Fehim Taştekin: “Ukrayna bir yıpratma savaşının kurbanı”

Taştekin, Rusya’yı kışkırtan iç ve dış faktörleri dikkate almadan savaşın neden ve sonuçlarının sağlıklı değerlendirilemeyeceğine dikkat çekiyor.

Gazeteci-yazar Fehim Taştekin: “Ukrayna bir yıpratma savaşının kurbanı”

Akanda Taştekin -22 Mart 2022
Rusya’nın Ortadoğu, Kafkasya ve eski SSCB coğrafyasındaki siyaseti üzerine çok sayıda yazıya imza atan Taştekin, Ukrayna’daki savaşı Jineps gazetesine değerlendirdi. Taştekin, Rusya’yı kışkırtan iç ve dış faktörleri dikkate almadan savaşın neden ve sonuçlarının sağlıklı değerlendirilemeyeceğine dikkat çekiyor.

1994’ten beri gazetecilik yapan Fehim Taştekin farklı gazetelerde muhabir, editör ve yazar olarak çalıştı. Ağırlıklı olarak dış politika yazıları kaleme alan Taştekin, Ajans Kafkas’ın kurucu editörü ve yayın yönetmeni olarak yıllarca Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Ortadoğu konularında saha araştırmaları ve analiz yazılarıyla öne çıkan Taştekin, “Suriye: Yıkıl Git Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı. Ayrıca farklı televizyon kanallarında dış politika programları yaptı. Radikal gazetesinin kapanmasının ardından yazılarına Duvar Gazetesi’nde devam etti. Bunun yanı sıra Türk dış politikası üzerine 2013’ten beri Washington merkezli Al Monitor’e yazıyor. BBC Türkçe’nin de analiz yazarları arasında yer alıyor.

Rusya’nın Ortadoğu, Kafkasya ve eski SSCB coğrafyasındaki siyaseti üzerine çok sayıda yazıya imza atan Taştekin, Ukrayna’daki savaşı Jineps gazetesine değerlendirdi. Taştekin, Rusya’yı kışkırtan iç ve dış faktörleri göz önüne almadan savaşın neden ve sonuçlarının sağlıklı değerlendirilemeyeceğine dikkat çekiyor. Ukrayna’da 2014’teki iktidar değişimini takiben etnik Ruslar aleyhine alınan kararlar, Rus etkisine karşı palazlandırılan neo-Nazi çizgisi ve NATO’ya üye olma hedefinin anayasaya yazılmasının Rusya’yı kışkırtan faktörler olduğunu, bunun ötesinde ABD-İngiltere ikilisinin Ukrayna’yı Rusya ile hesaplaşma arenasına çevirmek için uzun süredir hazırlık yaptığını belirtiyor. Taştekin, Kremlin’in başlattığı savaşın hiçbir koşulda meşrulaştırılamayacağını ama Rusya’yı yıpratma savaşı için Ukrayna’yı kullanan NATO kanadının sorumluluğunun da göz ardı edilemeyeceğini vurguluyor.

“Ukrayna’da Rus nüfusu ve nüfuzuna karşı olan muhalefet, radikal milliyetçi ve neo-Nazi bir damar barındırıyor”

-Vladimir Putin’in Luhansk ve Donetsk halk cumhuriyetlerini tanıdığını açıklamasıyla fitillenen ama arkasında da çetrefilli bir geçmişi barındıran Rusya-Ukrayna krizinde tarihsel arka plan neydi?

-Ruslar öteden beri Rus Çarlığı, Rus İmparatorluğu, SSCB ve Rusya Federasyonu’nun bütün tarihsel arka plan okumalarında Ukrayna’yı her zaman farklı bir yere koyuyor. Rus devlet inşasının çıkış yeri olarak Kiev’i işaretleyen bir tarih yorumu var. Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Vladimiroviç Putin de bu referanslarla konuşuyor. Ayrıca modern Ukrayna’nın Lenin döneminin ulusların kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde oluşturulmuş suni bir cumhuriyet olduğuna dair yorum da bu tarih okumasının bir unsuru. Bugünkü askeri harekâtın zemininde iki boyut var: Biri Ukrayna’nın Rus dünyasındaki geçmişi ya da etnik Rusların SSCB’nin dağılması sonrası Ukrayna içindeki durumlarından kaynaklanan tartışmalar. Diğeri ise NATO’nun genişleme stratejisinin yarattığı güvenlik algısı. Birini öne çıkarıp ötekini göz ardı etmek krizin anlaşılmasını zorlaştırıyor. NATO-Rusya Kurucu Senedi’nin imzalandığı 1997’den itibaren de genişleme stratejisinden geri adım atmadı. Ruslara göre Batılı muhataplar iki Almanya’nın birleşmesinden itibaren NATO’nun genişlememesi ya da Rusya sınırlarına doğru ittifakın güçlerini konuşlandırmaması konusunda sözler verdi ama bu sözler tutulmadı. Sonuçta eski SSCB bölgesi ve Doğu Avrupa blokunda 11 ülke NATO üyesi oldu. Ukrayna doğrudan Rusya ile sınır olan Estonya ve Letonya’nın NATO üyeliğinden çok daha fazla alarm nedeni Rusya için. Rusların stratejik doktrinine göre Ukrayna’nın NATO’ya girmesi Rusya Federasyonu’nun parçalanma sürecinin başlangıcı olacaktır. O yüzden Ukrayna’nın NATO’ya üyeliğini bir kırmızı çizgiye dönüştürdüler.

Rusya’dan dış çembere bakıldığında 2000’lerin başından itibaren şöyle bir tablo oluştu: Rusya’nın Çeçenya’daki savaştan istediği sonucu almasına paralel olarak Batı’nın Rusya periferisine müdahaleleri hızlandı. Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’da gül, turuncu ve sarı isimleriyle anılan renkli devrimlerle Rus etkisine ya da eski Sovyet kliğine karşı Batı destekli müdahaleler oldu. Rusya toparlanma dönemindeyken bu gelişmelere fazla tepki vermeden izledi. Ukrayna’da Batı ile entegrasyondan yana siyasi güçler Rus yanlılarını yenilgiye uğrattı. Fakat Rus yanlıları 2010’daki seçimi kazanarak geri dönmeyi başardı. Batı destekli cephe 2013’te EuroMaidan gösterileriyle Victor Yakukoviç’i indirerek bunun rövanşını aldı. Yanukoviç, AB ile ortaklık anlaşmasını imzalama konusunda gelgitler yaşıyordu. IMF’nin öne sürdüğü koşullar ağırdı. Sonunda Rusya’ya yüzünü döndüğünde Amerikalıların epey zamandan beri hazırladığı muhalif cephe tetiklendi. Buraya kadar mesele Rus yanlıları ile Batı yanlıları arasındaki bilek güreşi olarak çerçevelenip basite indirgenebilir. Ama burada özellikle Batılı siyasetçiler ve medyanın olağanüstü manipülasyonu sayesinde küçümsenen fakat çatışmaların temelindeki ana dinamik olan faktörler var. Her şeyden önce Ukrayna’da Rus nüfusu ve Rus nüfuzuna karşı muhalefetin karakterini tanımlayan şey basitçe neoliberal ve Avrupacı bir düşünce değil. Bu yapı içinde siyasetin yönünü tayin eden ve sahip olduğu potansiyelle orantısız bir şekilde iktidarı vesayet altına alan radikal milliyetçi ve neo-Nazi bir damar barındırıyor. Bu yeni dalgaya göre atılan adımlar, alınan kararlar ya da eylemler Donbas bölgesinde Luhansk ve Donetsk’in halk cumhuriyetleri ilan etmesi, Kırım’ın referandumla Rusya’ya bağlanmasıyla kendini gösteren ayrılıkçı süreci tetikledi. Azınlık Dil Yasası’nın değiştirilmesiyle Rusça gibi azınlık dilleri bölgelerde devlet daireleri, mahkemeler ve eğitimdeki statüsünü yitirdi. Komünist dönemden arınma adı altında yasalar çıkarıldı. Sovyet döneminden kalma bütün kültürel varlıklar, isimler, simgelere savaş açıldı. Lenin’in 965 heykeli kaldırıldı. Bunun ötesinde Nazi işbirlikçisi liderler kutsanmaya başlarken Odessa’da bir maç sonrasında aşırı sağcı Sağ Sektör’ün tetiklediği güruhlar, Rus yanlılarının sığındığı sendika binasını ateşe verdi, 48 kişi yaşamını yitirdi. Dönemin Odessa Valisi ve bazı vekiller bu insanlık suçunu normalleştirmeye hatta meşrulaştırmaya çalışan açıklamalar yaptı.

Bu tür bir zeminde Ruslar ayrılıkçı bir yola girerken Rusya da bunu fırsata çevirip kendi oyununu oynadı. Kırım’ın SSCB zamanında Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlanmasının hata olduğunu düşünüyorlardı ve nihayetinde Karadeniz Filosu’nun bağlı olduğu yarımadanın Rusya’ya dönüşü Rusya’da Batı’nın çok sevdiği Navalni gibi muhalifler tarafından bile alkışlandı. Ayrılıkçı iki cumhuriyette otoriteyi yeniden sağlamak için yürütülen savaş, 14 bin civarında insanın yaşamına mal oldu. Sonra 2014-2015’te Minsk Anlaşmaları’na göre ateşkes korunacak, yabancı güçler çekilecek ve Kiev yönetimi bu iki defakto özerk cumhuriyetin temsilcileriyle masaya oturup seçimle, referandumla statüyü belirleyecekti. 24 Şubat’ta askeri harekâta gelinceye kadar Rusya için kışkırtıcı olan bazı gelişmeler oldu. Güvenlik birimleri içine alınan aşırı sağ güçlerin eğitilip donatılması programlarına devam edildi. Bu güçler Rus nüfusun yoğun olduğu cephe hattına yerleştirildi. ABD ve ortakları Ukrayna ordusunu bir savaşa hazırlamaya devam etti. Türkiye Bayraktar TB2 teminiyle Ukrayna’nın askeri yollarla Donbas ve Kırım’ı kontrol etme yönünde cesaretlendirildi. Minsk Anlaşmaları’nın garantörleri Rusya, Almanya ve Fransa’nın çağrılarına rağmen siyasi çözüme dönük görüşmeler başlatılmadı. Rusya tarafında Amerikalılar ve İngilizlerin bunu sabote ettiğine dair argümanları söz konusu. Joe Biden’ın işbaşına geçmesinden sonra NATO’nun Rusya’yı kuşatma stratejisi ağırlık kazandı. Yunanistan’da askeri üsler genişletilirken Doğu Avrupa’da NATO askeri kapasitesi artırıldı. Donbas cephesine 120-130 bin Ukrayna askeri yığılırken Rusya da tatbikat adı altında bir o kadar askeri Ukrayna sınırlarına kaydırdı. Askeri harekât ya da işgalin arifesinde tablo buydu.

“Ruslar Yugoslavya’nın parçalanmasını da kendi nüfuz alanlarına yönelik yürütülmüş bir savaş olarak görüyor”

-Savaşa gelinen bu süreçte Çeçenya’da, Gürcistan’da, Abhazya’da, Güney Osetya’da durum nasıldı?

-Putin neredeyse Ukrayna diye bir devlet yok, Ukrayna halkı da özü itibariyle bizden demeye getirince haliyle bir genişleme stratejisinin olup olmadığı sorulmaya başladı. Çeçenya Rusya’nın uluslararası sahneye dikkate alınan bir güç olarak yeniden dönme sürecinde akışın başlangıç noktasını oluşturuyor. Çeçenya’daki ikinci savaş Putin açısından içeride otoritenin tesisi için bir kilometre taşıydı. Çeçenizasyon süreciyle yani Çeçen direnişini Çeçenler eliyle bastırıp cumhuriyetin yönetimini Moskova’ya sadık Çeçenlere bırakan bir yaklaşımla Çeçenya’da otorite kurulmuş oldu. Federasyonun dış çemberinde izlenen politika biraz farklı olageldi. Putin zamanında Sovyetler döneminde Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlanmış Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlık sürecine dair Rus politikasındaki değişimi görüyoruz. Rusya, Gürcistan ile birlikte Güney Osetya’da ortak barış gücü misyonundaydı. Abhazya da Bağımsız Devletler Topluluğu’nun ambargosuna tabiydi. Gürcistan’da 2003’te Rus etkisine karşı savaş başlatılınca Rusya da Abhazya ve Güney Osetya’yı yakın plana aldı ve buralarda Rus pasaportu dağıttı. 2008’de Gürcistan’ın Güney Osetya’da otoriteyi kurmak için başlattığı savaş Rusya’ya yanıt verme fırsatı sundu. Rusya Gürcistan’ı püskürttükten sonra Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını tanıdı. Ama Kırım’daki gibi bir ilhak süreci işletilmedi. Bu kararlar Kosova’nın tek taraflı bağımsızlığının Batılı ülkelerce tanınmasına verilmiş bir yanıttı. Ruslar Yugoslavya’nın parçalanmasını da kendi nüfuz alanlarına yönelik yürütülmüş bir savaş olarak görüyor, bunu unutmamak lazım. Şimdi bundan sonra Kırım’a baktıkları gibi Abhazya ve Güney Osetya’ya bakarlar mı sorusu endişelere yol açmaktadır.

“Rusya Ukrayna’yı işgal etmeye başladığından beri Batılı medyanın tutumunda neo-Nazi grupların varlığını ve süreçlerdeki etkisini küçümseyen bir yayın çizgisi var”

-Avrupa’da, medyada, insan hakları örgütlerinin raporlarında bir sorun olarak ele alınan neo-Nazi meselesi neden birdenbire normalleştirilmeye, küçümsenmeye çalışıldı? Rusya’nın bu konudaki endişeleri yersiz miydi?

-Evet, 2014’ten sonra Svaboda Partisi, C14 milisleri, Sağ Sektör, Azov Taburu ve Aydar Taburu gibi aşırı sağcı güçlerin ırkçı, nefret ve şiddet dolu eylem ya da söylemleri, alenen Nazi simgelerini kullanmaları Batı medyasının da gündemine girmişti. Bunlar sandıkta karşılığı yüzde 1-3 arasında diye küçümsenecek bir durum değil. Bu grupların işlediği suçlar uluslararası insan hakları örgülerinin raporlarına da girdi. Bu gruplar içselleştirildi, sisteme entegre edilmeye çalışıldı. Basit bir gerçeklik var; bunların liderleri ya da onları kayıranlar İçişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, Ulusal Güvenlik Konseyi’nde yer edindi. Bunların bazı liderlerine madalyalar verildi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerle işbirliği yapmış figürler ulusal kahraman ilan edildi. Bu kararlar yargıya da taşındı. Bunlar olurken Amerikan, İngiliz, Avrupalı ve biraz da İsrail medyasında üniformalı, Batılıların eğit-donat programlarından yardım da alan neo-Nazi damarın arz ettiği tehlikeye dikkat çektiğini gördük. Bu yapıların Avrupa’daki neo-Nazi gruplarla işbirliği yaptığına dair çok sayıda bilgi ve belge de birikti. Bunlar sır değildi. Fakat Rusya Ukrayna’yı işgal etmeye başladığından beri Batılı medyanın tutumunda trajik bir değişim var. Bu grupların varlığını ve süreçlerdeki etkisini küçümseyen, geçiştiren bir yayın çizgisi var. Çok ikiyüzlü ve ahlaksız bir çarpıtma söz konusu. Elbette Rusya’nın başlattığı savaşın meşrulaştırılmasına yarayacak bir motivasyonla bunları söylemiyorum. Gazeteci olarak yıllardır izlediğim neo-Nazi yükselişinin basite indirgenmesi, arka planda bunların desteklenmesi karşısında bu ikiyüzlülüğü vurgulama gereği duyuyorum.

“Bu savaşın kışkırtılmasında İngiliz-Amerikan rolü öne çıkıyor”

-Ukrayna’yı silahlandırma süreci de devam ediyor. NATO ve Batı ülkeleri askeri teçhizat ve silah yardımı yapıyor. Bu ekipman ve silah desteği de savaşı körüklemiyor mu?

-Ukrayna özellikle Kırım’ın ilhak edildiği 2014’ten itibaren Rusya’yı yıpratma stratejisinde bir tampon bölge olarak konumlandırıldı. Ukrayna’da Batı yanlısı yönetim de anayasaya NATO üyeliğini bir hedef olarak yazarak yıpratma savaşına gönüllü olduğunu gösterdi. Amerikalılar başından beri eğitmen ve danışman sıfatlarıyla bu süreçleri yönlendiriyorlar. Şu anki savaşta da organizatör ve yönlendirici güç Amerikan ve İngiliz istihbarat ve askeri unsurları. Ukrayna’nın öngörülmediği ölçüde gösterdiği direnç NATO kanadının bu savaşı silahlandırmasının önünü açtı. Bu da Rusya’nın hesaplarını altüst eden bir güç yığılmasına ve dirence neden oldu. Rusya’nın kayıpları ciddi boyutlarda. Rus kara unsurları omuzdan atılan gelişmiş tanksavarlarla büyük bir hezimet yaşıyor. Uçaksavar sistemleri de Rus hava unsurlarına ağır kayıplar verdirdi. Bu savaşın kışkırtılmasında İngiliz-Amerikan rolü öne çıkıyor. Batılı güçlerin silah sevkıyatı bu savaşın uzamasını ve Rusya’nın rezil rüsva olmasını vaat ediyor. Avrupa’da savaşın olumsuz etkilerini gören aktörler bir an önce bir barış olsun diye uğraşsa da Amerikalıların baskılarıyla herkes savaşa katkısını koymak durumunda kaldı. Çin’in işaret ettiği gibi Amerikalıların silah sevkıyatı savaşı büyütmekten başka bir şeye yaramayacak. Rusya planladığı gibi hızlı ilerlemese de kolayca geri çekilecek bir güç değil. Önüne koyduğu Ukrayna’nın Finlandiya, Viyana ya da İsveç gibi NATO üyelik hedefini bırakıp tarafsızlık statüsüne geçmesi, Kırım’ın Rusya’nın toprak bütünlüğünü içinde olduğunun kabul edilmesi, Luhansk ve Donetsk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarının tanınması, neo-Nazi grupların elimine edilmesi gibi hedefler var, onlardan birkaçına ulaşıncaya kadar pes etmeyecek. Ödeyeceği ve ödeteceği bedelin büyüklüğüne bakmaksızın bu hedeflerde ısrarcı olacağa benziyor. Ve bu arada Ukrayna çok ağır bir bedel ödemiş olacak.

“Rusya yönetimi uzun vadeli ekonomik savaşa hazırlanıyor”

-Avrupa ülkelerinden peş peşe ekonomik yaptırım kararları çıktı, Rus bankaları uluslararası ödeme sistemi SWIFT’ten çıkarıldı. Rusya ekonomisi bu yaptırımları kaldıracak kapasitede mi? Yaptırımların Rusya’ya uzun vadede maliyeti ne olur? Diğer yandan Rus gaz ve petrolünün dünyaya akışı devam ediyor, bu kısıtlama olmadığı halde Avrupa ülkelerindeki temel gıda ürünlerinde Euro’ya yansıyan bir fiyat artışı var. Savaş ekonomisi Avrupa’yı da vuracak mı?

-Rusya’nın yaptırımlara kısmen bağışıklığı var. Fakat bu kez Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un ifadesiyle 5 binin üzerinde yaptırım kararıyla büyük bir tsunami yaratıldı. Sanırım Rusya’nın öngördüğü ve göğüslemeyi göze aldığının katbekat fazlası bu. Rusya’nın 650 milyar dolarlık rezervine bel bağladığına dair çok yorum yapıldı. Halihazırda Rusya ekonomisini ciddi olarak etkileyen bir süreç işliyor. Fakat bunun Avrupa başta olmak üzere dünya ekonomilerine olumsuz yansımaları da tersten savaşın bitirilmesi yönünde tüm taraflar üzerinde bir baskı oluşturuyor. Avrupa’ya doğalgaz ve petrol akışı aynı seviyede devam etmesine rağmen fiyatlar tırmanışta. Tahıl, gübre ve değerli madenlerin arzındaki düşüşe paralel olarak fiyatlar artıyor. Avrupa’nın dev firmaları arasında üretime ara vermek zorunda olanlar var. Bu işin bir tarafı. Diğer yandan Rusya yönetimi uzun vadeli ekonomik savaşa hazırlanıyor. İthal ikameci siyasete dönüşün artması bekleniyor. Rusya büyük bir coğrafya ve krizlere dayanıklılığı diğer Avrupa ülkeleriyle ölçülmeyecek oranda yüksek. Elbette liberal-kapitalist sisteme geçildiğinden beri üretim modelleri ve tüketim alışkanlıkları çok değişti. Kremlin’in öngördüğü ekonomik savaşa Rus halkını ne kadar koşullandıracağı konusunda şüpheler mevcut. Şimdilik bir savaş hazırlığı var ve bundan ne kadar başarıyla çıkacaklarını öngörmek zor. Bu biraz da Çin, Hindistan ve Türkiye gibi kapıların ve büyük ekonomilerin Rusya için ne kadar işlevsel olacağına, Batı’nın alternatif kaynaklara ulaşmada ne kadar mesafe alacağına bağlı.

“Çin ile Rusya’nın Amerikan karşıtlığında buluşması Washington için bir felaket senaryosu”

-Çin’in izlediği siyasetin Rusya’nın işini kolaylaştırdığı ve ABD’nin Pekin’i Ruslara nefes borusu olmaması yönünde baskı altında tutmaya çalıştığı görülüyor. Çin’in rolü Rusya açısından ne kadar kritik?

-Geleneksel olarak ABD, Çin ile Rusya arasındaki sorunların canlı kalmasından yanaydı. Amerikan stratejisi düşman olarak gördüğü bu iki gücün kendi aralarındaki soğukluk ya da husumetten yararlanıyordu. Bunların Amerikan karşıtlığında buluşması Washington için bir felaket senaryosu. Fakat Amerikan yönetimi Çin ve Rusya’yı çevreleme siyasetini stratejik doktrinin merkezine oturtunca Pekin-Moskova yakınlaşması hızlandı. Rusya’nın daha önce yaptırımlara maruz kalması üzerine Çin, Hindistan ve Pakistan gibi ülkelere ağırlık verdi. Çin’e satılmayan stratejik silahlarla ilgili çekinceler bir kenara bırakıldı. S-400 satışı bunun en çarpıcı örneğiydi. Çin’in enerji ve hammadde ihtiyacı açısından Rusya rotası öne çıktı. Karşılıklı stratejik anlaşmalar imzalandı. İlk kez savaştan hemen önce Çin ve Rusya ortak bir açıklama ile NATO’nun genişlemesine karşı çıktı. Bu Rusya açısından önemli bir duruştu. Tabii Çin, Rusya’nın zor duruma düşmesinden azami ölçüde faydalanacaktır. Buna karşın Çin, ABD’yle ticaret savaşının kızışmasını da istemiyor. Bu yüzden Rusya için ilişkilerini yakmak gibi bir savrulma da görülmüyor.

“Türkiye AB, ABD ve İngiltere’nin yaptırım kararlarına benzer önlemler almadı. Bu Rusya’nın Türkiye’yi nefes borusu olarak kullanabileceği anlamına geliyor”

-Türkiye izlediği siyasetle Batılı ortaklarından ayrışıyor. Türkiye’nin pozisyonu nasıl yorumlanabilir?

-Erdoğan yönetimi epey zamandır Rusya’yı ABD ile, ABD’yi Rusya ile dengelemeye çalışan tahterevalli siyaseti güttü. Ukrayna’da bu durum kendini fazla ele verdi. Esasen NATO’nun Rusya’yı çevreleme planında Türkiye öncü bir role sahip. Ukrayna özelinde Türkiye’nin katkısı çok müstesna bir seviyede. Şöyle ki savaştan önce Türkiye ile Ukrayna arasında silahlı insansız hava araçlarının (SİHA) satışı ve ortak üretimine ilişkin önemli anlaşmalar imzalandı. Anlaşmalar Ukrayna’ya 24 adet Bayraktar TB2 satışını öngörüyordu. Bu Rusya’yı çok kızdırdı. Türkiye ayrıca Kırım’ın Rusya’ya iltihakını reddedip Kırım’ın geri alınması hedefini sloganlaştıran Kırım Platformu’nun oluşumuna katkı sundu. Bu savaşta Bayraktarların rolüne ilişkin hem Kiev hem NATO’dan açık övgüler geliyor. Fakat burada tekdüze bir siyasetten söz edilemez. Diğer tarafta Türkiye Kırım nedeniyle Rusya’ya uygulanan ambargolara katılmadı. Dahası Ankara, Ukrayna hattını baypas eden Türk Akımı Boru Hattı önerisini kabul ederek Rusya’nın oyununa ortak oldu. Bu çelişkili duruma rağmen Erdoğan sürekli olarak Batılı ortakları Kırım için gerekeni yapmamakla eleştiriyor. Bu savaşla birlikte Türkiye çok kritik bir eşiğe geldi. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni uygulayarak savaş gemilerinin boğazlardan geçişini yasakladı. Kitabına uygun olarak 19’uncu maddenin uygulanmasına Rusya’nın itirazı yok. Çünkü madde doğru bir şekilde uygulandığında Ukrayna’ya yardıma gidecek NATO güçlerinin gemileri de geçemeyecek. Rusya’nın Karadeniz Filosu yeterli, eksiğine Hazar Denizi’ndeki filoyu 1950’lerde inşa edilen nehir kanalıyla Azak Denizi’ne, oradan Kerç Boğazı’ndan Karadeniz’e indirebiliyor. Yani Türkiye boğazlardaki uygulama ile esasen Rusya’yı gücendirmiş olmadı.

Yine Türkiye AB, ABD ve İngiltere’nin yaptırım kararlarına benzer önlemler almadı. Bu, Rusya’nın Türkiye’yi nefes borusu olarak kullanabileceği anlamına geliyor. Yani Ukrayna siyasetiyle Rusya’yı kızdıran Ankara, Batılılardan ayrışan siyasetiyle Moskova nezdinde durumu dengeliyor. Bu siyaset, krizde arabuluculuk yapma imkânı da sunuyor. Şimdilik büyük bir başarıdan söz edilemese de mantıksal olarak bu çelişkili politikanın Erdoğan’a manevra alanı açtığı, kendi diplomatik tecridini zayıflattığı söylenebilir.

“Putin Rusya’nın bütünlüğüne yönelik tehdidi bertaraf etmek için savaşın zaruri olduğu savına kitleleri inandırabiliyor”

-Dünyanın kalanında olduğu gibi Rusya’da da savaş karşıtı eylemlerin haberleri geliyor, bunlar medyaya yansıtıldığı kadar etkili veya büyük ölçekli eylemler mi? Rusya halkının gerçekliğini yansıtıyor mu?

-Elbette baskı ve tehdit mekanizmalarının etkili olduğu bir ülkede insanların savaşa karşı seslerini yükseltmesi çok değerli. 100’ün üzerinde gazeteci Kremlin’e dur dedi; ki bunların bir kısmı devlet medyasında çalışıyor. 200’ün üzerinde aydın benzer bir tepki verdi. Gösteriler yayıldı. Bunlar çok önemli. Fakat biz Rusya’nın daha çok liberal ve Batı ile etkileşim içindeki kanatlarının itirazlarına odaklanıyoruz. Geri kalan kesimlerin hissiyatını görme konusunda gerçekçi bir çalışma yok. Ne kadar doğru olduğunu bilemiyorum ama savaşın ilk aşamasında Putin’in kararlarına destek yüzde 50 civarındayken yaptırımlar yağmur gibi yağmaya başladığında destek oranı yüzde 70’lere çıktı. Putin, Rus kamuoyunu etkileyebiliyor; Rusya’nın bütünlüğüne yönelik tehdidi bertaraf etmek için savaşın zaruri olduğu savına kitleleri inandırabiliyor. Ağır bedellere rağmen Rus halkının devletin bekası için savaşı meşru gören eğiliminin kendini tekrarladığı görülüyor. Tabii savaş uzar, Ukrayna bir bataklığa dönüşür, ekonomi tamamen çöker ve bu minvalde felaket senaryosu gerçeğe dönüşürse durum değişebilir.

-Kuzey Kafkasya’dan da savaşa gidenlerin olduğu ve kayıplar verildiği söyleniyor. Büyük kayıplar mı, bu bilgilerin doğruluğu nedir?

-Bu konuda sağlıklı bilgilerin olmadığını düşünüyorum. Belli bölgelere cenazeler ulaşmaya başladı. Savaş devam ettiği ve lojistik akışta ciddi tökezlemeler yaşandığı için kayıplarla ilgili tablo hâlâ belirsiz. Rusya resmi olarak da kayıp bilgilerini paylaşmıyor. İlk iki haftada Kafkasya’dan yüzlerce insanın öldüğüne dair haberler gelince kendi kanallarından teyit etmeye çalıştım ama rakamların abartılı ve manipülatif olduğunu gördüm. Ortada ciddi bir bilgi eksikliği varken rakam telaffuz etmek doğru değil. Mesela Dağıstan’dan 150 kişinin öldüğü söyleniyor. Ne “Olmaz” diyebileceğimiz ne de “Doğrudur” diyebileceğimiz bir tablo mevcut.

“Zelenski, NATO hedefinin hayal olduğunu belirterek bu konudaki şartı karşılayacaklarının sinyalini verdi”

-Sıcak savaş hali daha kadar sürer? Yakın gelecekte olası bir barış tesisi mümkün mü? Uluslararası siyasette ve hukukta nasıl sonuçlar getirecek?

-Savaşın ne kadar süreceğini savaşı başlatanların da bildiğini sanmıyorum. Taraflar arasında teknik heyetlerin yürüttüğü müzakereler devam ediyor. Bir-iki haftaya sonuç almaktan bahsediyorlar. Zelenski, NATO hedefinin hayal olduğunu belirterek bu konudaki şartı karşılayacaklarının sinyalini verdi. Türkiye tarafı Kırım ve Donbas ile ilgili liderler düzeyinde bir görüşmede netice alınabileceğini belirtiyor. Çok zorlu konular. Sanırım Rusya’nın masaya ciddiyetle oturmak için beklediği sahadaki ilerleme düzeyi henüz yakalanmadı. Azak Denizi’ni tamamen çevirmek için Mariupol’ü düşürmeye çalışıyorlar. Diğer tarafta Karadeniz’de benzer bir senaryodan gittikleri anlaşılıyor. Orada da Kırım’ın kuzeyinden geliştirilen harekât Herson’dan sonra Mikolayiv’de durdu. Buradan sonra hedefin Odessa olacağı anlaşılıyor. Bu hat çevrildiğinde Ukrayna’nın denizle ilişkisi kesilmiş olacak. Rusya’nın bunu başardığı takdirde kendi koşullarını dayatabileceği hesabı yaptığını sanıyorum. O yüzden de savaş uzuyor. Batı tarafından da Rusya’nın işini zorlaştıracak silah yardımları sürüyor. Bu durum savaşın sürmesini besliyor. Netice olarak Ukrayna bir yıpratma savaşının kurbanı.

Kaynak: Jineps

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org