Gizem Çalışır
12/02/2018
Milliyetçi akımların yükseldiği, militarizmin tavan yaptığı, tüm dünyada tansiyonun giderek arttığı zor zamanlardan geçiyoruz. Amaçları göz önüne alındığında zaten oldukça kıymetli olan savaş karşıtı filmler böyle dönemlerde insanlık için daha da önem arz eden yapımlar haline geliyor. Listemizde All Quiet on the Western Front, Full Metal Jacket ve Dr. Strangelove gibi kült yapımlardan ziyade daha az bilinen ve ilk etapta pek akla gelmeyen filmlerden bahsettik. Seçtiğimiz filmlerden bazıları savaşın getirdiği yıkımı ve acıyı tüm çıplaklığıyla gözler önüne sererken, bazıları da savaşın bir insan, bir aile, bir ev üzerindeki etkileri, savaş zamanı insan psikolojisi gibi daha bireysel konuları odak noktasına alıyor. Anlatım şekilleri farklılık gösterse de listedeki tüm filmlerimizin derdi aynı: Savaşın anlamsızlığı ve getirdiği yıkım.
Katkıda Bulunanlar: Gizem Çalışır, Burak Ülgen
Tangerines (2013)
Yönetmenliğini Zaza Urushadeze’nin yaptığı 2013 Gürcistan – Estonya ortak yapımı Tangerines, Gürcistan ve Abhazya halklarını,1992 Rusya’sında geçen kanlı çatışmaları, Abhazya’da yaşanan savaşı tüm gerçekliğiyle gözler önüne seriyor. Dram türündeki film, odak noktasına aldığı savaşı destansı bir dille anlatmaktan kaçınıyor. Daha önce bize savaşı bol kanlı bir şekilde cepheden anlatan birçok film çekildi. Bu filmin en önemli özelliği, fazla bomba patlatmadan, bir asker ve arkada kalan sevgilisi klişesine girmeden savaşı iki hane üzerinden sadece dört kişinin hayatına odaklanarak anlatmaya çalışması. Tangerines, anlatısı sayesinde klasik savaş filmlerinden çok farklı; drama, ajitasyona sığınmadan yalnızca doğallığı ve gerçekçiliği ile izleyiciyi derinden sarsan bir film.
Turtles Can Fly (2004)
İranlı yönetmen Bahman Ghobadi’nin büyük ses getiren filmlerinden biri olan Turtles Can Fly (Kaplumbağalar da Uçar), savaşın gerçekliğine ve özellikle çocuklar üzerinde bıraktığı psikolojik ve fiziksel etkilere daha yakından bakabilme fırsatı sunduğu için oldukça değerli bir yapım. Berlin Film Festivali’den hem Kristal Ayı hem de Barış Ödülü ile dönen filmini, ‘diktatör ve faşistlerin politikalarına kurban edilen tüm masum dünya çocuklarına’ ithaf eden Ghobadi, bu filmiyle savaş ortamında büyüyen çocukların çığlığı da oluyor. Irak Savaşı esnasında, Irak-Türkiye sınırındaki bir Kürt mülteci kampında geçen film; bizleri, mayın tarlaları içinde büyüyen hatta geçimlerini bölgedeki mayınları toplayıp satarak sürdüren çocukların, tıpkı ufacık bedenleri gibi paramparça edilen hayatlarına tanık ediyor.
Hotel Rwanda (2004)
Yakın dünya tarihinde büyük bir soykırım daha var ki o da Ruanda Katliamı! Hotel Rwanda, bize bu katliamın tüm gerçekliğini bir tokat gibi çarpıyor. ‘Beyaz insanın’ nasıl sessiz kaldığını ve hatta umursamadığını oradaki insanların çığlıklarında duyuyoruz. Ruanda’da Hutu’ların ve Tutsi’lerin birbirleriyle girdiği savaşta iki tarafın birbirine uyguladığı şiddet gün geçtikçe büyüyor ve soykırıma kadar ulaşıyor. Tüm bu nefret içerisinde ise bir otel müdürü oteli mültecilere açarak birçok hayatın kurtulmasını sağlıyor lakin yine de ‘beyaz’ın korkutuculuğu ürkütüyor.
No Man’s Land (2001)
2002 yılında “Yabancı Dilde En İyi Film” dalında Oscar ödülünü kazanan No Man’s Land’in senaryosunda ve yönetmenliğinde Bosnalı yönetmen Danis Tanovic’in imzası var. 1993 yılında Bosna Savaşı tüm şiddetiyle devam ederken Bosnalı asker Ciki ve Sırp asker Nino, savaş bölgesinin ortasında yer alan Tarafsız Bölgede sıkışıp kalmışlardır. Ne kaçabilecek bir yere, ne de yardıma çağırabilecek insanlara sahiptirler. Birbirlerine düşman bu iki asker bir yandan birbirlerinin işlerini bitirmeyi kollarken, diğer yandan da içinde bulunduğu durumdan kurtulmanın yollarını aramaktadırlar. No Man’s Land savaşın anlamsızlığı hakkında minimum şiddetle, maksimum şeyi anlatmayı başarabilmiş bir filmdir. Filmin bir sahnesinde siperdeki askerlerden biri o dönemdeki Ruanda İç Savaşı’nı kastederek, “Ruanda’da da neler oluyor aman tanrim!” der. Bu sahnede savaşın tüm anlamsızlığını acı içinde hissedersiniz.
Hamburger Hill (1987)
1987 yapımı, John Irvin’in yönetmenliğini yaptığı Hamburger Hill, başrollerinde Anthony Barille ve Michael Boatman’ın yer aldığı az bilinen Vietnam filmlerindendir. Film, Güney Vietnam – Laos sınırındaki herhangi bir stratejik ya da taktik önemi olmayan bir tepe için yapılan son derece kanlı mücadeleyi konu alır. Mayıs 1969’da ABD 101. Hava İndirme Tümeni ile Kuzey Vietnam Ordusu arasında yaklaşık 10 gün süren çok kanlı bir çatışmaya sahne olan tepeye, cesetlerden yayılan çürümüş et kokusu ve kayıpların fazlalığı dolayısıyla Amerikan askerleri tarafından Hamburger Hill adı verilmiştir. İronik olansa, ABD 101. Hava İndirme Tümeni’nin, ele geçirdikten 10-15 gün sonra tepeyi boşaltma emri almış olmasıdır. Savaşın anlamsızlığı ve ölen askerlerin devletlerin gözündeki değersizliği hakkında etkileyici bir yapım.
The Tin Drum (1979)
Alman yönetmen Volker Schlöndorff’un Nobel ödüllü Alman yazar Gunter Grass’ın romanından uyarladığı The Tin Drum (Teneke Trampet), Nazilerin iktidar olduğu yılları, büyümeyi redden Oskar’ın gözünden resmeder. 1920’li yıllarda Almanların, Polonyalılar ve diğer azınlıklarla birlikte uyum içinde yaşadıkları Danzig’de geçen film; ailesinin üç yaşına basan oğulları Oskar’a doğum gününde teneke bir trampet hediye etmesi ve Oskar’ın bu yeni oyuncağı ile evin bodrumuna inip önemli bir karar almasıyla sonuçlanır: Artık büyümeyecektir. The Tin Drum, büyüklerin yozlaşmış dünyasına girmek ve büyümek yerine trampetiyle kendisine yanlış gelen her olaya isyan etmeyi tercih eden Oskar’ın gözünden; 2. Dünya Savaşı sonuna kadar yaşanan bütün dönüşümleri yansıtarak Alman toplumunun savaş döneminde takındığı faşizan tavrı eleştiriyor.
Shame (1968)
İsveçli efsanevi yönetmen Ingmar Bergman’ın filmografisi içinde en ayrıksı konumda bulunan filmi olarak nitelendirebileceğimiz 1968 yapımı Shame (Utanç); insanlığın en büyük utancı olan savaşın bireyler üzerindeki etkilerine ve tekil bireylerin savaşa verdikleri tepkilere odaklanan bir film. Shame’de klasik müzik eğitimi almış ve keman çalarak hayatlarını kazanan Rosenberg çiftinin, savaş nedeniyle orkestraları dağıldığı için bir taşra kasabasında inzivaya çekilmelerine şahit oluruz. Belirsiz bir zamanda ve isimsiz bir ülkede yaşanan bir savaşın insanlar üzerindeki etkisini merkeze alan film; hayatları üzerinde tam anlamıyla söz sahibi olamayan ve birilerinin keyfi çıkarları yüzünden savaşa sürüklenen insanların yaşamlarını gerçek ve rüya gibi olguları iç içe geçirerek aktarmayı tercih ediyor.
The Battle of Algiers (1966)
Yönetmenliğini Gillo Pontecorvo’nun üstlendiği 1966 yapımı The Battle of Algiers (Cezayir Savaşı) filmi gösterime girdiğinde Cezayir’in Fransa’ya karşı bağımsızlık savaşı verdiği zamanın üzerinden tam dört yıl geçmişti. 1954 ile 1957 yılları arasında Cezayir’de ve Cazbah bölgesindeki FLN (National Liberation Front) hareketi çerçevesinde gelişen politik ve toplumsal olayları konu edinen film 1971 yılına kadar Fransa’da yasaklanmış, daha sonraki yıllarda ise Fransızların Cezayirlilere yaptığı işkence sahneleri sansürlenerek gösterime girmişti. Siyasi ve toplumsal gerçekliklere dikkat çeken ve sömürge konumunda bulunan halklara ilham veren yapısıyla bir film olmaktan çok toplumsal bir olgu halini almıştır. Anti-kolonyalist bir perspektiften savaşın halklar ve bireyler üzerindeki psikolojik ve fiziksel etkilerini öne çıkaran yapısıyla da dikkatleri çeken film gelmiş geçmiş en iyi savaş karşıtı filmlerden biri olarak özel bir ilgiyi hak ediyor.
Hiroshima mon amour (1959)
6 Ağustos 1945, İnsanlığın gördüğü en büyük yıkımlardan biridir. Yaklaşık 140.000 insan, insanın tahayyül sınırlarını aşan bir saldırı ile hayatını kaybetti. Ve ardından 9 Ağustos Nagazaki saldırısı ve bu defa 75.000 insan… Atmosfere yayılan tonlarca kül ve radyoaktif madde… İnsanlığın görüp görebileceği en ağır travmalardan biri. Böyle bir acıyı, travmayı filme almak mümkün mü? Elbette cehennemi bu dünyada görmüş insanların acılarını anlamak ve anlatmak zorlu bir iş. Muhtemelen her söz, her kare kifayetsiz kalacaktır anlatmaya. Ama anlatmak gerekiyor. Bu büyük yıkım unutulmasın, unutturulmasın diye; yaşanılan acılar bir nebze olsun paylaşılsın, anlaşılsın diye! Kuşkusuz cesaret gerektiren bir iş bu. Ama Alain Resnais bu cesareti gösteriyor ve 1959 yılında Hiroshima Mon Amour’u çekiyor. Ve ortaya oldukça etkileyici ve kolay kolay unutulamayacak bir film çıkarıyor.
La Grande Illusion (1937)
İki Fransız hava subayının I. Dünya Savaşı sırasında uçaklarının düşürülmesi ile Almanlar tarafından esir alınmalarını anlatan La Grande Illusion, Fransız yapımı bir filmdir. Jean Renoir’nın yönettiği ve senaryosunu Charles Spark ile birlikte yazdığı filmde Jean Gabin, Erich von Stroheim, Dita Parlo ve Pierre Fresnay gibi dönemin önemli isimleri rol almışlardır. II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde çekilen film, o çalkantılı dönemde dünya çapında beğeni kazanmıştır. Bunun neticesinde de Venedik Film Festivali’nde senarist ve yönetmen Jean Renoir’a özel ödül kazandırıp Oscar’da En İyi Film Adayı olmuştur.
Esir düşen Fransız askerlerin Almanlar tarafından hapishaneye dönüştürülmüş bir şatoda yaşadıkları olayları anlatan La Grande Illusion, şiirsel gerçeklik akımının önemli eserleri arasında kabul edilir. Birçok farklı ülkeden, farklı sosyal sınıflardan esirlerin yaşadıklarını ve savaşın kendisinden çok savaşma kavramını anlatan film, sosyal sınıf kavramının düşmanlığın önüne geçebileceğini de gözler önüne sermektedir. Aristokrat sınıftan olup esir düşen Fransız subayın, şatonun aristokrat komutanı ile çok yakın arkadaşlık kurması ve diğer esirlerin kaçışı sırasında Fransız subayın fedakarlık yapması ile istemeden de olsa Alman subayın kendisini vurması; düşmanlık, savaş, esaret, dostluk ve sınıf kavramları hakkında düşündürmektedir.
Kaynak: FilmLoverss