Roma imparatoru Hadrianus da Malezya’nın Semai toplumu da sorunların şiddetsiz çözülebileceğini gösterdiler – Doç. Dr. Çiler Çilingiroğlu

Tarih, sadece savaşanlardan ve fetih yapan krallardan mı haberler veriyor? Hayır! Walter Benjamin’in bize önerdiği gibi, “tarihin havını tersine tararsak” tarihin barış, dayanışma, yardımlaşma, eşitlik, özgürlük ve bir arada yaşamın tarihi olduğunu da göreceğiz.

Barış neden mümkün?

1 Mart 2022
“Devasa ve soğuk, uçsuz bucaksız mezarlıkta

Ak ve donuk bir güneşin ışıltıları altında,

Kadim ve modern tarihin bütün halkları yatmakta.” diyor Charles Baudelaire “Kötülük Çiçekleri”nde.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle anımsadık bu dizeleri yeniden.

Son bir haftada Ukrayna halkının yaşamı aniden tersyüz olurken, dünya halkları da bu ahlakdışı ve orantısız saldırıya karşı sokaklara döküldü. Bugün, izninizle, Antroposen temasını paranteze almak ve bir arkeolog olarak üzerinde çalıştığım konulardan biri olan, savaş ve çatışmanın tarihine odaklanmak istiyorum. Bakalım barışın mümkün olduğunu gösteren malzemeyi tarihten çekip çıkarabilecek miyiz?

Arkeologlar son yirmi yılda, savaş ve çatışma arkeolojisi üzerine çok önemli araştırmalara imza attı. Gerek devletli gerek devletsiz toplumlarda örgütlü şiddetin ve çatışmanın varlığını artık biliyoruz. Dünyanın ilk organize çatışmaları tarih öncesi dönemlere kadar geri gidiyor. Bunların bir kısmı hatta “katliam” olarak bilinmekte. Mesela günümüzden 11-8 bin yıl önce Almanya’da yaşamış bir avcı-toplayıcı gruba bakalım. Bu topluluğa ait toplam otuz sekiz kafatası Bavyera eyaletindeki Ofnet Mağarası’nda bulundu. Kafataslarının üzerinde travma, yani darbe izleri var. Hatta bazı kafatasları üzerindeki kesik izleri bu kişilerin derisinin yüzüldüğüne işaret ediyor. Başka bir örnek Almanya’nın Talheim arkeolojik alanından geliyor. Burada otuz dört birey toplu bir şekilde infaz edilmiş ve bir çukurun içine atılmış olarak bulundu. Toplu mezardakilerin yedisi kadın, on altısı çocuktu ve toplamda yirmi bireyde kafatası travmaları saptandı.

Daha organize ve teknolojik anlamda “ilerlemiş” çatışma ve savaşlara ilişkin kanıtlar toplumların merkezi bir politik otorite etrafında kenetlendiği ve “savaşçı” olarak niteleyebileceğimiz uzman bir grubun ortaya çıkmaya başladığı Tunç Çağı’ndan itibaren yaygınlaşır. Beyler, kabile reisleri veya krallar özellikle değerli hammaddelere ucuz erişim ve önemli ticaret yollarının kontrolü için akınlar ve seferler organize ederek kendi egemenliklerini tesis ederler. Savaşlar sırasında elde edilen ganimet ve esirler işin ayrı bir “getirisi”. Esasen Tunç Çağı ve sonrasını “modern” savaş mantığı içinde rahatça düşünebiliriz.

Peki, burada bizim sormamız gereken soru şu: Tarih, sadece savaşanlardan ve fetih yapan krallardan mı haberler veriyor? Hayır! Walter Benjamin’in bize önerdiği gibi, “tarihin havını tersine tararsak” tarihin barış, dayanışma, yardımlaşma, eşitlik, özgürlük ve bir arada yaşamın tarihi olduğunu da göreceğiz. Benjamin’in bize tavsiyesi, fetihlerin “başarı” olarak yazıldığı tarihin karşısına ezilenlerin ve direnenlerin tarihiyle dikilmemizdir; çünkü, ona göre, “aynı zamanda bir barbarlık belgesi olmayan hiçbir kültür belgesi yoktur.”

Tarihe Benjamin’in düsturuyla eğildiğimizde karşımıza Hadrian gibi bir Roma imparatoru çıkıyor. Pasifist tavrıyla tarihe geçmiş bir imparator. Hatta tam da bu yüzden ordu tarafından sevilmeyen bir imparator. Hadrian, “barbar”larla savaşmak yerine, İngiltere’ye boydan boya bir duvar ördürmüştü. Günümüzde halen “Hadrian Duvarı” olarak ziyaret edebileceğiniz bu mütevazı anıt, orduyu savaş yapmadan meşgul tutmanın etkili bir örneği. Hadrian İngiltere’nin “barbar” kabilelerine karşı bu duvarı ördürürken, evde de önemli hukuki düzenlemeler yaptı. Mesela efendilerin kölelerini öldürmesini yasakladı. Farklı cemaatlerin dini özgürlüğünü hoş gördü. Çok sayıda hukuki ve ekonomik düzenlemeyle Roma’nın en barışçıl ve adil imparatoru olarak tarihe geçti. Bugün Hadrian bence “filozof kral” kategorisinde anılacak mirasıyla emperyal devletlerde bile barışın mümkün olduğuna dair iyi bir örnek teşkil ediyor.

Peki ya savaşsız toplumlar?

Malezya’nin Semai halkına bakalım. Çiftçilikle geçinen Semailer, nüfusu yüz kişiyi geçmeyen küçük köylerde yaşamlarını sürdürüyor. Toplumsal barışın dayandığı iki temel ilke var: Birincisi toprak mülkiyetinin olmaması, ikincisi ise besin paylaşmanın bir kural olması. Diğer önemli bir durum kadın ve erkek arasında kalıplaşmış, hiyerarşik bir ayrımın olmaması. Yani biri diğerine üstün bir cins yok. Çocuklara kesinlikle fiziksel veya psikolojik şiddet uygulanmıyor. Çocuklar, kendi istekleri ve ilgileri ölçüsünde büyüklerini izleyerek ve taklit ederek öğrenim görüyorlar. Zorla eğitim yok. Fiziksel şiddet kesinlikle yasak. Savaş diye bir olgu tarihleri boyunca yok. Günlük toplumsal gerilimler çeşitli sosyal mekanizmalarla çözülüyor: Dedikodu, ayıplama veya dalga geçme gibi. Daha büyük sorunlar için köy meclisi var. Bkaraa’ adındaki toplantılarda toplumsal barış ve uzlaşma tesis ediliyor. Bu mecliste tüm taraflar dinleniyor, ta ki barış ve uzlaşma sağlanana kadar. Topluluğun öngördüğü en ağır ceza kişinin toplumdan tecrit edilmesi. Ne var ki Semai tarihinde bu karar şimdiye kadar hiç çıkmamış.
Varmak istediğim nokta şu: Roma imparatoru Hadrianus bize emperyal bir devlette bile barışın mümkün olduğunu gösterdi. Malezya’nın Semai toplumu barışın koşulsuz, şartsız bir norm olarak benimsendiğinde sorunların şiddetsiz çözülebileceğine örnek oluşturdu. Bu örnekleri çoğaltabileceğimi belirtmek isterim. O halde, burada alacağımız tavır savaşın her çağda kaçınılmaz olduğu önkabulüyle bir ümitsizliğe savrulmak değil; tarihten hangi mirası kendimize örnek alacağımızı seçmektir. Tarihin devasa ve soğuk mezarlığında yatan kadim ve modern halklara borçlu olduğumuz duruş kanımca budur.

Kaynak: Gazete Yenigün

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org