Bir Vicdani Ret Hikayesi: A Hidden Life (Film)

A Hidden Life, ne pahasına olursa olsun vicdanından, inancından ve savaş karşıtı duruşundan bir an olsun ödün vermeyen bir adamın hikayesi.

4 Şubat 2020-Pırıl Tatari
Yönetmen koltuğunda Terrence Malick’in oturduğu A Hidden Life (Gizli Bir Yaşam) filmi, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan bir vicdanı ret öyküsünü beyaz perdeye taşıyor. Her ne kadar film İkinci Dünya Savaşı sırasında geçse de, film boyunca savaş alanına dair aksiyon içeren herhangi bir sahne ile karşılaşmıyoruz. Tam aksine pastoral manzaraların hakim olduğu Avusturya’nın ufak bir köyünde yaşamakta olan Franz Jägerstätter’ın, içinde yaşadığı döneme ve topluma karşı sayılabilecek bir karar vermesi ile yaşananlara tanık oluyoruz. Savaş öncesi, çiftliklerinde çocukları ve eşiyle birlikte mutlu ve huzurlu bir hayat sürmekte olan Franz Jägerstätter’ın hikayesi burada başlıyor. İlk askere çağrıldığında, savaşın gerçekleri ile yüz yüze gelmiş olan Franz, çiftliğine döndükten bir süre sonra, ikinci bir askerlik çağrısı gelmesi üzerine yeniden orduya dönmeyi reddediyor.

Savaş başlığı altında, bencil ve aç gözlü bireyler tarafından bir piyon olmak üzere eşlerinden ve çocuklarından sorgusuz sualsiz ayrılmak zorunda kalan sayısız askerden biri olmayı inançları uğruna reddetmesi, infaz edilmesine varacak kadar sancılı bir sürecin yalnızca başlangıcı. A Hidden Life, bu sancılı süreçte ne pahasına olursa olsun vicdanından, inancından ve savaş karşıtı duruşundan bir an olsun ödün vermeyen bir adamın hikayesi. Öyle ki akrabaları, dostları ve belki de en beklenmedik olan kilisesinin dahi ona sırtını döndüğü-veya dönmek zorunda bırakıldığı-bir durumda ‘insanlık sevgisinin’ bu kişiler ve kurumlar tarafından ‘hainlik’ olarak atfedilmesi oldukça ironik. Belki de asıl ironik olan bu atfedicilerin savaşı sorgusuz sualsiz kabul etmelerinin yanı sıra, onu tek çıkış yolu olarak görmeleri. Tüm bunların karşısında tek başına ayakta duran iyi niyetli bir vicdan, ‘nefretleştirme’ ve ‘ötekileştirme’ objesi olmak için yeterli bir sebep.

Franz Jägerstätter, yalnızca Nazi ideolojisine karşı gelen biri olmaktan ziyade aslında kendisi ‘savaş ideolojisi’ne karşı duran bir adam. Bu karşı duruş eylemsel bir duruştan ziyade pasif bir direnişin temsili. Franz, film boyunca çevresi tarafından psikolojik ve toplumsal şiddete, ordu tarafından ise sıklıkla fiziksel şiddete maruz kalmasına rağmen hiçbir karşı saldıraya geçmeyen, yalnızca sahip olduğu inanç ve vicdanı taşımaktan vazgeçmeyen bir adam. Yaşadığı toplumun ideolojisi ile örtüşmeyen fikirleri, herkes tarafından yargılanmasına sebep olurken; Franz ne gestapo subayını ne de hakimi ne de ona sırtını dönen dostlarını, onların sahip olduğu düşüncelerinden dolayı hiçbir zaman yargılamayı seçmiyor.

Avukatı, rahibi ve dostları tarafından Hitler’e bağlılık yemini etmesinin yalnızca sözel olarak kalacak bir şey olarak bahsedilmesine rağmen Franz, onu var eden benliğinin fikirleri doğrultusunda ‘yanlış bulduğu şeyleri yapmayacak’ kadar idealist ve azimli. Bu idealist ve azimli duruşunun arkasında duran tek kişi ise eşi Franzsizka. Filmde, ana hikayenin yanında kendini gösteren bir diğer hikaye ise Franz ve Franzsizka üzerinden zaman zaman evlilik kurumuna atılan ufak bakışlardan oluşuyor. Bu bakışlar ile birlikte film, iki birey arasındaki koşulsuz anlayışın, saygının ve sevginin somut bir örneğini gözler önüne seriyor.

Kaynak: Cine Dergi

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org