Hegemonik erkekliğin sunduğu ideal profil: ‘Erkek adam’

Erkek bedeninde dünyaya gelen hiçbir bebek dünyanın pipisi etrafında döndüğü fikrine sahip değildir. Bu fikir ataerkil dünya tarafından sonradan dayatılır oğlan çocuklarına.

Son 16 Yılda “Azcık Ucundan” Militarizm

Ağustos 12, 2018
Erkek bedeninde dünyaya gelen hiçbir bebek dünyanın pipisi etrafında döndüğü fikrine sahip değildir. Bu fikir ataerkil dünya tarafından sonradan dayatılır oğlan çocuklarına. Eğer oğlan çocuğu da bu dayatmayı içselleştirirse bundan sonrası ile hegemonik erkeklik ilgilenir. Hegemonik erkeklik ise kısaca, erkekler için bir ideal tanımı ortaya koyan ve bu ideal erkeğin dışında kalanları ataerkil hiyerarşi kapsamında kendisinden aşağıda konumlandıran bir olma biçimidir. Hegemonik erkeklik ataerkil toplum yapısının olmazsa olmazlarındandır. Ataerkil toplumların, yani neredeyse tüm dünya toplumlarının, rol model olarak sunduğu bir hegemonik erkek ideali vardır. Ufak tefek farklılıkları olsa da rol model teşkil eden profillerin yapıtaşları aşağı yukarı aynı. İsimleri dahi çok benzerlik gösteriyor. Örneğin hegemonik erkekliğin sunduğu ideal profil İngilizcede real man (gerçek adam), Fransızcada l’homme viril (erkeksi adam) diye geçer. (Aynı ideali tanımlayan başka ifadeler de vardır ancak en yaygın olanları yazmaya çalıştım.) Türkçedeki karşılığına ise ‘erkek adam’ denk düşer diyebiliriz.

Peki kimdir erkek adam? Eminim ki herkesin zihninde bir erkek adam tipi mevcuttur. Zihnimizde canlananlar arasında kültüre, eğitim seviyesine, yaşanılan coğrafyaya, gelir düzeyine vb. etkenlere bağlı olan nüanslar vardır belki. Ama tahmin ediyorum ki hemen hiçbiri sünnetsiz değildir. Çünkü erkek adamın karşımıza çıkan başlıca özelliklerinden biri sünnetli olduğudur. Üstelik sünnet, erkek adam olabilmenin en eski koşullardan biridir. Bu topraklardaki erkekliğin yüzyıllardır mihenk taşıdır, adeta amentüsüdür. Ancak bu sabit kalacağı veya evrilmeyeceği anlamına gelmez. Çünkü hegemonik erkeklik ideali toplumdan topluma değişkenlik gösterdiği gibi aynı toplumda da zamanla başkalaşabilir. Zaman içindeki bu değişiminde ise konjonktür çok önemli bir faktördür. Nitekim sünnet de hegemonik erkeklik kavramı kapsamında 16 yıllık AKP iktidarından nasibini almış ve form değiştirmeye başlamıştır.

Tıp literatüründe genetik sakatlanma olarak geçen sünnetin tarihçesine çok kısaca bakacak olursak, ataerki öncesi toplumlarda, biyolojik cinsiyet fark etmeksizin, genetik sakatlanma işlemine dair bir iz yoktur.* Sadece bu bilgi dahi sünnetin erkek egemen bir gelenek olduğunu söyleyebilmek için yeterli sanırım. Neredeyse tüm dünyada tıpçılar, sünnetin sağlık için gerekli olmadığını söylerler ama toplumumuzda aileler çocuklarının beden bütünlüğünü ihlal etmeye pek kararlıdır. Bir de ortada kutlanacak bir şey varmışçasına davul zurna eşliğinde göbek atarlar bu olay için. Erkekliğe adım atılan kutsal günde anlı şanlı törenler düzenlenmesinin ataerkil kültürün inşasındaki rolü zaten aşikar. Ancak son 10 yıla denk düşen bir zaman diliminde bu törenler tema değiştirmeye başladı. Tema değiştiren bu düğünler erkek egemen toplum yapısını besliyor diye eleştirdiklerimizi mumla aratacak cinsten. Ultra über süper, bir acayip erkeklik ideali ile karşı karşıyayız.

Yeni nesil genetik sakatlama partilerini henüz görmediyseniz “Osmanlı usulü sünnet düğünleri” şeklinde bir internet araması yapmanız yeterli. Arattığınız takdirde birçok görsel kaynak ile karşılaşacaksınız. Farklı mekanlar, farklı ekonomik seviyeden aileler, farklı çocuk bedenleri ancak hepsinin işleyişi neredeyse aynı: elinde kılıcıyla at üstünde sahneye teşrif eden 5-10 yaş aralığındaki çocuklar ve onların etrafında dönen şatafatlı bir organizasyon. Bu organizasyona Yeniçeri üniforması giymiş cast ekibi, tahtırevan, Türk ve Osmanlı bayrakları, mehter takımı ve daha niceleri de dahil. Bazı aileler düğünün yanı sıra bir de sünnet mevlidi düzenliyor. Onda ise semazenler var. Gözünüzde rahatlıkla canlanacağı üzere ise her şey altın varaklı.

Organizasyonun şatafatı ailenin maddi durumuna göre değişkenlik gösteriyor. Meğer bu iş için epey sayıda şirket kurulmuş. Kostümlü cast ekibi, tahtırevan, macuncu ve ortam elverişli ise at, şirket tarafından ayarlanıyormuş genellikle. Mehter takımlarının günlük kirasından nasiplenense belediyelermiş. Öğrendim ki il ya da ilçe fark etmeksizin hemen her belediye bir mehteran ekibi oluşturmuş son 7-8 yıl içinde. Belediyeler sünnet, nişan, düğün veya dükkan açılışı gibi günler için vatandaşa kiralıyorlarmış şanlı mehteranı. Maliyeti de internetten bakabildiğim kadarıyla biraz tuzluymuş. “Parası olmayan aileler düğün yapmıyor mu?” sorusu akla gelebilir. Merak etmeyiniz, yerel yöneticiler bunu da düşündü. Toplu sünnet şölenleri de benzer bir tarzda düzenleniyor. Parti fark etmeksizin belediyelerimiz, ‘şölenler’ mehteransız kalmasın diye canla başla çalışıyorlar, sağ olsunlar.

Yazımı yazmaya karar verdiğimde, yukarıda bahsettiğim tarzda yapılmış düğünlere ait birçok video izledim. Benim için en çarpıcı olanı son derece lüks bir otelin havuzbaşında sergilenen bir müsamereydi. Bu sünnet düğününde Ertuğrul Gazi’li dizinin çekiminden teri soğumadan gelmiş izlenimi yaratan ajans oyuncuları var. Bir kısmı Yeniçeri bir kısmı da Tapınak Şövalyesi üniforması giymiş. Yeniçerilerimiz Tapınak Şövalyelerini bir güzel şamarlayıp havuza döküyor. Sonra (ismini elbette anmayacağım) ‘Sultan Çocuk Han’ hazretleri anons ediliyor ve sahneye at üstünde teşrif ediyor. Sultan Çocuk Han, elindeki hançeri düşmanın böğrüne saplamak suretiyle gavuru havuzun klorlu sularındaki ebedi yolculuğuna gönderiyor. Tüm davetliler, otelimiz, milletimiz bu hainlerden arınarak (hem de klorlu sularla), rahat bir nefes alıyor.

Düğünü böyle olan sünnet çocuğu, 23 Nisan’da başbakancılık oynayan yaşıtları misali, pipisinden alınan et parçası karşılığında günübirlik padişahçılık oynuyor. Büyükleri bedeni üzerindeki iktidarını kısıtlarken çocuk da görkemli bir merasimle iktidarın tadına bakıyor. Az şey değil, iktidar. Hal böyleyken çocuk pipisine ne kadar minnettar olsa yeridir. “Uzuv işte, ne var bunda?” deyip geçme şansı yok artık. Etrafındaki herkes ona, istese o uzuv sayesinde yeri yerinden oynatacağını söyledi. Üstelik yeri yerinden oynatırken nasıl bir imaja sahip olması gerektiğini bile detaylıca anlattılar. Gavurları öldür, ata bin, ecdadının torunu olduğunu unutma, kız gibi ağlama, gösterişli ol, silahını elinden belinden eksik etme…

Erkek bedenine ilişkin cinsel sağlık sorunlarından iktidarsızlık, erkeğin ilk cinsel deneyimden milli olmak, askerliğe elverişli olmama halinden çürüklük diye bahseden bu kültürün, erkeklik, militarizm ve iktidar arasında kurduğu bağı görmek zor değil elbette. Türkiyedeki hegemonik erkeklik idealinde militarizmin temel kavramlardan biri olduğu ortada. Yeni nesil sünnet düğünleriyle birlikte ise her seferinde militarist erkeğin iktidarı fikri, bireyler bazında ve maalesef henüz çocuk yaşta inşa ediliyor. İçinde yaşadığımız toplumda hegemonik erkekliğin oluşturulmasına temel teşkil eden süreçlerden en önemli ikisinin, yani sünnet ve askerliğin, mevcut siyasal ortamda bu sünnet düğünleriyle harmanlanışını görüyoruz. Erkekliğe adım atılırken yeniçeriler ve kılıçlar eşliğinde militarizm provası da aradan çıkartılmış oluyor.

Pipi ‘azcık ucundan’ kesiliyor ama politik atmosferin uygun gördüğü erkek adam profili köküne kadar dayatılıyor. Çocukların örnek gösterilen bu rol modeli benimsemesi hakim kültüre oryantasyon sürecinin bir parçası olarak yorumlanabilir aslında. Hakim kültür ise bireyin toplumla olan ilişkisini ‘ben ve diğer insanlar’ olarak kurmasına izin vermiyor. Her geçen gün daha da faşizan bir hal alarak ‘biz ve bizden olmayanlar’ haricinde başka bir ilişkilenme biçiminin uygun olmadığını söylüyor. Bu törenlerle “Bizden olmayan varlığımız için tehdittir.” şiarını, düşmanları havuza döktürerek pekiştiriyor çocuk zihninde. Hakim kültürün ‘bizden olmayanlar’ dediği kesim azınlıkmış gibi bir illüzyon yaratılsa da epey geniş aslında. Toplumsal cinsiyet rolleri çerçevesinde hegemonik erkekliğin dışında kalan veya kadınlık kavramı altında kategorize edilenler de ‘bizden olmayanlar’ bünyesinde konumlandırılıyor. Mesela Tapınak Şövalyesine hançer saplayan çocuk büyüyüp erkek adam olursa “ibne” komşusunu linç etmeyi pekala kendinde hak görebilir . Çünkü ibne, erkekliğin altın tepside kendisine sunduklarını reddeden bir bizden olmayandır ne de olsa. Aynı çocuk hiyerarşik olarak onlardan üstün olduğunu varsaydığı kadınların bedenlerini kendi malı belleyip “O saatte dışarıda ne işi varmış?” diyebilir yahut namus bahanesiyle cinayet işleyebilir.

Sonuç olarak bu ayrımcı ve düşman tavrı benimseyen birey, kendi değer yargıları dışında kalan canlı cansız ne varsa hepsine düşman kesilir. İşte bu noktada militarizm kaçınılmaz hale gelir. Sünnetinde Yeniçeriler, mehteranlar, kılıçlar eksik edilmezken karı gibi savaştan veya şiddetten uzak durmayı erkekliğine yediremez. Hegemonik erkeklik de bu numaraları yemez zaten. Çünkü antimilitarizm pasifist bir tavırdır ve pasif olan her şey gibi kadınlığa aittir. Kadınlığa yaraşır davranışlar sergilenemeyeceğine göre de elbette militarist olunmalıdır. Üstelik militarizme de (ironik sayılabilecek şekilde), pasiflik kavramı üzeriden meşruiyet kazandırılmaya çalışılır. “Elimiz silah tutmazsa istikrarımıza halel gelir, bacımızın kızımızın ırzına geçerler!” gibi hayali tehlikeler yaratılır. Sanki kız çocukları toplumun 3 maymun performansı eşliğinde kardeşlerini doğurmuyormuş gibi, dalga geçercesine kadınların güvenliği bahane edilir.

Militarizm askeriye ile sınırlı tutabileceğimiz bir kavram değil. Murat Belge’nin de isabetli belirttiği gibi, “Militarizm bir ideoloji ve aynı zamanda bir pratiktir. Militarizm genel bir yaşama uslübudur.” AKP iktidarının ilk yıllarında yaygın olan ‘ordunun sivilleşmesi hedefi’ söylemleri akla geliyor ister istemez. Bahsedilen sivilleşme, silahların ve şiddetin sokağa inmesi anlamına geliyormuş, onu gördük. Bu ideolojinin bir pratik olarak semtimize uğramasına tanıklık ediyoruz her gün. Yakın zaman önce Bursa’da muhtarlarla atış talimi yapıldı. Bireysel silahlanmaya ket vurulacağına yıllık mermi alım limiti 200’den 1000’e çıkartıldı. Devletin kanalında yayınlanan hamasi dizilerde kafa kesme destansılaştırılırken sessizlik komplosunu bozmak için Beyaz Show’da çocuklar ölmesin diyen Ayşe Çelik cezaevine konuldu. Boğaziçi Üniversitesi’nde katliamın lokumu olmaz diyen öğrenciler tutuklandılar. Gündemden düşen, unutulmaya yüz tutmuş daha niceleri vuku buldu. Hem de günlük rutinimizin bir parçası olarak yaşandı bunlar.

Militarizmin iktidar tarafından bir yaşama uslübü olarak kafamıza dayatıldığı bu atmosferde kaçınılmaz olarak savaş her yerde. Savaş üllkenin sınırında, ataerkil toplumun yaşam tarzı bahanesiyle kadınları ve queer bireyleri maruz bıraktıklarında, barış istediğini söyleyen insanlara yaşatılanlarda, çocuk bedenine dokunulmaması için mücadele vermek zorunda kalışımızda ve belki de en trajikomik haliyle sünnet düğünlerinde…

Savaşın açtığı yaralar, askeri başarısızlıklardan sonra sosyal mastürbasyon niyetine çekilen popülist filmlerle sarılamaz. Savaş, insanın eti kesen cinsten çıplak bir gerçeklik. Üstelik bu gerçeklik burnumuzun dibinde. Elini kolunu bize doğru sallayarak tehditler savuruyor. Topun ağzında ise her zamanki gibi ‘bizden olmayanlar’ var.

*(Mustafa Diktaş, Sünnet Davetiyerlerine Feminist Antropolojk Bir Bakış)

Kaynak: kedaykonseyi

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org