza kadar üstümüzden kalkmış olmasını dileyelim ve asıl konumuza dönelim.
Bilindiği gibi askerlik hizmeti her erkek Türk vatandaşı için zorunludur. Dünyanın birçok ülkesinde kaldırılmış olan bu uygulama, hak ihlali olarak görülmekte ve bireylerin vicdani ret hakkı tanınmaktadır. Vicdani ret, bireyin sahip olduğu ahlaksal anlayışın, dinsel inancının ve siyasi görüşlerin askerlik yapmasına ters düşmesi halinde askere gitmeyi reddetmesidir. Yani bir insan savaşları ahlaki açıdan reddedebilir, bu anlamda herhangi bir orduda görev almak, hizmet etmek istemeyebilir. Yine ahlaki olarak her türlü şiddete ve şiddet yöntemlerine karşı olabilir. Siyasi olarak orduların, savaşların olmadığı barışçıl bir dünya istiyor ve bunun için çaba gösteriyor olabilir. Her türlü öldürmeyi reddeden bir inanca sahip olabilir ya da inandığı din öldürmeyi yasaklıyor olabilir. Bu durumdaki bir insanın zorunlu olarak askere götürülüp silah altına alınması kuşkusuz din ve inanç özgürlüğü hakkının ihlali anlamına gelir. Din ve vicdan özgürlüğü bizim anayasamızda da bir hak olarak tanınmış olmakla birlikte, askerlikle ilgili bir yasal düzenleme yapılmadığı için sürekli olarak ihlal edilmektedir.
Son darbe girişiminde yaşadıklarımız bizlere zorunlu askerlik uygulamasına son verilmesi ve vicdani ret hakkının tanınması gerektiğinin ne kadar yakıcı bir konu olduğunun nedenlerini gösterdi. Aslında savaş karşıtlarınca her zaman dile getirilen bu nedenler çok da yeni değiller, olsa olsa çok yakın zamanda ve hep birlikte yaşadıklarımızdan dolayı daha berrak görülebilmekteler. Şimdi, zorunlu askerlik uygulamasına son verilmesi gerektiğinin bu “yeni” nedenleri üzerinde duralım.
Bütün ordular yapıları gereği hiyerarşiktirler. Yani ordudaki ilişkiler emir ve komuta zinciri üzerinden işler. Asker verilen emri uygulamakla yükümlüdür. (Burada kimse yasalara aykırı emir veremez denilerek itiraz edilebilir, fakat eline silah tutuşturulmuş 20 yaşında çocuğa ateş et dendi mi, bu çocuk yaptığı şeyin yasal olup olmadığını ve karşısındaki insanı neden öldürdüğünü kolay kolay bilemez) Emre uymadığı zaman, duruma göre ağır cezalar görebilir, hapse girebilir, öldürülebilir. Emre itaat ettiğinde de, işte son darbe girişiminde yaşandığı gibi masum sivillere ateş ettirilmiş olabilir, linç edilerek öldürülebilir.
Yaşadığı hayattan zorla koparılarak kışlanın kapısından içeri sokulan gençlerin içerde yaşadıkları her tür denetimden uzak bir şiddet ortamıdır. Asker, olası bir savaş durumunda emirlere itaat eden, her an ölmeye ve öldürmeye hazır olması için yetiştirilir, bunun yolu da en ağır koşullarda “sertleştirilmeleri”dir. Gerçekte içerde olanlar tam bir bilinmezdir. Askerde dayak ve hakaretin ne kadar sıradan bir uygulama olduğunu askerliğini yapan her erkek Türk bilir. Orada yapılan uygulamaları sorgulama yolları kapalıdır. Adına kısaca “disko” denilen disiplin koğuşu her asker için kâbustur. Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği’nin (TEMAD) 2015 Mart ayında düzenlediği panelde açıklanan rakamlara göre, son on yılda gerçekleşen asker intiharları sayısı 934’tür. Bu sivil intiharlarının 2.5 katıdır. Mobbing mağduru askerlerin yüzde 42’si hakaretten, yüzde 30’u dayaktan, yüzde 28’i orantısız cezalardan, yüzde 24’ü sağlık hizmeti alamamaktan, yüzde 14’ü aşırı fiziksel aktiviteye zorlanmaktan, yüzde 14’ü tehdit edilmekten, yüzde 7’si rütbeli personelin şahsi işlerine koşturulmaktan, yüzde 7’si uykusuz bırakılmaktan şikâyetçidir. Her türlü “kaza” ölümlerinin kol gezdiği bir ortamdır askerlik.
Son darbe girişimi sonrasında ortaya çıkan bir gerçek de şudur: “Peygamber Ocağı”, “yüce”, “kahraman” diye sürekli kutsanan, gencecik çocukların davul-zurnayla, dualarla uğurlanarak yollandığı TSK’da, aslında neler olup bittiğinin kimse tarafından bilinmediği ya da hiçbir şekilde denetlenmediğidir. Ölmek veya öldürmek için zorla çocuklarımızı alan bu kurum, görüldü ki, uzun yıllardır içi boşaltılmış kağıttan bir kaplana döndürülmüştür. (ve bu durumdan iktidarlarımızın haberi olmamıştır) Generallerinin yarısı bir terör örgütü adına hareket etmiş ve meşru iktidarı devirmek için savaş uçakları uçurmuş, başkentini, meclisini bombalamış bir ordudan söz ediyoruz. Son eylemleri darbe yapmak olan bu askerler daha önce neler neler yaptılar? Nasıl yaptılar? Onların hangi hain emelleriyle çocuklarımız öldü, öldürüldü, ölmeye gönderildi? Bilmiyoruz.
Yine gördük ki, elde silah olunca vicdanın devre dışı kalması ve insanları öldürmek çok kolaylaşmaktadır. Kendisine verilen emir doğrultusunda karşısındaki sivil insanlara ateş eden askerleri, aynı şekilde yakaladığı askerleri acımasızca linç eden insanları, yaşadığı şehrin üstüne bomba atan F16 subaylarını da gördük. Ve artık şunu anlamalıyız ki, her türlü savaş ve şiddet ortamından uzaklaşmanın yolu hayatımızdan militarizmin çıkmasıyla mümkün olabilir. Silahların olmadığı bir ortamda vicdanımızla kalmak bizim sorunları en barışçı yollarla çözmemizi kolaylaştırır. Çehov’un tiyatro sahnesi için söylediğini, yaşamı bir sahne olarak düşünüp, biraz değiştirerek yeniden söyleyebiliriz: Eğer bir yerde silahlar varsa, o silahlar günün birinde patlayacaktır.
Hayatımızdan şiddeti, savaşları, ölümleri çıkarmanın ilk adımı zorunlu askerlik uygulamasına son vermek ve vicdani ret hakkı için gerekli yasal düzenlemeleri yapmaktır.
Daha çok bilgi için: http://vicdaniret.org/