Tara Tabassi (War Resisters League) ve Andrew Dey (War Resisters’ International)
Fotoğraf: Endonezya’nın “Combat 88” militarize polis birimi
Anti-militarist aktivistler olarak, silah endüstrisinde ve militarist planların gerçekleştirilmesinde polis kuvvetlerinin etkilerini görmekteyiz. Polis kuvvetlerinin dünyanın çeşitli yerlerinde ve çeşitli durumlarda nasıl çalıştıklarını anlamak, anti-militarist aktivistlerin polis kuvvetlerini toplum içinde denetim altında tutabilmeleri için büyük önem taşımaktadır. Polis kuvvetleri genellikle toplumdaki adil olmayan güç dağılımını muhafaza etmek doğrultusunda hareket ederler. Özellikle egemen sisteme yönelik tehdit artınca bir sosyal kontrol aracı olarak çalışırlar ve militarizasyon etkilerini daha da arttırır. Militarizm sadece silahlar, zırhlı tanklar ve iha’lar değildir, aynı zamanda bir ruh hali ve düşünce yapısıdır. Militarist düşünce yapısı birçok polis kuvvetlerinde yerleşmiştir ve toplumlarımıza karşı uygulanan polis şiddetini büyük ölçüde arttırmıştır.
“Eğer bir kişi polislik faaliyetlerinin aslında ne olduğunu, yani devletlerin zor yoluyla yasaları uygulatma, toplumsal kontrol ve kültürel hegemonya sağlamak için yaptığı uygulamalar olduğunu görebilirse; o kişi kolaylıkla asıl amacın polisliği daha da geliştirmek yerine polislik faaliyetlerinin hayatlarımızdaki rolünü azaltmak olması gerektiğini de görebilir.”
Rachel Herzing, Oakland, U.S.
Bu makalede polis kuvvetlerinin dünya genelinde nasıl bir militarizasyon sürecinden geçtiğine dair örnekler bulunmaktadır. Polis militarizasyonu nedir? “Militarize olmak” teknik olduğu kadar sosyal ve psikolojik bir süreçtir. Militarize bir dünya görüşü, farklılığı bir tehdit olarak algılar ve şiddetin (çoğu zaman aşırı boyutta) temel karşılık verme yöntemi olduğuna inanır. “Terörle mücadele” ve “uyuşturucuyla mücadele” söylemleri ile çeşitli durumlarda devletler vatandaşlarına düşman askeri muamelesi yapmıştır. Polis ile ordu arasındaki ayrım belirsiz durumdadır. Polisliğe yerleşmiş olan militarize düşünce yapısı aşağıdaki gibi özetlenebilir:
* gerginliği maksimum seviyeye çıkarmak her zaman bir çözümdür.
* polis kuvvetleri kontrole, tehdide ve güç kullanımına, korku ekmeye güvenir.
* bir ülkedeki fakirler, etnik azınlıklar veya politik aktivistler düşman olarak görülür ve canavarlaştırılır.
* polis kuvvetleri son derece disiplinlidir, mutlak hiyerarşi vardır.
Silah şirketleri yeni silahlar ve pazarlama stratejileri ile süreci beslemektedirler. Şu anda silah endüstrisi ile polis ve güvenlik birimlerini bir araya getirmeyi hedefleyen çok sayıda uluslararası ticaret fuarları kurulmaktadır. Diğer taraftan, şirketlerin uluslararası olması bizlerin direniş hareketlerine de yansımış durumda. Ferguson‘daki siyahi halka 2014 yılında militarize güçler ile karşı saldırılmasının ardından, yüzlerce Filistin’li, Amerikan aktivistleri sosyal medya aracılığıyla biber gazına karşı nasıl direnileceği konusunda destekledi.
Amerika’daki militarize polis Ferguson’daki protestolara karşılık veriyor.
Kitleler tarafından iklim değişiklikleri, ekonomik eşitsizlik, nüfus artışı ve kaynakların kontrolü için olan çatışmalara vurgu yapıldıkça; devletlerin yerel polis ve diğer güvenlik güçlerini militarize etme yoluna gitmeyi seçeceklerini görmek çok kolay. Ekonomi, ırk ve cinsiyet konularında adalet talep eden hareketler organize olmaya devam ettikçe, militarize edilmiş polisleri halkları kontrol ve baskı altında tutmak için protestolarda görmeye devam edeceğiz.
Sokaklarda militarizasyon ağır silahlar ve aşırı şiddet kullanımı şeklinde görülüyor. Polis kuvvetleri tarafından kullanılan silah ve donanımlar devlet baskısının ve sosyal hiyerarşinin kaba kuvvet aracılığıyla korunması eğilimine işaret ediyor. Şiddet içermeyen eylemlerimizde ve başkaldırılarımızda sıklıkla polis militarizasyonu ile karşı karşıya gelen insanlar olarak; dünyanın her yerindeki aktivistleri polisliğin neden insan hayatının bir parçası olduğunu ve toplumlarımızın polis kurumlarını gerekli kılacak şekilde güvenlikle ilgili ne tür düşünceler ürettiklerini sorgulamaya çağırıyoruz. Polisliğe alternatif olan, gerginliği azaltacak, şiddeti dönüştürecek ve kendilerini güvende tutabilmelerine olanak tanıyan ne tür sosyal yapılar geliştirdiklerini paylaşmaya davet ediyoruz.
Amerika
ABD’deki polis militarizasyonu, dayakçı yerel polislerin hiçbir ceza almadan orantısız güç kullanımı ile siyahi insanlara uyguladığı şiddette açıkça görülebiliyor. Polis kurumları ABD toplumunun ırkçı yapısının içinde bulunan adaletsizliğin koruyuculuğunu yapıyor. Örneğin, her 28 saatte bir siyahi bir insan polis tarafından tutulan veya korunan birileri tarafından öldürülüyor. Trans veya cinsiyet uyumsuzluğu olan insanların polis şiddetine maruz kalma olasılıkları ise çok daha yüksek ve neredeyse bütün polis kurumu Müslüman insanların denetlenmesi üzerine çalışıyor. Bu adaletsizlikler; siyahilere, Müslümanlara ve göçmenlere ayrımcılığın yaygın olması, zorunlu heteronormatiflik ve devletin özgürlük mücadelesine olan yaklaşımı gibi sebeplerden dolayı olağanüstü durumların yaşanma olasılığı yüksek olan yerlerde, korku iklimine de bağlı olarak yaşanmaktadır. Karşılık ise SWAT (Özel Silahlar ve Taktik) tankları, biber gazı ve tüfeklerle verilmektedir.
Polis militarizasyonu ABD’de onlarca yıldır başlı başına bir sanayi olarak Amerikan yerel polisi ile uluslararası Amerikan ordusunun sanayisini birleştirme faaliyetleri içeriyordu. Ancak, ABD’nin yürüttüğü “terörle savaş” kapsamındaki polis militarizasyonu başlı başına yeni bir olgu ve endüstri. Doğu Kentucky Üniversitesi Hukuk Çalışmaları Okulu’ndan Profesör Pete Kraska’ya göre, 2015 yılında 50000 SWAT baskını yapılmış ve bu baskınlarda ordu donanımı ve silahları kullanan SWAT timleri tarafından, genellikle ilk önce bomba atarak, evlere zorla girilmiş. Bu sayı günde yaklaşık 137 baskına denk geliyor ve dünya genelinde SWAT timlerinin sayısı arttıkça baskınların sayısı da buna bağlı olarak artış gösteriyor.
Polis militarizasyonu direk olarak federal hükümet ve askeri kurumlar tarafından kaynak sağlanan bir süreç. Mesela, Kentsel Bölgeler Güvenlik Girişimi (UASI), Milli Savunma Bakanlığı’nın (DHS) yaklaşık 600 milyon dolarlık bir bağış programı. Bu program ABD’nin çevresindeki şehirlerdeki tatbikatlar ve silah fuarları yapılması için ve polislere güvenlik kameraları, zırhlı araçlar ve kalkanlar gibi savaş malzemeleri alınması için bağış topluyor.
İsrail/Filistin
İsrail’deki polis kuvvetlerinin üçte birini sınır polisi (MAGAV) oluşturuyor. İnsanlar hem İsrail ordusunun hem de İsrail polis kuvvetlerinin bir parçası olan bu birime zorunlu askerlik uygulamasıyla katılıyorlar. Adından da anlaşıldığı üzere sınır polisi sınır güvenliğinden sorumlu. Ancak, MAGAV daha çok insanlar arasındaki etnik sınırlarla ilgileniyor veya gösterilerin kontrol edilmesinde isyan polisine yardım ediyor. Böylelikle terörle mücadele ile gösterileri kontrol etme arasındaki farkı ortadan kaldırmış oluyor ve bu ikisinin ayrımını olaylara değil de etnik kimliğe bakarak yapıyor.
İsrail ordusunun karşısında savaştığı resmi bir Filistin ordusu olmadığı için İsrail ordusu ve polisi aynı şeyi yapıyorlar. Yani sivil bir halkı “güvenlik” adı altında kontrol altında tutmaya çalışıyorlar. Aradaki tek fark, hedef alınan halkın Batı Şeria’daki askeri iktidara göre mi yoksa İsrail devletine göre mi hareket yaşıyor olması. Batı Şeria’daki köylere ordunun baskınlar düzenlediği gibi, MAGAV da El-Arakib gibi 1967 İsrail sınırları içerisinde bulunan ancak İsrail’in yasal olarak tanımadığı köylere baskınlar düzenliyor. Yasalar polisin gerçek mermi veya plastik mermi kullanmasını kısıtlıyor olsa da biber gazı ve benzeri maddeler ile ordu tarafından Batı Şeria’da sıklıkla kullanılan sünger mermiler “yeşil hat” içindeki gösterileri dağıtmak için de kullanılıyor. Bunlar en çok doğu Kudüs’teki ultra Ortodoks, Etiyopya asıllı İsrailli-Yahudi ve Filistinli İsrail vatandaşlarının gösterilerinde görülüyor.
Birleşik Krallık
7 Temmuz saldırıları, 2013 “Londra isyanları” ve 2015’teki IŞİD’in Paris saldırıları sonrasında İngiltere’de polisin ateşli silah taşıması ve bütün polislerin elektrik şok cihazı kullanımı konusunda eğitilmeleri yönünde çağrılar yapıldı. Siyasi olarak marjinalleştirilmiş toplumlar polisin etkisini en çok hissedenler oldu. Betsy Barkas’ın dediği gibi “İngiltere’nin siyahi ve göçmen insanları her zaman orantısız bir şekilde daha çok ağır polislik faaliyetlerine maruz kalmışlardır… İngiltere’nin polis memurlarının öldürücü güç kullanma konusunda utanç verici ve uzun bir geçmişi vardır.”
Son zamanlarda, polislerin son derece şiddetli terörist saldırılara karşı verecekleri tepkileri ölçmek için tasarlanmış yüksek-profilli polis eğitimleri yapılıyor ve bunlar medyada yoğun bir şekilde tanıtılıyor.
İngiltere ayrıca her yıl “Güvenlik ve Polislik” ticari etkinliğini düzenliyor. Silah Ticareti Karşıtı Kampanya’ya göre bu gösteri “İçişleri Bakanlığı ve bir silah ticaret örgütü olan Havacılık, Savunma, Güvenlik ve Uzay (ADS) tarafından düzenlenen gizli kapaklı bir etkinlik.” Organizatörler, “Güvenlik ve Polislik”i İngiltere’nin en önemli güvenlik ve kanun yaptırımı etkinliği olarak tanıtıyorlar. Fuarın ev sahibi şirketleri arasında BAE Systems, Heckler nad Koch, the Gamma Group ve ürünlerini içlerinde insan hakları ihlali yapanların da bulunduğu 66 ülkeye tanıtan Hacking Team bulunuyor.
Türkiye
Türkiye’nin bir askeri diktatörlük geçmişi var ve polis de bu geçmişin bir parçası. 1980’lerde askeri hükümet tarafından kurulmuş olan Özel Harekât Timleri (ÖHT) bugün hala aktifler. ÖHT’ler ağır silahlılar, ordu ile birlikte çalışıyorlar ve 2015’teki iç güvenlik yasa tasarısı ile çok geniş yetkilere sahip oldular. ÖHT’lerin üst arama, araç arama, alıkoyma (önceden bu kararı sadece hâkimler verebilirdi), ateşli silah kullanımında daha fazla serbestlik ve mahkeme kararı olmaksızın 48 saate kadar telefon dinleme gibi yetkileri bulunuyor.
Güney Afrika
1994 yılında Apartheid’in (Afrika’daki ırk ayrımcılığı) sonlanmasından sonra polisi de-militarize etme girişimleri başladı. Apartheid yıllarında hem polis hem de ordu baskıcı düzeni korumak adına geniş kapsamlı güçlere sahiptiler. Apartheid’den çıkış sürecinde polisin de-militarizasyonu kapsamında yeni rütbeler getirildi ve polisler halkı kontrol altında tutmak yerine sadece idare etmek üzerine eğitim almaya başladı. Fakat yüksek suç oranları ile birlikte polisin suçla bir “demir yumruk” gibi başa çıkabilmesi için yetkilerinin genişletilmesi yönünde çağrılar oldu. 2010 yılında askeri rütbeler polise yeniden getirildi ve Güney Afrika polisi, Fransız polisi tarafından güç gösterisine dayalı askeri nitelikli teknikler üzerine eğitim almaya başladı. 2012 sonbaharında, ağır silahlı polis kuvvetleri grev yapan 34 madenciyi vurdu. Marikana katliamı olarak bilinen bu olayda BBC’nin haberine göre araç üzerine monte edilmiş 40mm makineli tüfek kullanıldı.
Şili & Peru
Şili ve Peru’da polis, militarizm ve doğal kaynakların çıkarılması üzerine olan sanayi arasında direk bir ilişki var. Cesar Pedilla bu ilişkiyi halkın doğal kaynak çıkarımını bir ekonomik model olarak reddetmesi üzerine Güney Amerika kıtasında polis ve askeri kuvvetlerin başarısız olmuş olan bu ekonomik modeli zorla uygulatmaya çalışmasıyla açıklıyor. Örneğin Şili’deki Caman köyüne madenin etkilerine karşı yapılmakta olan 3 aylık şiddet içermeyen halk direnişini kırması için “özel kuvvetler” gönderildi. Benzer şekilde, Peru’daki Yanacocha madeni de özel güvenlik birimlerinin uyguladığı şiddetle ün yapmış durumda.
Brezilya
2014 Dünya Kupası ve 2016 Olimpiyat Oyunları hazırlıkları kapsamında, Brezilya hükümeti İsrail silahlarına, eğitimine ve uzmanlığına bel bağladı. Yerel olimpiyat komitesi İsrailli bir şirket olan ISDS ile bütün güvenlik cihazlarının koordinasyonu konusunda 2.2 milyon dolarlık anlaşma yaptı. Bu kontratın detaylarına buradan ulaşılabilir. 2013 yılında, Brezilya’da ülke genelinde protestolar vardı; “hazırlıksız ve aşırı tepki gösteren polis kuvvetlerinin müdahalesi çoğunlukla orta-sınıftan oluşan protestocuları neye uğradığına şaşırttı. Baştan aşağı ninja gibi giyinmiş olan tam teçhizatlı polis, biber gazı ve plastik mermi gibi ölümcül olmayan silahlar kullanıyordu.” (Kaynak: WOLA).
Afganistan
Devam etmekte olan askeri işgalin bir parçası olarak, hem Amerikan ordusu hem de Amerika destekli Afgan polisi sıklıkla “gece baskınları” adı verilen bir taktik kullanıyor. Gecenin bir saatinde evleri hedef alan bu operasyonlarda ağır silahlı askerler evlere zorla giriyor, insanları alıkoyuyor, terörize ediyor ve bazen de öldürüyor. 2011 yılından bir raporda (babası ve abisi vurularak öldürüldükten sonra) 11. sınıftaki Abdullah kelepçelenmiş, başına çuval geçirilmiş ve uçakla hapishaneye götürülmüş. Orada sorgulandıktan sonra serbest bırakılmış. 14 yıl içinde yüzlerce ölüme sebep olmuş olmasına rağmen, Amerikan Özel Operasyon kuvvetleri Taliban ile ilişkisi olduğundan şüphelendiği evlere gece baskınları yapmaya ve çok sayıda sivilin ölümüne yol açmaya devam ediyor.
Fransa ve Belçika
Kaynak: http://www.democracynow.org/2015/12/3/state_of_emergency_in_france_2
Paris’teki IŞİD saldırısının ardından Fransa genelinde 2200 polis baskını, 330 eve göz hapsi yapıldı. 3 cami kapatıldı ve yüzlerce kişi sorguya çekildi. Hali hazırda yoğun denetim altında olan 3 cami de yıkıldı. Bu baskınlardan birinde 6 yaşındaki bir çocuk kapı arasından ateş eden bir polisten gelen şarapnel parçası ile yaralandı. “olağanüstü durumlarda” Fransız polisi herhangi bir eve mahkeme kararına ihtiyaç duymaksızın baskın yapıyor ve bu baskınlarda hedef alınan insanların büyük çoğunluğu Müslüman.
Saldırılar, dünyanın her yerinden devletlerin temsilcilerinin iklim değişikliklerine uluslararası yaklaşım üzerine tartışacağı Paris İklim Zirvesi (COP21) etkinliğinin planlanması ile çakıştı. Aktivistler bu etkinlikle ilgili yaptıkları barışçıl, şiddet içermeyen ve diğer tamamen yasal protestolardan dolayı kitlesel tutuklanma ve hukuki yaptırım tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Diğer taraftan şirket etkinlikleri ve Noel pazarları kurulmasına izin verildi.
Burundi
Nisan 2015’te Başkan Pierre Nkurunziza’nın 3. bir seçim dönemine daha katılmak istemesine karşı yapılan kitlesel protestolar siyasi bir karmaşaya ve güvenlik güçlerinin çok sayıda insanı öldürmesine yol açtı. Polis aşırı güç kullandı ve gelişi güzel gösteri atışları yaptı. 20000 kişi sivil savaşın geri geleceği korkusuyla Burundi’yi terk etti. Temmuz’daki başkanlık seçiminden sonra Nkurunziza gücü tekrar eline aldı. Hükümet güçleri, silahlı karşıt gruplar ve bilinmeyen suikastçılar genellikle rastgele bir şekilde sivil halka, aktivistlere ve gazetecilere baskı uygulamaya başladılar ve protesto yapmak yasaklandı.
Kaynak: https://www.hrw.org/africa/burundi
Meksika
Ateşli silah sahibi olmak Meksika’daki hemen hemen her birey için yasa dışı iken, 2010-2015 yılları arasında (Meksika tarihinde en çok şiddetin görüldüğü dönem) ordu 255,712 adet askeri olmayan (tabanca, tüfek, pompalı tüfek gibi silahları da içeren) çeşitli silahlar sattı. Bu silahlar polis ile özel şirketlere olduğu gibi atıcılık sporu yapan, avcı veya ev güvenliği için silah satın almak isteyen genel halka da satıldı. Aynı dönemde, ordunun bu satışlardan elde etiği gelir 570 milyon pesoya ulaştı. (yaklaşık 34 milyon dolar)
Kaynak: http://afsc.org/story/mexican-military-sold-255712-weapons-2010-2015
Meksika: Ağır silahlı federal polis
Mısır
Kaynak: Issa, Ali. “Resistance and Persistence: An Interview with Aida Seif al-Dawla of the El Nadeem Center”, The Abolitionist #25, Winter 2016.
2011 yılındaki başkaldırılar Mısır’ın polis şiddeti geçmişinden dolayı anti-polislik kökeni de barındırıyordu. Khaled Said’in 2010 yılında öldürülmesi, cinayetin fotoğrafları ve ailesinin azmi sosyal medyada geniş yankı buldu ve onu işkence ve polislik karşıtı hareketin simgesi haline getirdi. Bu olayı takiben polisin 2011 yılında geçici olarak Tahrir Meydanı’ndan çekilmesi ile protestocularda bir zafer duygusu oluştu ve polis otoritesine karşı direniş Mübarek’in devrilmesini takip eden aylarda da devam etti. Özellikle, Ocak ayındaki isyan genç kadınların liderliğinin varlığından dolayı önemli bir noktadır. Ancak daha sonra bu kadınlar bekâret testlerine, tutuklamalara, medya tarafından karalama kampanyası ve Tahrir Meydanı’nda organize tecavüzlere maruz kalmışlardır. El Nadeem gibi merkezler halen fakir ve marjinalleştirilmiş işkence mağdurları ve politik aktivistler için psikolojik rehabilitasyon hizmeti vermektedir. El Nadeem’e göre işkence her yerde bulunuyor ve insanları itirafa zorlamanın dışında korku salmak, cezalandırmak ve polisin gücünü vurgulamak gibi sebeplerle de yapılıyor. İşkenceye polis karakollarında, hapishanelerde, güvenlik kiosklarında, kampüslerde, metro istasyonlarında ve devlet güvenlik merkezlerinde rastlamak mümkün. Aida Seif al-Dawla’nın dediği gibi “işkence, hükümdarların güçlerini muhafaza eder.” El Nadeem bu aralar Mısır hükümeti tarafından kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya ancak sonuna kadar düzene karşı mücadele etmeye kararlı!
Özet
Dünyanın her yerindeki örneklerde de görüldüğü üzere, devlet orduları ile polis kuvvetleri arasında belirgin bir fark yok ve devletler savaşlarını da kendi ülke sınırları içinde polis kuvvetleri ile kendi halklarına karşı yapıyorlar. Fakat bu duruma karşı direniş de her geçen gün büyüyor.
Published in War Profiteers News, February 2016, No. 49