Kürdistan’da devlet eliyle tırmandırılan savaşa tepki gösteren vicdani retçiler, ülkenin sürüklendiği kaostan tek çıkış yolunun vicdani ret olduğunu belirtti.
23 Ocak 2017 Pazartesi 08:01
AMED / ANF – MELEK YÜKSEL
Vicdani ret, sermaye ve iktidar hırsıyla savaşın gittikçe tırmandığı dünyada dini, ahlaki ya da siyasi gerekçelerle ölüme karşı yaşamı savunmak amacıyla devletin dayattığı ‘zorunlu askerlik hizmeti’ni reddetme durumudur. Dünyada savaşa katılmayı reddettiği bilinen ilk kişi, savaşmak için Roma ordusuna çağrıldığı halde bunu reddettiği için idam edilen Maximilian olarak biliniyor. Türkiye’deki ilk vicdani retçi ise, Tayfun Gönül’dür. 1989 yılında vicdani reddini açıklayan Gönül, eski TCK’nın 155. maddesinden yargılanarak üç ay ceza aldı. Bu ceza daha sonra para cezasına çevrildi. Çünkü 20. yüzyılda Türkiye’nin de taraf olduğu çok sayıda uluslararası sözleşme vicdani reddi; düşünce, inanç ve vicdan özgürlüğü kapsamında güvence altına aldı. Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi 47 ülke arasında olmasına rağmen yurttaşlarına bu hakkı tanımayan tek ülke.
Devletin şiddet üreten politikalarına karşı 15 Mayıs 2015 ‘Dünya Vicdani Retçiler Günü’nde vicdani reddini açıklayan Ercan Aktaş, yaşadığı süreci şöyle anlatıyor;
“Sivaslı Kürt, Alevi ve emekçi bir ailenin bireyi olarak Sivas’ta dünyaya geldim. Çocukluğumun eşiğinde, okula adım attıktan sonra, kimliklerimin ben ve devlet arasında büyük sorunlara neden olduğunu anladım. Bir yandan eğitim sisteminin ırkçı/militer bir kurgu içinde yürütülmesi, diğer yandan hayat içindeki dışlanmalar, İmranlı gibi küçük bir ilçede 1990’lara girerken aynı atmosferi soluduğumuz arkadaşlarımda ve bende sosyalist bir kimliğin inşasına zemin hazırladı. Üniversiteye adım attıktan sonra Kürdistan’da yaşanan savaşı daha iyi anlama fırsatı buldum. Savaş gerçeği, hayatımın hiçbir anında hiçbir şekilde TSK’nın üniformasını giymeyeceğime dair fikrimi duygu ve düşünce dünyama işledi. Devletin Kürdistan’daki uygulamalarını gazete ve dergi sayfalarında okurken bu ırkçı/militer ve durmadan şiddet üreten politikalarına karşı içimdeki öfke büyüdükçe büyüdü. Bu duygular ile YCK (Yekîtiya Civanên Kürdistan) örgütlenmesi içinde yer aldım. Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında yaşayan halkların, inançların, kimliklerin ve de emeğin bir arada eşit ve özgür bir yaşama kavuşana kadar mücadele etmeye dair kararlılığım bu süreçte tamamen şekillendi. Kararımı vermiştim; ben hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyet’ine asker olmayacağım, hiçbir zaman o üniformayı giymeyeceğim. Tabi o zaman bunun adının vicdani ret olduğunu bilmiyordum. Çok sonra öğrendim.”
‘DEVLET, ‘SONUNA KADAR SAVAŞ!’ DEDİ’
“1915 tarihinden bu yana Türkiye ve Kürdistan’da halklar, inançlar, kimlikler ve emek her zaman devletin baskıları ile karşı karşıya kaldı” diyen Aktaş şöyle devam etti: “Bu çerçevede ele aldığımızda 15 Temmuz’un bir darbe girişimi değil tam anlamıyla darbe olduğunu düşünüyorum. 20 Temmuz Suruç katliamı da bu sürece gelmek için devlet desteği ile gerçekleşti. Sonrasında devlet devam ettirdiği bu katliamlarla Kürdistan için bir kez daha ‘Sonuna kadar savaş!’ dedi. Peki, devlet neden bir kez daha topyekûn savaş ilan etme ihtiyacı duydu? Çünkü 7 Haziran 2015 seçimleri ile devletin o bütün baskı ve şiddet politikalarına rağmen halklar HDP şahsında kendi vicdanlarını açığa çıkardılar. Rojava’da büyük bir karşılık bulan ve hayatın bir gerçeği hâline gelen ‘bir arada eşit ve özgür yaşam’ dinamiklerinin, Türkiye içinde ciddi bir politik alan oluşturmasını kendileri için ciddi bir tehlike olarak gören AKP/devlet/RTE bir kez daha ‘topyekûn savaş’ dedi.”
‘APÊ MUSA’NIN TORUNLARI, HRANT’IN YOL ARKADAŞLARIYIZ’
Devletin savaş ve şiddet politikalarına karşı sonuna kadar mücadele çağrısında bulunan Aktaş, “Türkiye Cumhuriyeti bir yüzyıldır, neredeyse kurulduğundan bu yana bu coğrafyanın/halkların vicdanını, özgürlük ideallerini yok etmek için elindeki bütün şiddet tekelini kullanarak üzerimize geliyor. Ancak bizler de hiçbir zaman buna karşı mücadele etmekten vazgeçmedik. Her zaman yanı başımızda bir mücadele tarihi durmaktadır. Ohannes Bakırcıyanların, İbrahim Kaypakkayaların, Mazlum Doğanların, Sakine Cansızların yoldaşları, Ape Musa’nın Torunları, Hrant Dink’in yol arkadaşları olarak mücadele etmeye devam edeceğiz. Gençler bu coğrafyanın vicdanına kulak versinler. Bir kez daha hayatı hep birlikte inşa etmek için her birimizin bulunduğu yerden yapabileceği şeyler var. Kobanê için Suruç’a gidenler, özgürlük için Ankara’ya gidenler ve bugün Türkiye’de, Kürdistan’da, Avrupa’nın, dünyanın başka başka kentlerinde özgürlük için mücadele edenler bizleriz. Bu mücadelenin önemli bir adımı da TSK’nin üniformasını giymemek ve vicdani retçi olmaktır. Bu vesile ile bir kez daha genç kadın ve erkekleri, LGBTİ bireylerini devletin savaş politikalarına karşı vicdani retlerini ilan etmeye çağırıyorum” şeklinde konuştu.
SAVAŞIN SİLAHI OLMAMAK İÇİN DEVLETLE BAĞINI KOPARDI
Kürdistan’da ve Türkiye’nin birçok yerinde savaş gittikçe tırmanırken devletin askere gel çağrısının da reklamlaşıp kampanyalaştırılarak daha da arttırıldığını belirten vicdani retçi Sergen Sucu, “Tüm bu olanlar Türkiye’de tek adam rejimine giden sistematiğin savaş unsurlarını yaratabilmek içindi. Buna karşı biz, savaşta insanların ölmesini istemeyenler, tüm katledilenler adına vicdani reddi tercih ettik. Vicdani reddi tercih etmemin temel sebebi devletin halklarla giriştiği bu savaşa pratik ile cevap vermekti. İşte bu nedenle vicdani reddimi ilan etmekle kalmayıp geçtiğimiz haftalarda da savaşın unsuru olan devletin memuru olmayı da reddettim. Devletin yaptığı; Sur’daki, Cizre’deki ve Nusaybin’deki savaşın yürütücülüğüydü. Ben de bu savaşın tarafı olmamak için, silahı olmamak için devlet ile bağımı kopardım. Düşünsenize yıllardır süren bu savaşta binlerce insanımızı kaybettik. Daha birkaç gün önce sosyal medyaya düşen bir videoda devletin polisi Kürt çocuklarını teşhir ederek bir taciz girişiminde bulundu. Bunların hepsi insanın devletleştiği, askerleştiği ve polisleştiği zaman insanlığını yitireceğinin göstergesidir” ifadelerini kullandı.
‘ANAYASA KABUL EDİLMEZSE SİLAHLI GÜÇLER DEVREYE GİRECEK’
“Devlet şu an büyük bir savaşa hazırlık yapıyor ve bu savaşın ezilen tarafı bu defa yalnız Kürtler olmayacak” diyen Sucu, şöyle devam etti; “Bu savaşta hükümet politikasına karşı duran herkes nasibini alacak. AKP’lileşmiş devlet, bugün büyük paralar harcayarak göreve aldığı polis ve korucularla, bu savaşın startını vermekle kalmayıp, başkanlık dediğimiz sistem için de yasa tasarısını öne sürüyor. Ola ki Türkiye halkları bu yasa tasarısını kabul etmezse devlet silahlı mekanizmasını devreye sokarak büyük bir katliam girişiminde bulunacak. Bu katliam girişiminde bulunurken de Türkiye’nin ezilen sömürülmüş mazlum haklarını kullanacak. Yüklü miktarda paralar dağıttığı halkın canlarını gasp edip, bu insanlara da başkalarının canlarını gasp etmeleri için telkinde bulunacak. Bu şekilde Türkiye’nin büyük ve kaotik bir iç savaşa sürüklenmesinin de startı verilecek. Bu gidişat ancak ezilen, sömürülen, mazlum halkların devletin paralı askerliğini kabul etmedikleri gün sona erecek ve faşist AKP hükümetinin savaş politikası o gün yenilecek! Bunun için atılması gereken ilk adım ise vicdani ret ilanlarıdır.
‘ASKERLEŞİP, POLİSLEŞEN DEVLET DAİŞ’LEŞİYOR’
Polis ve asker devletine dönüşen Türkiye’de halkların korku ile sindirilmek istendiğine vurgu yapan Sucu, “Kürt halkının toprakları devlet tarafından gasp edildi. Devlet gasp ettiği bu toprakları hem ekoloji hem de demokrasi anlamında talan ediyor. Kürt halkının müzakere sürecindeki tüm kazanımları bugün devlet eliyle bir bir hiçleştiriliyor. Her yerde korku var. Büyük bir silahlı güçle karşı karşıya kalan halk tepki göstermekten çekiniyor. En ufak bir basın açıklamasında ya da söylemde insanların evleri basılıp gözaltına alınıyor. Devlet askerleşip polisleşirken aynı zamanda DAİŞ’leşiyor” dedi.
‘DİRENMEYEN TOPLUM TUTSAKLAŞIR’
Barış için mücadele etmenin bireyin öz savunması olduğunu belirten Sucu şöyle konuştu: “Savaş politikası olan ‘Başkanlık’ sistemine HAYIR demek; Türkiye’deki faşizme, doğa katliamına, sermaye girişimine, katliamlara karşı da HAYIR demektir. Roboskî’ye, Reyhanlı’ya ve İstanbul katliamına, polis devletine ve Türkiye’nin DAİŞ’leşmesine karşı da HAYIR demektir. Bu nedenle halkların bu devlet politikasına karşı ses vererek vicdani ret sayısını her geçen gün arttırması gerekiyor. Barış taleplerinin dilden dile dolaşması gerekiyor. Direnmeyen bir toplum tutsaklaşır. Bu nedenle sonuna kadar direneceğiz!”
Kaynak: ANF