hayal meyal hatırladığım 15 yaşında bir çocuğun televizyonda “hrant dink öldürüldü” başlıklı bir habere ve haberdeki üzeri beyaz bir örtüyle örtülmüş birisinin altı delik ayakkabılarına ne olduğundan bihaber bakışları. o zamanlar 15 yaşındayım ve milliyetçilikle gerçek anlamıyla belki de ilk kez tanışmıştım. 15 yaşındaki bir çocukta oluşan şoktan ziyade soru işaretiydi. hrant dink kimdi ve neden öldürülmüştü?
o zamanlar ermeni benim için sadece sivaslı ailemin, akrabalarımın küfürlerindeki bir figürdü sadece. o zamanlar izmir aliağa’dayım. sivas’tan ben çok küçükken yerleşmişiz aliağa’ya. ailem alevi. ve türk. babam zamanla normal karşıladığımız üzere “arada sırada” kaza geçiren gemi sökümü’nde bir işçi. anlayacağınız üzere solculuğa yakın kemalist bir çevrede büyüdüm. işçilikten değil de daha çok alevilikten mütevellit. örneğin avukat olmamın sebebi işçi çocuğu olarak “garantisi olan bir meslek olsun” demenin dışında büyük ihtimal grup yorum’un “şarkışla” ağıtındaki “olayıydım olayıydım/okur-yazar olaydım/deniz mahkemeye düşmüş/avukatı ben olaydım/yusuf mahkemeye düşmüş/avukatı ben olaydım” sözleri. grup yorum dinlediğimize bakmayın, ailemin solculuğu işçilikten çok da kaynaklanmıyor.
hrant dink’in öldürülmesi benim hayatımın kırılma noktalarından. birden aydınlandım, milliyetçiliğe karşı oldum anlamında söylemiyorum bunu. sadece kişisel d’evrimim başlangıç aşamasındaydı. hrant dink ismi artık bende bir yer edinmişti. örneğin internette iyice içli dışlı olmaya başladıktan sonra hrant dink’in birgün’de çıkan yazılarını teker teker telefona kaydedip okuduğumu hatırlıyorum.
okuduğum ilk iddianame, hrant dink davasının. hrant dink davası derken hakkında 301’den açılan davaları kastetmiyorum. mahkemenin hrant’ın öldürülmesinin arkasında örgüt bulamadığı dava. daha doğrusu işte bildiğimiz isimler yasin hayal, erhan tuncel, hrant’ı vurduğunda 18’inden küçük olan ogün samast ve diğerlerinin bir örgüt oluşturmadığına karar veren mahkemeye sunulan iddianame. burada asıl anlatmak istediğim hrant’ın davası değil. ilgilenenler fethiye çetin’in utanç duyuyorum kitabına bakabilir.
vicdani ret benim ve birçok vicdani retçinin iddia ettiği gibi sadece zorunlu askerliğin reddi değil. çoğu vicdani retçinin reddetmesinde anti-militarist bir bakış açısı var. benim için de vicdani retle reddettiğim tek şey zorunlu askerlik değil, militarizm ve milliyetçilik de. ordunun, milliyetçi söylemin en üst perdeden dillendirildiği bir yer olması vicdani ret gerekçelerimin başlıcası. ordu militaristtir ve ben bir antimilitaristim. vicdani reddin kabul olmasıyla söylediğim tüm bu şeyler birden yıkılmayacak. ancak toplumsal ayağı muhteşem bir darbe yiyecek. yüzbinlerin adam olarak ölme ve öldürme eğitimine katılmaması hayal ettiğim antimilitarist gelecek için çok önemli.
rakel dink’in, eşinin ellerinden koparılmasından sonra sevgilisine mektubunda yazdıkları benim en çok aklımda kalan: “Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim…”
bana göre de bu karanlık düzenin en büyük araçları militarizm ve milliyetçilik. adalet bir gün sağlanacak mı? dava sonucunda sağlanamayacağı kesin. hrant dink geri gelmeyecek. milliyetçilik ve militarizmi yok edebildiğimizdeyse bir nebze.
yazının başında hrant dink’in askerde çekilmiş bir fotosunu gördüğünüzde şaşırmış olabilirsiniz. hrant dink soykırımdan kurtulup türkiye’de kalabilmiş ermenilerin birçoğu gibi askerliğini yaptı yıllar öncesinde. ve zorunlu askerliğini yapan herkes gibi onun da bir askerlik anısı var. kendi kaleminden, şöyle: “Ermeni olduğum için hayatımda birçok ayrımcılık yaşadım. Bunlardan biri de askerlik yaparken oldu. Devremdeki tüm arkadaşlarıma yemin töreninden sonra erbaş rütbesi taktılar ve bir tek beni ayırıp er olarak bıraktılar. İki çocuk sahibi koca bir adamdım, umursamamam gerekiyordu belki. Amma velakin fena koymuştu bu ayrımcılık. Tören sonrasında herkes ailesiyle mutluluğunu paylaşırken, teneke barakanın arkasında tek başıma saatlerce ağladım. Elimde tuttuğum anahtarı, ağladığım duyulmasın diye oluklu tenekeden barakaya sürtüyordum yürürken. Bir o yana, bir bu yana yürüdüm, yürüdüm ve ağladım.”
ermeni olduğu için tsk’de zorunlu askerliğini yaparken zulüm gören tek kişi hrant dink değil. ermeni soykırımı anma günü olan 24 nisan 1915’in yıldönümünde bir ermeni, zorunlu askerliğini yaparken “kazayla” öldürüldü. sevag şahin balıkçı. sevag şahin’in öldürülmesinden sonra açılan davada kayda değer bir gelişme yok. delillerin toplanma sürecinde hukuka aykırı işlemlerin yapıldığı gibi tanıklara baskı yapıldığı bir tanığın beyanlarıyla gözler önüne serildi. tutuksuz yargılanan sanık hakkında bilinçli taksirle adam öldürmekten dört yıl beş ay on gün hapis cezası verilmişti. yargıtay’a giden dava yargıtay’dan bozularak döndüğü için davanın görülmesine tekrar başlanacak. Bir sonraki duruşma da 27 şubat’ta.
birçok şüpheli asker ölümü gibi bu ölüm de gizlenmeye, unutturulmaya çalışılıyor.
sevag şahin’in annesinin onun için söylediği sözlerini de aktarmak gerekir: “Evimizin neşesiydi. Askere istemeden gitti. Bütün bunlar tam 24 Nisan’da ve bayramda olunca başka bir şey düşünemiyoruz. Önce mezhebimize bakılıyor sonra insan olmadığımızı düşünüyorlar sonra öldürülüyoruz. Belki sanatıyla tanınacaktı ama buna fırsat vermediler. Kendi gibi yüz yıl önce giden sanatkârlar gibi toprağa verildi”
Tanıkların ifadelerinin değiştirildiğini söyleyen anne Balıkçı, şunları anlattı; “Bize demek istedikleri Sevag suçlu. Ne işi vardı tüfeğin önünde. Vururum seni tombulum demişlerdi. Havada kaldı. Çörek istedi. Son yediği çörek olsun dediler. İspatlayamadık. Ermenistan’la savaş çıksın ilk seni öldüreceğiz dediler. İspat edemedik.”(1)
yarın “söz konusu vatansa gerisi teferruattır” ahlaksızlığına karşı “hepimiz hrant’ız, hepimiz teferruatız” diyen arkadaşlarım, dostlarımla olacağımı belirteyim. yine bir teferruat olarak görülen sevag şahin’i bir kez daha anmak istedim bu yazıyla.
hrant dink’in agos’ta çıkan “ruh halimin güvercin tedirginliği” başlıklı son yazısından bir kesitle yazımı bitireyim:
“Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak.
Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım?
Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.
Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.”
(1)Uygur Gültekin, Gerçeğe Ulaşamadık, Agos, http://www.agos.com.tr/tr/yazi/4679/gercege-ulasamadik
Gökhan Soysal: VR-DER Yönetim Kurulu Üyesi / Vicdani Retçi
* 8 Ocak 2015’te yayınlanmış olan bu yazıyı tekrar yayınlıyoruz.