Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kuzey Suriye’ye yönelik operasyon açıklaması ciddi bir hareketlilik yarattı. Kimi yorumlara göre derinleşen siyasi ve ekonomik krizin yarattığı basıncı hafifletmek için iktidar ve ortağı 31 Mart Mahalli Seçimleri öncesi bir operasyon yaparak milliyetçi oyları konsolide etmek istiyor. Bu belki bir faktör olabilir ama kanımca asıl faktör Türkiye’nin resmi politikası gereği Kürtlerin Ortadoğu’da politik bir varlık olarak sahneye çıkmasını engellemektir. Bu, konunun bir yönü.
Asıl merak edilen ABD’nin olası bir operasyon karşısındaki tutumunun ne olacağıydı. Türkiye, ABD’nin olurunu almak için uzun bir süredir bastırıyor. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın son bir haftasını ABD’de geçirdiği basına yansıdı. Türkiye’nin ABD ile birçok konuda uyuşmazlığı ve sorunu var. Bunların da Fidan’ın ajandasında olduğu kesin. Ancak Erdoğan’ın operasyon açıklamasıyla temel gündemin bu olduğunu tahmin etmek zor değil. Türkiye bir yandan Rusya ile ilişkilerini ABD’ye karşı bir koz olarak kullanırken öte yandan ABD’ye “istersen YPG’nin yerini alırım” teklifi yapmakta. Yani ABD ve Rusya’nın genelde dünya ölçeğinde, spesifik olarak da Suriye’de yaşadığı rekabetten yararlanıyor. ABD Türkiye’yi kaybetmek istemezken, Rusya ise daha Erdoğan iktidardayken Türkiye’yi olabildiğince ABD ve NATO’dan uzaklaştırmak ve sorunlu hale getirmek istiyor.
Türkiye, 2015 yılından itibaren ABD ve Rusya arasındaki rekabetten faydalanarak denge siyaseti yürüttü. İki farklı operasyonla Suriye’nin bir kısım toprağında kontrolü sağladı. Sıcak çatışmaların ve hızlı gelişmelerin yaşandığı bir coğrafya ve zamanda denge siyasetini uzun süre yürütmek oldukça zor. Bir noktadan sonra bir tarafa daha fazla meyletmek mecburiyeti doğabiliyor. Türkiye’nin şu an yaşadığı anksiyete bozukluğundan kaynaklı öfkeli halinin sebebi de bu çıkmaz sokağa girmesinden başka bir şey değil. Türkiye, Rusya ile yaptığı anlaşma sayesinde Cerablus’tan İdlib’e kadar uzanan bölgede tutunmakta. Bunun Rusya’ya en önemli getirisi birinci dereceden Türkiye’nin ABD ve NATO’dan uzaklaşması ve sorunlu hale gelmesiydi. İkincisi ise Türkiye’nin buralardaki El Kaide ve DAİŞ artıklarını kontrol altına alma ve günün sonunda kontrolünde bulunan bölgeleri katil dediği Esad rejimine devretmesine ilişkin verdiği söz ve yaptığı anlaşmaydı.
Türkiye, verdiği sözler karşılığında Efrin başta olmak üzere Rusya’dan alacaklarını aldı. Kuşkusuz karşılığında DAİŞ, El Kaide ve diğer grupların Halep, Doğu Gota ve ülkenin başka yerlerinden taşınarak İdlib’e yerleşmesini sağladı. Ancak bu Türkiye’nin verdiği sözlerin çok az bir kısmına tekabül ediyor. Özellikle İdlib’de işler taraflar arasında yapılan anlaşmaya göre yürümüyor. Suriye rejimi İdlib’e operasyon yapmak için ciddi bir hazırlık yapmakta. Rusya, bir yandan Türkiye-ABD arasındaki gerilimi daha fazla derinleştirerek bunu kalıcı hale getirme umuduyla İran-Suriye ve Türkiye arasında denge oluşturmaya çalışırken, öte yandan Türkiye’yi de elini çabuk tutması ve verdiği sözleri yerine getirmesi yönünde sıkıştırıyor. Zira Türkiye’nin buralarda gerçekleştirdiği bazı uygulamalar da Rusya, İran ve Suriye bloğunda kuşku yaratıyor. Suriye BM Temsilcisi Caferi kısa süre önce Türkiye’nin kontrolünde tuttuğu yerleşim birimlerinin isimlerini değiştirdiği, Türk dili eğitimi vererek asimilasyon ve demografik yapıyı değiştirmeye çalıştığını ifade ederek Türkiye’nin bir an önce çekilmesini istedi. Aslında İran, Türkiye’nin Suriye’de bulunmasından oldukça rahatsız. Bununla birlikte Rusya ve İran, ABD’nin bölgede olmasından daha fazla tedirgin olduklarından Türkiye’nin bulunmasını ehveni şer kabul ederek tahammül ediyorlar. Türkiye bu durumu görerek ve ABD ile her ne kadar krizli olsa da dirsek temasında olarak işleri ağırdan alabiliyor.
Trump-Erdoğan’ın G20 zirvesi sırasındaki görüşmelerinde ve Hakan Fidan’ın son ABD gezisinde temel konulardan biri de İdlib olduğu aşikar. ABD-Türkiye arasındaki her görüş Rusya ve müttefiklerini ciddi anlamda tedirgin etmekte ve birçok kuşkuyu beraberinde getirmekte. Bu tedirginlik ve şüphe nedeniyledir ki Putin ve Erdoğan arasında telefon susmuyor. Bu, iyi ilişkilerin bir emaresi gibi okunacağı gibi gayet var olan güvensizlik ve sorunların bir nişanesi olarak değerlendirilebilir.
Ez cümle Rusya Türkiye’nin kendisine verdiği sözleri yerine getirmeye ve ABD-NATO ile ilişkilerine öldürücü darbe vuracak adımlar atmaya, daha fazla taraf tutmaya zorlamaktadır. Türkiye’nin zayıf karnı olan “Kürtsüz bir dünya” politikasını da çok ustalıkla kullanmaktadır. Sürekli bir şekilde Türkiye’nin bu zayıf noktasına parmak basmaktadır.
Son dönemlerde Rusya devlet yetkilileri “ABD, Suriye’de bir Kürt devleti kurmak istiyor” yönündeki açıklamalarla Türkiye’yi Kürtlere karşı yeni bir savaşa teşvik etmekte. Bir taşla iki kuş vurma misali bu politikayla bir yandan Türkiye ile ABD’yi daha fazla karşı karşıya getirme, öte yandan Kürtleri daha fazla rejime yakınlaştırma politikası güdüyor. Kuşkusuz bu politikayla ABD’yi ciddi şekilde zorlamaktalar. ABD’nin görünürde çok umut vaat etmeyen Türkiye ve Kürtleri uzlaştırma politikasının dibine adeta dinamit koymaktalar. Bu bağlamda Suriye’de yürüyen savaş ABD ve Rusya savaşıdır. İki gücün dünya siyasetindeki sikletleri gereği yansımaları da Suriye sınırlarını aşıyor. Rusya’nın Türkiye’yi bu düzeyde markaja alması, geçen haftalarda Ukrayna ve Rusya arasında cereyan eden olaylar ABD’nin Rusya’ya “Evinin önü çok tekin değil. Oraları unutmadık” manasında bir hatırlatmaydı. Bu hatırlatmaların ABD ve Rusya’nın Suriye ve gezegenin başka yerlerindeki rekabetine göre şiddetini arttırma ihtimali mevcudiyetini koruyor.
Erdoğan’ın son operasyon açıklamasına bakılırsa Rusya’nın yoğun gaz verme ve kışkırtma emelleri devam ediyor. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zaharova’nın Türkiye’nin operasyonuna ilişkin açıklaması oldukça açık. “Her konuda temastayız” diyerek Rusya’nın böyle bir operasyondan rahatsız olmadığını beyan etmiş oldu. Hakeza Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov’un açıklamalarında da benzer ifadeler sarf edildi. Ancak Zaharova’nın Kürtlere ilişkin gelen soru üzerine, “Türkiye ile her konuda aynı düşünmüyoruz” demesi, yine Bogdanov’un , “Hem Suriye hem de Suriye dışındaki Kürtlerle temas halindeyiz” diyerek Türkiye’ye karşı Kürt kartını istedikleri zaman kullanabilecekleri mesajını vermeyi de ihmal etmediler. Özellikle Bogdanov’un Suriye dışındaki Kürtlerle temastan PKK ile teması kast ettiği şüphesizdir. Böylece Türkiye’ye ABD ile ilişkilerinden Rusya’yı bir taviz koparma kozundan ibaret görmemesini de hatırlatmış oluyorlar. Bu arada insan Rusya’nın PKK ile ne görüştüğünü de merak etmiyor değil.
Türkiye’nin deklare ettiği operasyonun nasıl sonuçlanacağını belirleyecek en önemli faktör olan şey ABD’nin tavrı. Kısa bir sessizliğin ardından hem Pentagon hem Dışişleri hem de Ortadoğu Merkez Komutanlığı yetkililerinden operasyonun “Kabul edilemez” olduğu açıklamaları geldi. Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı’ndan aynı açıklamanın yapılması bu konuda askeri ve siyasi kanadın hemfikir olduğunu gösteriyor. Zira Dışişleri bakanlığı Suriye konusunda Ankara’nın hassasiyetlerini en fazla gözeten kurum. Ardından da Trump başta olmak üzere ABD’nin ilgili kurumlarının Türkiye’nin muadili kurumlarıyla telefon görüşmeleri oldu. ABD medyasına göre Türkiye’ye çok net bir şekilde “operasyonun istenmediği” mesajı verildi. Türkiye basınına bu konuda bir şeyin yansımaması ABD medyasındaki haberlerin doğru olduğuna yorumlanabilir. Peki bu tepki Türkiye’nin olası operasyonunu engelleyebilir mi? ABD Türkiye’nin ısrarı karşısında geri adım alabilir mi? ABD Türkiye üçüncü bir şıkta anlaşabilir mi?
Türkiye’nin ABD karşısında sahip olduğu yegane silahı Rusya ile yakınlaşmaktır. ABD’nin ise küresel güç olmanın verdiği avantaj ile siyasi, askeri ve ekonomik olmak üzere birçok kozu var. Türkiye ABD’ye “Kürtler benim için beka sorunudur. Kuzey Irak’taki gibi bir gelişmeye izin vermem. Çok istiyorsan Kürtlerle değil benim ile yap istediğin işi” teklifinde bulunuyor. ABD ise “gel sen Kürtlerle uzlaş, istemediğin Kürtlere karşı sana şimdiye kadar yaptığım yardımı sürdürür ve daha da arttırırım” önerisini yapıyor. Ancak Türkiye’nin politik bir varlık olarak her tür Kürde karşı olması (Irak’taki Kürt oluşumunu hata olarak görüyor) ABD’nin bu politikasını çıkmaza sokuyor. Önem kazanan husus ABD’nin de Türkiye tarafından kendisi ile Kürtler arasında bir tercihe zorlandığı ve ABD’nin nasıl bir tercih yapacağıdır.
Burada ABD’nin bir Ortadoğu’da ya da daha spesifik olarak Suriye’de kalıcı olup olmayacağı mevzubahis olmaktadır. Hali hazırda bir dünya imparatoru olan ABD ne Ortadoğu ne de Suriye’den çıkar. Bunun bir kaç nedeni var. Birincisi bu, ABD’nin imparatorluk pozisyonu ve iddiasını sürdürmenin ve buna bağlı olarak Rusya’yı sınırlamanın bir gereğidir. Suriye’den ekonomik bir çıkarı olmasa da -hatta bir yük olsa da- buna ihtiyaç duyması yüksek ihtimal. İkincisi DAİŞ varlığı. Bu varlık şimdilerde Suriye’de fiziki olarak sıfırlanıyor. Ancak Irak’ta bir yıldır sıfırlanmasına rağmen hala aktif eylem halindedir DAİŞ. Suriye’de de daha uzun süre varlığını lâmekân sürdürmesi mümkün. ABD’nin DAİŞ’i kalıcı olarak ya da dönmemek üzere yok etme stratejisi kalıcılığına ikinci işaret. ABD’nin üçüncü gerekçesi olan İran’ın Suriye’den çıkması ve yabancı güçlerin bu ülkeden çekilmesi, siyasi geçişin sağlanması ve İsrail’in güvenlik meselesi ise buraya kazık çakmak istediğinin ilanıdır. İran’ı Suriye’den çıkarmak imkansıza yakın bir durum. Çıktığını kanıtlamak ise daha imkansız. Bu arada “Suriye’deki tüm yabancı güçler çekilsin” açıklaması ile Rusya da kast edilmektedir -ki bu aynı zamanda Rusya’ya “Ancak ben de kalırsam bu iş hallolur” mesajıdır. ABD’nin bu politikasının sadece sözde de kalmadığını görmek gerekir.
ABD’nin DSG denetimindeki bölgelerde birçok üssü ve askeri konumlanması olduğu sır değil. Bununla yetinmeyerek Fransa ve başkaca da müttefik ülkeleri askeri olarak burada konumlandırmış vaziyette. Özellikle İran’ın Şii hilalini Suriye içinde istediği düzeyde engellemeyen ABD, Irak’taki pozisyonundan faydalanarak kalan diğer kısmını sınırın hemen diğer tarafından yani Irak toprakları içinde önemli oranda tamamladı. Daha önceki strateji Abu Kemal’ı alarak El Taraf üzerinden Ürdün’e uzanmaktı. Ebu Kemal İran’ın ısrarı üzerine rejim güçlerinin kontrolüne geçtikten sonra koridoru Suriye’nin güneyinden kesme umudunu yitiren ABD, ilk defa Musul vilayetinde Suriye sınırını kontrolde tutacak askeri üs kurdu. Buradan bir hat olarak iki ülke arasında sınır kapısı olan el-Kaim (Irak tarafından) dahil olmak üzere Rutba arasındaki uluslararası yol boyunca, ayrıca 160. bölgede ve yine Irak-Suriye arasında bir sınır kapısı olan el-Velid ile Rutba arasında askeri üsler kurdu. İran kaynaklarına göre 8 olan askeri üs Tanak ve Musul’daki ile birlikte on üsse ulaşıyor. Başka bir ifade ile ABD, Kobani’den Ürdün’e kadar Suriye’yi U biçiminde çembere alarak bir nevi istediği zaman İran ile Suriye-Lübnan arasındaki koridoru engelleyebilir. Bu kadara yatırım yapan ABD’nin Ortadoğu’dan çekilmesi temennisinin sonu hayal kırıklığıdır. Bu kadar yatırım yapan ABD’nin Ortadoğu politikası ve bulunma gerekçeleri açıktır. Sorunlu olan ABD’nin buradaki ulus devletleri, politikası doğrultusunda konsolide etmesidir. Bunun için uzun süre Türkiye model bir ülke olarak hazırlandı ancak 2010 yılından itibaren bu model Türkiye’nin Yeni Osmancılık politikasıyla çöktü. Ardından tasarlanan Suudi Arabistan modelinde ise deyim yerindeyse Kaşıkçı vakasıyla bir çuval incir berbat edildi. Olacak iş değildi ama Suud modelinin geleceği de pek parlak görünmüyor.
Türkiye ve ABD arasında ilişkilere dair yukarıda sorulan soruların cevabına dönecek olursak;
* Bir, ABD’nin Suriye’de kalıcı olması illa Kürtlerle yürüyeceği anlamına gelmez. Türkiye’nin taleplerini kabul ederek İdlib de dahil şu an DSG’nin denetimindeki bölgelerde Arapları önceleyerek Türkiye ile kalıcı bir anlaşma yapması teorik olarak mümkün. Bu, Türkiye’nin Suriye’ye bu düzeyde müdahil olması ve “onu alma beni al” politikasının da amacıydı. Ancak bu ihtimalin gerçekleşmesinin önünde birçok sorun mevcut. Var olan ihtimaller arasında belki de gerçekleşme olasılığı en düşük olanıdır. Bunun nedenleri başka bir yazının konusudur. En önemlisi Türkiye’nin Rusya ve İran’a verdiği sözler ve yaptığı antlaşmalar ve Türkiye’nin siyasi, askeri ve ekonomisini aşan hedeflere yönelmesi.
* İkincisi, ABD’nin Türkiye’ye resti çekmesi ve Kürtlerle yola devam etmesidir. Bu ihtimalin de gerçekleşme olacağı en az birinci ihtimal kadar az ve çetin engellerle karşı karşıyadır.
* Üçüncüsü, ABD’nin Türkiye ile Kürtleri bir noktada uzlaştırmasıdır. Türkiye’nin mevcut pozisyonundan ciddi değişikliklere gitmesini gerektirir ve görünürde böyle bir işaret yoktur. Dolayısıyla bu ihtimalin gerçekleşmesi de kısa ve orta vadede pek mümkün görünmüyor.
* Geriye kalan ihtimal, Türkiye’nin benzer tehdit ve operasyonlarıyla Kürtlerle savaşının derinleşmesi, ABD ile ilişkilerin yara bere içinde giderek kan kaybetmesidir. Şu an gerçekleşmekte olan budur ve uzun süreceğe benziyor. Dengeleme politikasına bağlı olarak ABD’nin hava sahasını bloke etmesi durumunda, Türkiye’nin olası bir kara harekatı ile “dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” sözü ile ifade edilen durumla karşılaşması da gayet olasıdır. ABD’yi keskin bir taraf belirlemeye itmek istemesinin ters tepme ihtimali vardır. Kobani ve Gire Spi’nin vurulmasının ardından ABD’nin karşılık olarak buralara gözlem kuleleri kurması aslında zorlamanın yarattığı ilk tepmeydi. Operasyonun yapılması ya da yapılma tehditleri de ABD’nin “uçuşa yasak bölge” ilan etmesiyle geri tepme ihtimali yabana atılmamalıdır. Zira uluslararası alanda her ilişkinin bir ederi vardır. Anlaşılması gereken her halükarda şu: ABD kolay kolay Suriye’den çıkmaz, Türkiye ile farklı formülasyonlarla ilişkileri sürdürür ve Kürtlerin gönlünü de hoş tutmaya çalışır. Bu politikanın kazanını da bu durum sürdükçe Rusya olur. Tabi birileri Rusya’nın dikkatini Ukrayna üzerine çekerek bu dengeyi bozabilir, bunu da akılda tutmak gerekir.
Son söz olarak Suriye’de kimsenin işi kolay değildir. Savaşları bitirmek başlatmak kadar kolay olmuyor. Suriye’deki tüm güçler huzursuz ve her birisi huzursuzluğunun sebebini diğeri olarak görüyor. Bunun yarattığı öfke seli ile birbirini taraf olmaya ya da taraf netleştirmeye zorluyor. Ancak çağımızın politik gerçekliği, keskin taraftarlığı kısmen yadsıyor. Bir dönemin düsturu olan “Taraf olmayan bertaraf” olur söylemi şimdilerde “taraf olmaya zorlamak bertaraf olmayı beraberinde getirebilir” olarak değişmiş durumda.
Kaynak: Gazete Karınca