“Barışa Uzanacak Bir Çözüm Yolu Olarak Vicdani Ret Mücadelesi Kuvvetli Bir Simge Olacaktır” (Vicdani Retçi Av. Gökhan Soysal ile Röportaj)

Kıbrıs’taki vicdani ret mücadelesini de değerlendiren Soysal, bu mücadelenin Türkiye’deki vicdani ret mücadelesine de örnek olabileceğinden bahsetti.

Vicdani Retçi Av. Gökhan Soysal, Kıbrısın Sesi köşe yazarı Viyan Karabulut’a verdiği röportajda vicdani ret hakkını değerlendirdi, Kıbrıs’ın kuzeyinde vicdani retçilerin mücadelesinin barışa uzanacak çözüm yolunda kuvvetli bir simge olacağına dikkat çekti.

Soysal, Türkiye’de vicdani ret hakkının uluslararası sözleşmelerle güvence altına alındığından bahsederek, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyması gerektiğinin altını çizdi.

Verdiği röportajda vicdani retle ilgili yaygın yanlışları da ele alan Soysal, bu hakkın sadece zorunlu askerliği reddetmekle sınırlı olmadığını ve topluma göre farklı şekillerde algılanabileceğini ifade ederek, vicdani ret ile feminizm, çevrecilik ve diğer alternatif ret biçimleri arasında güçlü bir ilişki olduğunu düşündüğünü vurguladı.

Kıbrıs’taki vicdani ret mücadelesini de değerlendiren Soysal, bu mücadelenin Türkiye’deki vicdani ret mücadelesine de örnek olabileceğinden bahsetti.

Soysal, Mustafa Hürben, Halil Karapaşaoğlu ve Murat Kanatlı gibi vicdani retçilerin mücadelesini takdir ettiğini ve onların çabalarının barış isteği doğrultusunda toplumu harekete geçirebileceğini belirtti.

Röportaj: Viyan Karabulut
13.03.2024
Kıbrıs’ın kuzeyinde geçtiğimiz günlerde Mustafa Hürben, vicdani reddini açıkladı. Hürben 23 Ocak Salı günü kendisine verilen 800 TL’lik para cezasını da ödemeyi reddettiği için tutuklanarak üç gün süreyle cezaevine gönderildi. Mustafa’nın vicdani reddini açıklamasıyla gelişen süreçte vicdani ret tartışmaları da devam etti.

14 Mart Perşembe günü Halil Karapaşaoğlu’nun davasının görüleceği günü beklerken, dün, yani 12 Mart 2024 itibariyle de 2015 yılında Murat Kanatlı’nın AİHM’e yaptığı başvuru sonuç verdi. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. Maddesini ihlal etmekten mahkûm edildi. AİHM, ilk defa seferberlik için de karar vermiş oldu.

Tarih boyunca devam eden savaşlara tarih boyunca savaşmama direnci de eşlik etmiş. Bugün dünyada savaş karşıtı binlerce insan var. Vicdani ret savaşmama hali ya da basitçe bir ifadeyle insan öldürmeyi reddetmek midir? Ya da vicdani ret ile ilgili yaygın yanlışlar var mıdır? Varsa nelerdir?

“Vicdani retle ilgili yaygın yanlışlar oldukça fazladır”

Vicdani ret, en dar haliyle zorunlu askerliğin reddidir. Bu tabi daha çok modern zamanlara ilişkin olarak anlaşılmaktadır çünkü kanuna karşı meşru bir karşı çıkış olup sivil itaatsizlik anlamına gelmektedir. Vicdani reddi dar haliyle tanımladığımızda bu sonuca ulaşmamız oldukça kolay çünkü devlete ve/veya topluma karşı bireyi önemseyen bir karşı çıkış olarak değerlendirilebilir. Bu yüzden bir sivil itaatsizlik olarak vicdani reddi düşündüğümüzde akıllara Henry David Thoreau’nun gelmesi oldukça normaldir. Ancak sizin de belirttiğiniz gibi savaş karşıtlığı tarih boyunca devam etmiştir ve modern zamanlarla sınırlanamaz. Bu nedenle de dünyanın ilk vicdani retçisi olarak Roma İmparatorluğu döneminde yaşamış olan Maximilian kabul edilmektedir.

Vicdani retle ilgili yaygın yanlışlar oldukça fazladır ve içinde bulunulan topluma göre değişiklik arz etmektedir. Örneğin Türkiye’de savaş karşıtı bir vicdani retçi özellikle içinde bulunduğumuz zamanlarda terörist olarak yaftalanabilirken İsrail’de bulunan bir vicdani retçinin anti-semitist diye yaftalandığını tahmin etmek hiç zor değil. Ayrıca sadece etnik kökenlerde değil cinsel kimlik ve yönelim konularında da birçok önyargı mevcuttur. “Her Türk asker doğar” ön kabulünün olduğu Türkiye’de örneğin bir erkek vicdani reddini açıkladığında insanlar tarafından yapılan ilk yorumlardan birisi “Bu kişiye pembe kimlik verilsin” gibi saçma sapan bir cinsiyetçilik oluyor.

“Uluslararası sözleşmelerle bireylerin vicdan özgürlüğü hakkını güvence altına alınmıştır”

Zorunlu askerlik uygulaması ve savaşlarda silah altına alınma durumu uluslararası yasalarda anlaşmalarda nasıl düzenleniyor? Normlar hiyerarşisi açısından Türkiye’deki uygulamayı nasıl anlamalıyız?

Vicdani ret hakkı birçok uluslararası sözleşmede yer bulmuştur ancak örneğin Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren sözleşmelere örnek verilecek olursa BM İnsan Hakları Beyannamesi 18. maddesi, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi 18. maddesi ve AİHS 9. maddesi ile bireylerin vicdan özgürlüğü hakkı güvence altına alınmıştır. BM İnsan Hakları Komitesi’nin, Jong-nam Kim vd./Kore kararında “Askerlik hizmetine karşı vicdani ret hakkı düşünce, vicdan ve din özgürlüğünün doğasında vardır. Herhangi bir kişiye, kişinin dini veya inançları ile bağdaşmaması halinde zorunlu askerlik hizmetinden muafiyet hakkı tanınır. Hak, zorlama/baskı ile ihlal edilmemelidir” şeklinde bir hüküm içermektedir.

BM İnsan Hakları Konseyi’nin 24/17 kararında da vurgulandığı üzere “askerlik hizmetine karşı vicdani ret dini, ahlaki, insani veya benzeri nedenlere dayanan derin inançlar da dahil olmak üzere vicdani ilke ve gerekçelerden kaynaklanır”.

Bu çerçevede Türkiye açısından doğrudan doğruya en etkili hukuk yolunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları oluşturmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairenin vicdani ret hakkı konusunda 2011 yılında vermiş olduğu Bayatyan v. Ermenistan kararı ile köklü içtihat değişikliğine gitmiş ve vicdani reddi, “din ve vicdan hürriyeti”nin bir kullanımı olarak kabul etmiştir. Avrupa Konseyi üye ülkelerinden vicdani ret hakkı konusunda bir düzenleme yapmayan ülkelerin bu noktada hak ihlaline sebep olacağı anlaşılmaktadır. Zaten Türkiye de bu karardan sonra birçok kararda vicdani ret hakkı bağlamında din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiği yönündeki kararlara muhatap kalmıştır ancak gereklerini hala yerine getirmemektedir.

“Türkiye’de vicdani retçilere uygulanan her baskı hukuka aykırılık taşıyor”

Türkiye özelinde kanunlarla insan haklarıyla alakalı sözleşmeler arasında bir çatışma mevcut olması durumunda insan hakları sözleşmelerinin uygulanacağı anayasanın 90. Maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bu noktada her ne kadar vicdani ret hakkı noktasında Türkiye’de kanuni bir düzenleme bulunmasa da AİHM kararlarının gösterdiği üzere vicdani ret bir haktır. Vicdani retçilere uygulanan her baskı da hukuka aykırılık taşımaktadır.

“Feminizm ile vicdani ret arasında oldukça kuvvetli bir ilişki olduğunu düşünüyorum”

Vicdani reddin ortaya çıkması için örgütlü bir devlet şiddetinden ve bir militer güçten mi bahsetmek gerekir? Bir devletin düzenli ordusu içerisinde yer almayı reddetmek diğer yandan başka şiddet biçimlerini reddetmeyi gerekli kılar mı? Vicdani Ret ve Feminizm, Vicdani Ret ve Veganizm gibi alternatif ret biçimleri arasında bir ilişki kurmak mümkün müdür?

Vicdani ret hakkından bahsedebilmek için doğal olarak zorunlu askerliği dayatan örgütlü bir güç gerekmektedir ve devlet tam anlamıyla bunu yapmaktadır. Ancak zorunlu askerliğin kaldırıldığı ülkelerde tabi olarak vicdani ret hakkına da gerek bulunmamaktadır.

Vicdani retçi olmak için zorunlu askerliğe karşı olmak yeterlidir. Ancak vicdani ret sonuç olarak kişilerin vicdani kanaatleriyle doğrudan ilgili olduğu için çok farklı gerekçeler söz konusu olabilmektedir. Örneğin ben savaş karşıtı olduğum için vicdani retçiyim ve aksini kabul etmek dahi zor geliyor. Ancak bu, savaş karşıtı olmayan vicdani retçilerin varlığını reddetmek anlamına gelmemeli.

Feminizm ile vicdani ret arasında oldukça kuvvetli bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Savaş karşıtı olmanın sebepleri arasında feminizmin üretebileceği birçok gerekçe mevcuttur. Çevreci olmak da öyle mesela. Savaşta sadece askerler, kadınlar ve çocuklar değil çevre de katledilmektedir. Özellikle nükleer savaşın tehlikeleri göz önüne alındığında savaş karşı olmanın da birçok sebebi vardır. Veganlar açısından da birçok ilişki olduğu açıktır.

Vicdani reddi bir hak olarak tanımlarken, kimi alternatif politika önerileri de kamuoyunda tartışılıyor. Örneğin Vicdani ret ile askerlik yerine sivil kamu hizmetinde bulunmak gibi. Böylesi bir örneklemde, militer bir orduda bulunmamak ancak militer bir devlete kamu hizmetinde bulunmak ne derece anti-militarist olur?

Bu konu oldukça çetrefilli bir konu. Sivil kamu hizmetinin en önemli işlevi askerliğe karşı bir alternatif olması. Aslında olması gereken bireylere böyle bir zorunluluğun dayatılmamasıdır ancak günümüzde maalesef toplumun böyle bir talebi bulunmamakta. Sivil kamu hizmeti en azından insanları askeriyeden uzak tutmaktadır ve her şeyden öte zorunlu askerliğe karşı stratejik bir önemi bulunmaktadır. Çünkü kamu hizmeti adı altında askerlik yapan insanlar, sırf vicdani retçi diye insanların kamu hizmetinden muaf tutulmasını kabul etmeyecektir. Zenginler açısından zaten zorunlu bir durum söz konusu olmamakla birlikte sonuçta toplumun çoğunluğunu oluşturan insanlara seslenmek gerekmektedir ve sivil kamu hizmeti bunun oldukça etkili bir yoludur.

Ayrıca militer bir devlet savaşın finansmanını, sonuçta milyonlarca insandan aldığı vergilerle finanse etmektedir ve bireyler izole bir alanda yaşamadığı sürece bu vergileri ödeyecektir. Bu durumda bu kişilerin militarist olduğunu iddia etmek saçma olacaktır. Sonuçta istemediğimiz bir düzenin içerisindeyiz ve bu düzende nefes almak için çatlaklara ihtiyacımız oldukça fazla.

“Verilen mücadeleler sonucunda artık zorla askeri birliğe götürme gibi bir uygulama yok”

Türkiye Cumhuriyeti’nde vicdani ret hakkı için verilen mücadeleyi kazanımlar bağlamında değerlendirecek olursanız neler söylemek istersiniz? Sizce bu hakkın korunup geliştirilmesine ilişkin son dönemlerde ülkede ilerleme kaydedildi mi?

Eskiden devletin militer kimliğine ilişkin muhalif bir şey söyleyen herhangi bir kişi ister vicdani retçi olsun ister politika konularına hiç girmek istemeyen bir pop sanatçısı olsun hemen halkı askerlikten soğutma suçlamasıyla yargılanırdı. Ancak günümüzde TCK m. 318’in neredeyse uygulama alanı kalmadı. Bu suçlamayla eskiden kendiliğinden harekete geçilirdi, kanun bu noktada değişmese bile artık ancak şikâyet gelmesi üzerine böyle bir soruşturma başlatılıyor. Bu soruşturmalarda da genellikle takipsizlik kararı veriliyor. Nadiren açılan davalar da beraatle sonuçlanıyor. Eğer Türkiye’de vicdani ret hareketi olmasaydı böyle bir kazanım elde edilemezdi. Sadece halkı askerlikten soğutmakla ilgili değil kazanımlar çok daha geniştir. Her ne kadar şimdi dolaylı yollardan baskı yolları tercih edilse de eskiden insanlar kollarından tutup zorla askeri birliğe götürülüyordu. Vicdani retçiler buna, kendilerine verilen üniformayı giymemek başta olmak üzere birçok yolla direniyordu, bu yüzden haklarında emre itaatsizlik ve sonrasında firar nedeniyle ceza davaları açılıyordu. Verilen mücadeleler sonucunda artık zorla askeri birliğe götürme gibi bir uygulama yok. Her ne kadar vicdani retçiler üzerindeki “sivil ölüm” uygulamaları idari para cezaları, ceza davaları ve işten çıkarmalar gibi çeşitli yollarla devam etse de en azından artık böyle bir süreç yaşamamak oldukça önemli. Çünkü fiziki boyutu bir yana psikolojik bir işkenceden artık bahsetmiyoruz sonuç olarak. Bunlar oldukça önemli kazanımlar.

“Vicdani retçiler üzerindeki dolaylı baskılar da devam ediyor”

Ancak tabi hayatta hiçbir şeyin siyah beyaz olmadığı gibi bunda da gri noktalar oldukça fazla. Vicdani retçiler üzerindeki dolaylı baskılar devam ediyor ama eskisi kadar görünür olmuyor bu baskılar. Çünkü zorla askere alınan bir kişinin askeri üniformayı giymeyi düşünün, bu tabi önemli bir gündem oluşturuyordu. Ayrıca vicdani ret hareketi bir barış hareketi olduğu için militarizm ve milliyetçiliğin gittikçe yükseldiği Türkiye’de maalesef sesimizi de istediğimiz kadar duyuramadığımız bir gerçek. Şu an Türkiye’de siyaseti takip eden genç birisine bir vicdani retçinin Habertürk gibi bir kanalda konuk olduğunu söylesek bize gülüp geçerler ama durum böyleydi. Örneğin TRT’de sadece katliamların arttığı dönemde İsrailli vicdani retçiler gündeme geliyor. Sanki Türkiye’de vicdani retçilere cezalar verilip işten çıkarılmıyorlarmış gibi. Böyle bir ortamda son dönemlerde maalesef bir gerilemeden bahsetmek daha doğru olur.

“Barışa uzanacak bir çözüm yolu olarak vicdani ret mücadelesi kuvvetli bir simge olacaktır”

Kıbrıs’ın kuzeyindeki vicdani ret mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce etkili bir mücadele veriliyor mu? Mustafa Hürben bu hakkın kullanılmasında yolu aydınlatıcı bir rolü olabilecek mi?

Kıbrıs’ın kuzeyindeki vicdani ret mücadelesi, Türkiye’de vicdani ret mücadelesi sürdüren birisi olarak beni oldukça umutlandırıyor. Parlamento söz konusu olduğunda sanıyorum biz Türkiye’de ancak meclise gidip siyasi partilerle bu konuyu konuşmak istediğimizde tüm partilerden görüşme talebinde bulunsak da sadece HDP ile görüşme şansı bulabilmiştik. Parlamentoda da bundan daha ilerde bir baskı oluşturulamadı maalesef. HDP’nin kanun teklifleri söz konusu olsa da komisyonlarda dahi konuşulamadı. Ancak Kıbrıs’ta bunun tartıştırılması, her ne kadar olumlu sonuçlanmasa da beni oldukça heyecanlandırıyor. Özellikle Kıbrıs gibi bir yerde bunun çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü dünyanın her yerinde milliyetçilik ve militarizm hayatlarımızı elimizden alıyor, katliamlara uğruyoruz. Kıbrıs’ın tarihini de düşündüğümüzde barışa uzanacak bir çözüm yolu olarak vicdani ret mücadelesi bir anlamda da kuvvetli bir simge olacaktır. Bunun için oradaki arkadaşların oldukça etkili bir mücadele verdiğini düşünüyorum.

“Kıbrıs’taki vicdani retçilerin mücadelesini oldukça değerli buluyorum”

Devletlerin tarihinin gösterdiği gibi yönetici ve “kaymak tabaka”dan olmayan bizler en doğal haklarımızı bile direnmeden elde edemiyoruz. Elde ettiklerimiz dahi fırsat olduğunda hemen törpülenerek yok edilmek isteniyor. Direnirken de bunu olabildiğince çok insana ulaştırmamız gerekir ki toplumu barış isteği doğrultusunda daha fazla hareketlendirebilelim. Bu anlamda konuyu gündeme getirmesi ve bunu da etkili bir şekilde gerçekleştirmesi bakımından Mustafa Hürben’in ve diğer vicdani retçilerin mücadelesini oldukça değerli buluyorum. Savaş karşıtı bir cümle kurduğumuzda teröristlikle suçlandığımız Türkiye’den, Kıbrıs’ın manzarası şu an için oldukça güzel ve umutlu gözüküyor.

Kaynak: KıbrısınSesi

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org